EM. ALBAY LEVENT BİLGİN’İN KEBAN GAZETESİNDEKİ SON YAZISI
KAYSERİLİ BARIŞ
Her mesleğin kendine özgü güzellikleri mutlaka vardır. Ancak zannediyorum ki askerlik mesleğinin güzellikleri zannediyorum ki hiçbir meslekte yoktur. Bence askerlik aslında bir meslek değil bir yaşam biçimidir. Bu iddialı önermemizi yadırgayanlar olabileceğini düşünerek konuyu biraz açmakta fayda görüyorum.
Yaşayan her canlının neslini devam ettirme arzusu doğuştan bir özelliktir. Bir insan bu günkü ekonomik koşullarda en fazla 4-5 çocuk yapabilmekte, bu çocukları da uzun bir zaman diliminde büyük bir emek ve meşakkatle büyütebilmektedir. Askerlik mesleğinde 21-22 yaşında kıtaya çıktığınızda devlet size her biri 20-25 yaş aralığında sırım gibi en az 40 erkek evlat emanet eder. Bu Anadolu gençleri bir çiçek demetidir. Kokladığınızda tüm Anadolu’nun kokusunu alırsınız. Komutanları için öz evlatlarından daha ilerilerdir. Öz evlattan daha ileri olmalarının sırı da onların emanet oluşlarında gizlidir.
Bunu örneklemek gerekirse, 1944 yılında İsmet İNÖNÜ Cumhurbaşkanıdır, küçük oğlu Erdal İNÖNÜ ise Ankara Muhabere Okulu’nda yedek subaylık eğitimindedir. Bir Cuma günü yapılan yemin törenine ailelerde davetlidir. Cumhurbaşkanı eşi Mevhibe Hanım’la törene katılır. Davetliler yerini alınca yemin edecek yedek subay adayları birliği tören alanına girer. Doğal olarak uzun boyundan dolayı Erdal Bey sıranın en önündedir. Mevhibe Hanım Erdal Bey’i görünce annelik duygusu ve evladına sarılmak arzusuyla yerinden kalkarak “Paşam Erdal!” der. İsmet Paşa kolundan sertçe çekerek yerine oturtur “Otur yerine Hanım onların hepsi Erdal.” diyerek asker ocağında her askerin eşit olduğunu vurgular. Biz subaylar için her gün bir anı her asker bir evlattır. Ancak tüm askerleri hatırlamak da doğal olarak mümkün değildir. Bazı askerleri ise hiç unutmayız. Bu unutamadığımız saf Anadolu çocukları biz komutanlarına yaşamımız boyunca unutmayacağımız dersler vermişlerdir. Onlardan mutlaka bir şeyler öğrenmişizdir ki ömür boyu isimlerini hatırlar, yolumuz memleketlerine düştüğü zaman bu evlatlarımızı anarız.
Kayserili Barış da benim unutamadığım saf Anadolu çocuklarından biridir. 1997 yılında Güneydoğu’da hudut birlik komutanıyken Bölük Komutan habercisi ve şoförü kadrosunda vatani görevini yaptı. Mesaimiz gündüz 13.00’dan ertesi gün sabah 07.00’a 18 saat idi. Barış doğal olarak benimle beraber olan, çoğu zaman arkadaşları ile beraber vakit geçiremeyen bir görevde idi. Bu zor görevden hiç yüksünmedi, saygıyla anıyorum. Geceleri çoğu kez hudut hattını denetlerken yada bir mevzide bulunurken sürekli yanımda oldu, omuz omuzaydık namerde karşı. Bu birlikteliklerde Barış’ı çoğu kez temel yurttaşlık ödevlerinden imtihan eder, ona medeni bilgiler anlatırdım. Bu anlattıklarımın etkisinde kalır, araştırır sorgular ve diğer erlere de anlattığını işitirdim. Güneydoğu’nun boğucu sıcak bir gecesinde Barış bana hitaben; “Komutanım sizin bilmediğiniz bir şey var mı? Merak ediyorum.” şeklinde bir soru yöneltti. Kendisine takılmak biraz da eğlenmek için kendimce şöyle bir cevap verdim; “Barış ben her şeyi bilirim. İstersen seninle ilgili bilgilerimi ben söyleyeyim sen doğru ise doğru yanlış ise yanlış dersin.” dedim. Kabul etti. Başladık bilgileri saymaya. “Sen 1974 yılının Ağustos-Aralık ayları arasında doğmuşsun” dedim. Cevap; “Evet Komutanım bildiniz.” İkinci bilgi; “Baban Bülent ECEVİT hayranı” dedim. Babasını görmememe rağmen Barış; “Doğru Komutanım bildiniz.” diye cevapladı. Benim bu iki soruda aslında bildiğim şu idi : 1974 yılı 20 Temmuz’unda Kıbrıs Barış Harekâtı yapılmıştı. Bu tarihten sonra doğan çocuklara o günkü anlamsız sağ, sol ayrımı içinde genellikle sol görüşlü kişiler Barış, sağ görüşlü kişiler Savaş ismini vermişti. İlk iki soruyu kazasız atlatınca kendime güvenim gelmiş üçüncü bilgiyi çantada keklik görerek söyledim. “İsminin önündeki Ahmet ismi de babanın babasının ismi” deyiverdim. Barış; “Hayır Komutanım” dedi. “O zaman büyük dedenin ismi” dedim. Barış yine bilemediğimi söyledi. Ben de meraklanmıştım. Anadolu’da tabu haline gelen isim koyma geleneğine aykırı bu Ahmet ismi ne idi. “Barış bak herkes her şeyi bilemez. Ben de bilemedim. Söyle bakalım bu isim nereden geliyor?” diye sordum. Barış; “Komutanım, benim babam Kayseri Sanayisi’nde kaynakçılık yapar. Babam bizlerin nafakasını temin ettiği bu mesleği Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde öğrenmiş. Bu mesleği öğrendiği eğitmeninin ismi Ahmet imiş. Ona saygısından bu ismi bana vermiş. Dedemin ismini ağabeyim taşıyor.” dedi. Bu cevap benim üzerimde büyük bir etki bıraktı.
Gözümün önünden Hasan Ali YÜCEL’ler, İsmail Hakkı TONGUÇ’lar ve fakir cumhuriyetin idealist kadroları geçti. O güne kadar Türkiye’nin aydınlanmasına katkıda bulunan model Köy Enstitüleri ile ilgili okuduğum eserlerin hepsinden öğrendiklerimden daha fazlasını bu saf Anadolu çocuğunun bu kıssasından almıştım. Bir kez daha rahmet ve saygıyla andım o tabuları yıkan isimsiz eğitmenleri ve o idealleri. İşte Barış’ı komutanının gönlüne yerleştiren, ismini hafızasına kazıyan hikâye bu idi. Barış, aynı zamanda yanımda vatani hizmetini yaptığı için Keban’ın da bir evladıdır.
Yine Güneydoğu’da görev yaparken Şırnak İdil’de ismini şu anda tam hatırlamadığım bir köye sağlık taraması için birliğin doktoru ve diş hekimi ile gitmiştik. Köy oldukça büyük ve nüfus yoğunluğu fazla idi. Saatlerce süren etkinlikten sonra köyün ileri gelenlerinden birinin büyükçe evine konuk olduk. Oldukça büyük bu evde koltuk, sedir vs. yok yer minderleri ve halı yastıklarla serili salonda başköşedeki bir eşya dikkatimi çekti. Uykuda mıyım diye kendimi yokladım. Uykuda değildim. Evin baş köşesinde kocaman bir piyano duruyordu. Meraklı gözlerle baktığımı fark eden ev sahibi “Komutan Bey, piyano bizim hanımın çeyizidir. O çalar.” dedi. Bir kez daha şaşırdım. Eşi orta yaşın üzerindeydi. “Nereden öğrenmiş?” diye sordum. Aldığım cevap ilginçti. Hanımın babası Cizre’nin eşrafından imiş. Köy Enstitüleri ise Doğu Anadolu’da sadece Erciş’te var. Fakir ama onurlu Cumhuriyetimizin imkânları her ilçeden bir erkek ve bir kız öğrenci almaya yetiyormuş. Erkek öğrenci rahatlıkla bulunmuş ancak kız öğrenci bulmak hayli müşkül bir iş olduğundan bu hanımın eşraftan olan babası kendi kızını yollamış. Hanım’a ne kadar eğitim aldığını sordum. 18 ay eğitim almış. Bir yetenek kazanarak mezun olmuş. Gayet güzel bir parça seslendirdi. Hayranlıkla dinledim bu idealist cumhuriyet kızını. Aynı zamanda da düşünmekten alıkoyamadım kendimi.
Şimdi 8 yıllık zorunlu eğitim veriyoruz ama bir flüt çaldıramadan mezun oluyor çocuklar. Bir kez daha selam olsun bize özgü eğitim modeli Köy Enstitüleri’ne ve yetiştirdiği Cumhuriyet değerlerine…
Gelecek yazımızın konusu Köy Enstitüsü mezunu Kebanlılar olacaktır.
Saygılarımla.
Sözü üstad Behçet Kemal ÇAĞLAR’ın “Köy Enstitüleri Marşı” diye kabul gören dizeleriyle bitirelim:
“Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine.
Milletin her kazancı, milletin kesesine.
Toplandık baş çiftçinin Atatürk’ün sesine
Toprakla savaş için ziraat cephesine.
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.
Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.
İnsanı insan eden, ilkin bu soy, bu toprak
En yeni aletlerle, en içten çalışarak,
Türk için, yine yakın dünyaya örnek olmak,
Kafa dinç, el nasırlı, gönül rahat, alın ak.
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.
Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.
Kuracağız öz yurtta dirliği, düzenliği.
Yıkıyor engelleri ulus egemenliği.
Görsün köyler bolluğu, rahatlığı, şenliği.
Bizimdir o yenilmek bilmeyen Türk benliği
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.
Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.”
ALBAY LEVENT BİLGİN
Bir yanıt yazın