İlk Okul çağlarımızda mahallede Muzaffer isimli bir çocuk vardı. Ailesi varlıklı olduğundan bir tek onun topu vardı. Ancak narin bir yapısı olduğundan bizlerle oyun oynamaya yanaşmazdı. Hatta annesi pencereden kendisine bağırarak bizlerle oynamaması üzerine tembih ederdi. Biz pek anlam veremezdik. O yalnız tek başına topla oynayamazdı, annesini dinlemese, bizle birlikte topla oynayacaktı. Bir şekilde kendisini ikna edip , çift kale top oynardık. Muzaffer’i de oyuna alıp kaleye koyardık. Kaleye gelen her topun gol olacağını bilerek onu da oynatırdık. Annesi Muzaffer’i eve yemek için çağırdığında, Muzaffer topunu alıp giderdi , bizim oyunumuz da yarıda kalmaya mahkum olurdu. Topu olan her çocuk mutlu olurdu çünkü oyunda yer alması garanti olurdu. Muzafferin annesinin yasası böyle idi. Mahallede herkes bu yasaya uyardı.
Çocukken bize evden bir çok kurallara uymamız söylenirdi. Bizde onlara uymak mecburiyetinde kalırdık. Bilhassa evlerde Annelerin koyduğu yasa, önemli olurdu. Çünkü çocuklarla en çok o meşgul olduğundan, yasaların genel adı Ana Yasa olarak anıldığına inanırım. Sokaktan eve geldiğimizde mutlaka banyoda ellerimiz bol sabunla yıkanır, Babalar eve gelmeden çocuklar eve girerdi. Yemek masasına bütün aile beraber oturur, yemek sofrası kalktıktan sonra, yemek servisi olmazdı. Yemeğe zamanında gelemeyen, bir sonraki yemek saatine kadar beklemek zorunda olurdu. Buda Anne yasamızın maddelerinden biri idi.
Hep düşünürdüm, neden ANA KAPI veya ANA SALON, ANA ARTER denir. Önem arz eden her şeyin başına ANA eki gelmekte ? Neden Baba kablo demeyiz de ANA kablo deriz? Neden Baba Yemek demeyiz de ANA yemek deriz? Bir uçağın gövdesi konusunda söz söylemek istesek, Baba gövde demeyiz, Ana Gövde diye tarif ederiz. Bir resmin anlattığı konuyu izah ederken bile ANA TEMA olarak tarif ederiz. Hatta bir romanın konusunu tarif ederken bile Baba konu demeyiz, ANA KONU olarak bahsederiz. Velhasıl her konuda ANA önde geldiğini düşünmekteyim.
İlk Türk Devletleri kurulduğunda da kadınlar doğurgan olduklarından yönetim içinde özel bir yere sahip olduklarını biliriz. İlk büyük Türk Devletleri olan İskitler, Hunlar ve Göktürkler döneminde kadının nasıl algılandığını iyi analiz etmek gerek. Eski Türk toplumunda hem erkek hem kadın eşit haklara sahipti. Cinsiyet ayrımı asla yapılmazdı. Kadınlar büyük serbestiyete sahiptiler. Spor yapmak, ata binmek, şaman ayinleri düzenlemek gibi bir çok görevler üstlenirdi kadınlar.
Devlet yönetiminde hatunluk hukukuna sahip olan Türk kadını, eşinin her zaman yanında yer alırdı. Hatunlar zaman zaman eşlerinin yanında, bazen de onların önünde söz sahibi oldukları bilinir. Türk erkeği için Türk Kadını ‘EVDEŞ’ olarak tanınırdı, Türk erkekleri eşlerine ‘Görklüm’ diye hitap ederlerdi. Kadınlar erkekler gibi ata binmeleri yanında silah kullanıp, avcılık yapar, hatta güreş tutarlardı. Kadınlar, erkekleri tarafından ‘Altun Özük’veya ‘Ertini Özük’, hatta ‘Silig’ gibi kelimelerle iltifat görmüşlerdir. Eski Türk topluluklarının sözlü edebi yazıtlarına bakılırsa, kadınların mevkiinin oldukça yüksek olduğu görülür.
Hatta ALTAY dağ isminin de hatunlara atıfta bulunmak için tanımlandığını söylerler. ‘AL’ altın olarak bilinir, ‘TAY’ ise dağ anlamında kullanılması, ALTAY ın bir kadına yakıştırıldığını söylerler.
Evlenme ve boşanmada kadının özgürlüğü erkeğin özgürlüğü ile aynı idi, hatta evlenirken getirdiği çeyizde erkeğin hiç olmaz, tasarruf kadının olurdu. Kadınlar evliliklerinde mutsuz, veya ilgisiz kaldığında hatta çocuk edinmede erkeğin kusurunda, kadınların boşanma hakkı vardı. Eski Türk Devletlerinde yöneticiliklerde ‘KUT’ yani egemenlik kudretine kim layık ise, o sahip olurdu. Erkek ve Kadına burada eşit haklar tanınırdı. Eski Türk devletlerinde eşin vefatından sonra kadın, varis olarak hak ettiğini alırdı.
İskitler’de erkekler savaşa gittiklerinde, Oba yı dışardan gelecek tehlikelere karşı kadın askerler korur, aynı erkekler gibi savaşırlardı. Bu eğitime daha çocuk yaşlarda başlanırdı.
Hunlar ve Göktürk’lerde de diğer Türk Devletlerinde olduğu gibi, aynı paralel yaşam, kadınlar için geçerli idi.
Eski Türk Devletlerinde, genelde, TEK eşlilik yani MONOGAMİE görülür, kadınlık gururları kırılmazdı. Türk’lerde POLYGAMİE yaşam, yani birden fazla eşle yaşam , Müslümanlık kabul edilmesinden sonraya rastlar. Bu dönemlerde savaşlarda erkeklerin savaşta ölmesi sonrası, erkek – kadın oranında, kadın nüfusun fazlalığından olsa gerek, erkeklerin birden fazla kadınla evlenmesine itiraz edilmemiş.
Tarih boyunca kadına kıymet veren Türk Devletlerinin sonuncusu olan Türkiye Cumhuriyetinde durumu iyi analiz etmenin yerinde olacağına inanmaktayım. Başlarını erkek egemen bir baskıyla sıkı sıkı bağlayan kadınların, hür fikirlerini ifade edebildiklerine inanmamaktayım. Eski Türk Devletlerinin Kadınlara karşı duydukları saygıyı bu gün bulmakta zorlanmaktayız. Atatürk’ün 5 Aralık 1934 yılında KADINLARA seçme ve seçilme hakkını kanunla tesis etmesini bilip de, bilmezlikten gelen okumuş kadınların varlığı, eski Türk Devletlerini kadınlara olan özenini özletmekte diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.
Metin Atamer