Alparslan Türkeş, Dokuz Işık’ta ülkücülük konusuna, “Ülkücülük Batı dillerinden dilimize giren idealistlik kelimesiyle aynı olan bir anlam belirtmektedir.” tanımıyla giriş yapar.[1] Kelimenin anlamıyla birlikte yüklenilen görevlere atıfta bulunur. Dünya milletleri açısından da yaşadıkları toplulukların ülkücülerinin bulunmasının, o topluluklar için büyük bir şans olduğunu değerlendirir. Buradan hareketle Türk milletinin ülküleri ve ülkücülerin bu ülküler için sergileyeceği mücadele yöntemlerini izah eder. Nitekim tarihsel bir süreç içinde incelendiğinde “ülkü” ve “ülkücülük”, bir milletin bulunduğu hâlden daha ileri seviyeye ulaşmasını sağlayan bir şuur olarak karşımıza çıkar.
Ülkücülük ile ilgili değerlendirmelerde dikkat çeken iki husus vardır. Birincisi ülkücülerin, iman ve ahlak sahibi kişiler oldukları; ikincisi de ülkücülerin devlet, millet ve vatan için bir fikir mücadelesinin içinde bulundukları ve haklı çıktıları vurgusudur.
Netice itibarıyla ülkücülük şuuruna sahip olan ülkücüler, yaşamının bütün evrelerini iman ettiği değerlere göre şekillendiren bir anlayışın fertte hayat bulmuş hâlidir. Ferdin bu tarzının, cemiyetin şekillenmesi için yöntemli bir hâle dönüşmesi ilke edilir.
Alparslan Türkeş’in “Ülkücülük” Tanımı nedir?
Kavramı izah etmede başvurulacak en temel kaynak, şüphesiz ki davanın mimarı Alparslan Türkeş’tir. Türkeş, Dokuz Işık’ta ülkücülükle ilgili olarak özetle şu ifadeleri kullanmaktadır:
“Ülkücülük, Batı dillerinden dilimize giren idealistlik kelimesiyle aynı olan bir anlam belirtmektedir. Ülkücülük veya idealizm, insan kafasının içinde elde edilmesi, varılması en mükemmel, en güzel, kendisini mutlu edecek hedeflerin tasarlanması ve bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için arzu gösterilmesi ve çalışılması anlamını taşır.”[2]
Ülkücülüğün Kapsamı ve Yöntemleri
Türkeş, ülkücülüğü tanımlarken mükemmele ulaşmak için o hedeflerle ilgili tasarlama ve hedeflerin gerçekleşmesi için ortaya konacak çabaya vurgu yaptıktan sonra idealistlere neden gerek duyulduğunu açıklar:
“İnsanlar arasında idealistler yetişmeseydi insanlık bugün dünyayı aydınlatan birçok gelişmeyi, birçok alandaki yükselişini sağlayamazdı. Her gerçek, her fikir önce insanların kafasında bir hayal olarak doğar.”[3]
İnsanın kafasında şekillenen bu hayallere ulaşmak istediği özleyişleri ona insanlık vasfını kazandırdığını belirten Türkeş, bunun ülkücülük olarak ifade edileceğini belirtir.
“İşte ülkücülük de yani idealizm de insanların ve insan toplulukların kendileri için varılması mutluluk sağlayacak, varılmasıyla en gelişmiş, en yükselmiş bir durum sağlayacak, bir hayalin düşünülmesi ve insan beyninde tasarlanarak şekillendirilmesidir.”[4]
“Her toplumda idealistler vardır, ülkücüler vardır ve ülkücülerin, idealistlerin bulunuşu toplumlar için bir saadettir; büyük bir talihtir!” diyen Türkeş, bu genel açıklamaların ardından Türk milleti için düşünülen ülküyü açıklar:
“Türk milleti için bizim düşündüğümüz ülkü nedir? Türk milleti için tasarladığımız ideal nedir? Her şeyden önce; Türk milletinin ahlakta, maneviyatta, insanlık duygularında en yüksek seviyede bulunması, yaşaması ve ilimde, teknikte dünyanın en ileri gitmiş varlığı hâline gelmesi ve ekonomik açıdan kalkınmış, tarımını modern tekniğe göre geliştirmiş ve modern sanayii kurulmuş, refahlı bir toplum hâline gelmesi, Türk toplumu için bir Türk milliyetçisinin düşüneceği ülkünün esaslarından mühim bir kısmını teşkil etmektedir.”[5]
Türk milleti için düşünülen ülkünün sınırlarını genişleten Türkeş, bu hususta bir Türk milliyetçisinin bakışının nasıl olması gerektiğini açıklarken bir soru ile başlar:
“Türk milliyetçiliğinin, ülkücülüğünün sınırları içinde sadece bunlar mı vardır? Sade bunlar değil başka düşünceler, başka hedefler de vardır.
Bu hedefler Türk milletinin hiç kimseden merhamet dilenmeyecek bir duruma gelmesi, kendi gücüyle ayakta duran, kendi gücüyle varlığını koruyabilen ve sözünü dünyanın her yerinde saydırabilen bir varlık hâline gelmesi düşüncesidir.
Bunun yanı sıra Türk milletinin haklarını her zaman dünyaya tanıtabilmesi, dünyaya duyurabilmesi düşüncesidir ve bunun yanı sıra bütün Türklerin kölelikten, yabancıların buyruğu altında yaşamaktan kurtulmaları ve ‘Self Determination’, yani kendi mukadderatına kendilerinin hâkim olması kutsal prensibine göre, hepsinin bağımsız hâle gelmeleri, bağımsız olmaları Türk ülkücülüğünün bir diğer görüşü, düşüncesidir.
Ülkücülüğümüzün içerisinde her mesleğe mensup Türk milliyetçilerinin kendi mesleklerinde en ileri, en yüksek ve gerek kendi milletimiz için gerek insanlık için en çok yararlı neticeleri elde etmek görüşü de yer alacaktır.
Bir Türk milliyetçisi kendi toplumu için, kendi milleti için idealizmi daima göz önünde bulunduracak, bu genel idealizm prensipleri ile birlikte kendi sahası, kendi branşı ile ilgili çalışmalarında da bu temel ve genel mahiyetteki ülkücülüğün esaslarına uygun, onunla bütünleşmiş bir hâlde kendi branşı ile ilgili ülkücülüğünü de tespit edip güdecektir.”[6]
Buradan sonra ülküleri uzak hedef olarak ifade eden Türkeş, veciz bir anlatımla kavramı ayrıntılı hâle getirir:
“Ülküler uzak hedeflidir, uzun vadelidir. Bir ülkünün hemen yarın gerçekleşmesi mümkün olmayabilir. Ülküler önümüzdeki yılları, önümüzdeki yüzyılları kapsayabilir. Ama ülkü, insanın kalbini aydınlatan bir ışıktır. Ülkü, insanlara yönünü tayin etmesini sağlayan bir kılavuzdur. Milletler için de millî ülkü, milletin kılavuzu, milletin yolunu aydınlatan güneşidir. Ülküsüz insan çamurdan bir varlık gibidir. Ülküsüz insan dümensiz, pusulasız bir gemi gibidir. Bunun için her Türk milliyetçisi, her Dokuz Işıkçı mutlaka ülkücü olacaktır; mutlaka ülkü sahibi bulunacaktır.
Hem millî ülkü sahibi olacaktır hem insani ülkü sahibi olacaktır hem kendi mesleğiyle ilgili ülkücü bir kişiliğe sahip olacaktır ki, hem kendi mesleğinde başarılı, yararlı bir kişi olarak gelişsin hem de mensup olduğu topluma, milletine yararlı hizmetler yapsın, insanlığa yararlı faaliyetler gösterebilsin. Bunun için Dokuz Işık doktrininin çok önemli ilkelerinden olan ülkücülüğe büyük değer vermekteyiz.
Ülkücüyüz! İnsanlık ailesi, yeryüzünde yaşayan bütün insanlar, milletler denen aynı aynı üyelerin bir araya gelmesinden meydana gelir.
Bir insan, insan olmak isterse, insanlığa hizmet etmek isterse, evvela kendi milletine hizmet etmeli, kendi milletini yükseltmeye, kendi milletini mutlu kılmaya çalışmalıdır. Bunu yaptığı takdirde aynı zamanda insanlığa da hizmet etmiş olur.
Çünkü bir insan kendi ailesini düşünür ve ona karşı vefalı kalırsa, insanlık duygulan en olgun seviyeye erişeceği için, kendi ailesi dışındaki insanlara karşı da yararlı ve vefalı olur.
Bir insan kendi milletine faydalı olamaz, kendi milletine karşı bağlılık duymazsa, onun insanlığı düşünmekten bahsetmesi nihayet bir fantezi olur.
İnsan, yetiştiği toprağın, yetiştiği milletin refahını, iyiliğini, saadetini ve şerefini temin etmelidir. Bunu yaptığı takdirde, o millet insanlığın bir parçası olduğu için, dolayısıyla insanlığa da hizmet etmiş olur.”[7]
Sonuç ve Tartışma
Bu geniş açıklamaların ardından “Ülkücülüğümüz nedir?” sorusuna cevap verilir.
“Ülkücülüğümüz nedir? Ülkücülüğümüz, Türk milletini en kısa yoldan en kısa zamanda modern uygarlığın en üst seviyesine çıkarmak; mutlu, müreffeh hale getirmek; özgür, kendi haklarına sahip bir hayata kavuşturmaktır.”[8]
Başbuğ’un yer yer Türk milliyetçiliği ile bir bütün olarak izah ettiği ülkücülük, aynı zamanda Türk milletinin yarınlarını inşa etmenin de adı olmuştur. O zaman ülkücülükle ilgili şu yaklaşımlar, ülkücülere de rehber olması açısından önem arz edecektir:
Ülkücülük, Türk milletini buhranlar anaforundan kurtarıp, milli-manevi bütünlüğünü sağlamış, ezel-ebed köprüsünü doğru kurmuş, kökü mazide olan bir ati hareketidir.
Ülkücülük yok edilmek istenen bir nesli, yeniden maneviyata dönüş hareketi ile dirilişini sağlama mücadelesidir.
Ülkücülük, Cenab-ı Allah’ın Maide suresi 54. Ayet-i kerimesindeki, “Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri dönerse bilsin ki Allah onun yerine öyle bir kavim getirir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise onurlu ve zorludurlar. Allah yolunda cihat ederler. Kınayanların kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah ihsanı bol olan ve en çok bilendir.” ilahi emri ve Peygamber Efendi’mizin ‘Kavminin hizmetçisi kavminin efendisidir. Kişi kavmini sevmekle suçlanamaz. Vatan sevgisi imandandır.’ gibi kutlu ifadelerinin referansıyla milletine hizmeti Allah’a ibadet olarak algılamanın adıdır.
Ülkücülük, ferdin kendisinden başlayarak dalga dalga ailesini, bölgesini, milletini, Türk dünyasını, İslam âlemini ve en nihayetinde bütün insanlığı ihtiva eden bir kurtuluş hareketidir.
Ülkücülük ile ilgili açık ve kesin tanımlamada şu yaklaşım sergilenebilir:
Ülkücülük ferdi, maddi ve manevi manada ideallerle donatan ancak ferdiyetçi yaklaşımlardan ziyade toplum hayatına istikamet kazandırıp mensup olduğu ülke, millet ve inançların; yarınları inşa edecek nitelikte ideolojik temelleri olan bir fikrî akımdır.
Bu değerlendirmelere göre ülkücülük bir yaşam tarzı mı yoksa eylem biçimi midir?
Ülkücülüğün bir yaşam tarzını ifade eden eylem yönünün bulunması, ülkücü kavramını da izah etmeyi gerekli kılmaktadır. Ülkücülüğe mensubiyetin adı olan ülkücü, aynı zamanda kendini de bu çerçevede anlamlandırırsa mensubiyeti bir mana taşıyacaktır. Başbuğ’un, ülkücü ile ilgili pek çok konuşmasına, yazısına, özel eğitim programındaki değerlendirmelerine şahit oluruz.
Daha çok gençlik üzerinden bu sıfatlandırmayı değerlendiren Türkeş, gençlerle her konuşmasında iyi bir ülkücünün ilim ve ahlak sahibi olması, yaşadığı topluma örnek olması, yaptığı işte çok başarılı olması gerektiği hususlarını sürekli vurgulamıştır.
Genellikle “Türk Milliyetçiliği Davasına Gönül Vermiş Aziz Ülküdaşlarım, Bozkurtlarım, Değerli Dava Arkadaşlarım, Değerli Ülküdaşlarım” gibi mensubiyeti güçlendiren hitaplarla başladığı konuşmalarında, bir ülkücünün nelere dikkat etmesi gerektiğini anlatan Türkeş, konuşmalarının ilerleyen dakikalarında Türk milletinin yarınlarını inşa edecek kadroların ülkücülerle mümkün olacağını anlatırdı.
7 Ekim 1990 tarihinde, bir basın toplantısını haberleştiren Yeni Düşünce gazetesinde, ülkücülerle ilgili şu değerlendirmelerde bulunduğunu görürüz:
“Geçmiş yıllarda olsun, yaşadığımız günlerde olsun davamız ve hareketimiz için çeşitli sıfatlandırmalar yapılmıştır. Milliyetçi Hareket gibi, Ülkücü Hareket gibi, Ülkücüler gibi sıfatlar, bizi anlatmak, ifade etmek için kullanılan kelimelerdir. Biz de gerek fikir ve düşünce sistemimizi kullanırken gerek hareketimizin dayanak noktalarını ifade ederken çok açık bir şekilde beyanlarda bulunarak maneviyatçı, millî mukaddeslere bağlı bir sistemi ve hareketi temsil etmekte olduğumuzu söyledik. Türk milliyetçiliği fikrini, İslam imanı, ahlak ve faziletini temel alan bir siyasi hareket olarak kendimizi tarif ettik. Kaynağını Türk İslam Ülküsü’nde bulan Türk milliyetçiliği diyoruz. Milliyetçilik ve Ülkücülük sıfatı, Ülkücüler tanımlaması, bizim kendi kendimizle ilgili bir beyanımız olmasının ötesinde, devlet-millet-vatan varlığı ve bütünlüğü yolunda verilen, kutlu mücadelenin yolunda verilen kutlu mücadelenin fertlerine Türk milletinin verdiği, yakıştırdığı bir şeref sıfatıdır. Bu kelimenin, bu şerefli sıfatın yanına hiç de yakışmayan bir kelimeyle kullanılmasını büyük talihsizlik olarak görürüz. Ülkücü, İslam imanının, ahlak ve faziletinin sahibidir.”[9]
Yine 1992 yılının Temmuz ayında Alparslan Türkeş, Gençlik ve İstişare Toplantısı’nda, “Türk Milliyetçiliği Davasına Gönül Vermiş Aziz Ülküdaşlarım” diyerek başladığı coşkulu konuşmasında, ülkücü gençlere şu nasihatlerde bulunacaktır:
“Türk Ülkücüleri olarak sizler, senelerden beri doğru, haklı ve gerçek olan fikirlerin sahipleri ve savunucuları olarak; ülkemizdeki fikir mücadelesinin de galipleriyiz, galip olan tarafı teşkil ediyoruz. Hepiniz Türk Milliyetçisi gençler olarak, Ülkücüler olarak, fikir hayatımızın fikir galipleri olarak başlarınızı dik tutunuz, başlarınız dik geziniz. En büyük ve değerli yatırım insana yapılandır. İmanlı, ahlaklı, ülkü sahibi bir gençlik, o milletin geleceğinin teminat altına alınması demektir.”[10]
Ülkücülük ile ilgili değerlendirmelerde dikkat çeken iki husus vardır: Birincisi ülkücülerin, iman ve ahlak sahibi kişiler oldukları; ikincisi de ülkücülerin devlet-millet-vatan için bir fikir mücadelesinin içinde bulundukları ve haklı çıktıları vurgusudur.
Netice itibarıyla ülkücülük şuuruna sahip olan ülkücüler, yaşamının bütün evrelerini iman ettiği değerlere göre şekillendiren bir anlayışın fertte hayat bulmuş hâlidir. Ferdin bu tarzının, cemiyetin şekillenmesi amacıyla bir yönteme dönüşmesi ilke edilir.
GAZİ KARABULUT -TÜRK YURSU / TURKISH FORUM – ABDULLAH TÜRER YENER