İran Türkleri ve Türk Dünyası

Türkiye dışında yaşayan Türkler konusu, Atatürk dönemini ayrı tutarsak bir tabu olarak görüldü. Bir avuç bilim insanı ve meraklıların dışında konuşulmadı ve ciddi araştırmalara tabi olmadı. Türklük ve Türkçülük konusu, daha çok yabancı bilim insanlarının araştırma alanı oldu. Türkiye de ki Türkçülük hareketini başlatanlar da, Türkistan ve Kafkasya dan gelen bilim insanları ( Kırımlı İsmail Gaspıralı, Azerbaycanlı Ahmet Ağaoğlu, Kazanlı Yusuf Akçura, Baş kurtlu Zeki Velidi Toğan vd) olmuştur.

Zaman zaman sorun çıktığın da, Doğu Türkistan Türkleri Uygur ve Irak Türkmenleri veya Balkan Türkleri kamuoyun da konuşulur ama bu daha çok çıkan sorundan dolayı insani nedenlerle konuşulur ve kapanırdı. Özel bir Türklük bilinci ve ilgisi yoktu. 1989 da, Sovyetler Birliğinin yıkılmasıyla, Türkiye dışında yaşayan Türkler konusu, Türk kamuoyu tarafından ilgiyle karşılandı ve sıkça konuşulur hale geldi. Türk dünyası konusu, çok sayıda bilim ve düşün insanının çalışmasına ve ilgisine neden oldu. Dış Türkler deyince genel de Türkiye de ki algı Balkanlar da yaşayan Türkler akla gelirdi, doğu blokunun yıkılmasın dan sonra, Türkistan (Orta Asya) ve Kafkas Türklerinin farkına varıldı ve ilgi arttı. Ama hala ihmal edilen ve yeterince ilgilenilmeyen İran Türklerini görüyoruz. İran ve İran Türkleri, orta Asya, Kafkaslar, Irak Türkleri veya Balkan Türkleri kadar konuşulmamakta ve araştırılmamaktadır.

Oysa ki İran coğrafyası, İran tarihi ve İran Türkleri, tarihsel, kültürel ve politik olarak Türk dünyasında özel bir yeri vardır. İran nüfusunun yaklaşık yarısı Türk kökenli halklardan (Azeriler, Kaş kaylar, Türkmenler, Kaçarlar, Halaçlar, Afşarlar, Kara papak vd) oluşmaktadır. Bununla birlikte İran devletinin tek resmi dili var o da Farsçadır. Yaklaşık 40 milyon kişinin konuştuğu Türkçe İran devleti tarafından tanınmamaktadır. Oysaki İran Anayasasının 15. Maddesi Fars olmayan etnik azınlıkların dilleri ve kültürlerinin korunmasını öngörmektedir. İran’ın bulunduğu coğrafya, Türk kökenli halklar tarafından uzun asırlar boyunca yönetilmiş ve bu topraklar Türklere yurtluk yapmıştır. Ama İran devleti tam olarak bir Türk devleti olmamıştır. Fars etnik unsuru hep galebe çalmıştır. Ancak İran coğrafyasın da, Türk devletleri kurulmuş ve bölge hep Türk hâkimiyetin de olmuştur.

Gazneliler Devleti, 961-1186 Büyük Selçuklu Devleti, 1038-1157 İldenizliler,1136-1225 Harezmşahlar Devleti, 1097-1231 Timur İmparatorluğu, 1370-1507 Karakoyunlular Devleti, 1380-1468 Akkoyunlular Devleti, 1378-1508 Safevi Devleti, 1501-1736 Afşar Hanedanı, 1736-1802 Kaçar Hanedanı, 1796-1925 Görüldüğü gibi, İran Türklüğü Anadolu Türklüğünden önce varlık göstermiş ve devlet kurmuştur.

Bu nedenle İran coğrafyası Türk kültür mirası açısından özel öneme sahiptir. Bir toprak parçasının yurt olmasının en önemli koşullarından birisi o topraklar da gerçekleştirilen kültür değerleridir. İran coğrafyası dün de bu gün de Türklerin kadim kültür ve siyasi coğrafyasıdır. Türklerin nüfus olarak, Türkiye den sonra en fazla yaşadığı yer İran’dır. Türk varlığı Anadolu dan daha uzun bir geçmişe sahiptir. Ama her ne hikmetse, İran ve İran Türklüğü, Türk dünyasın da ve Türk kültür ve siyasetin de gerektiği gibi yer almamaktadır. Türklük için bu kadar önemli bir coğrafyanın ve yaklaşık 40 milyon Türk’ün yaşadığı bir ülkenin Türk dünyasın da yeteri kadar görülmemesi önemli bir eksikliktir.

İran coğrafyası, Anadolu ile Orta Asya Türklüğü arasın da bir köprüdür. Coğrafi bütünlüğü sağlayan konumdadır. Bir başka ifadeyle, İran coğrafi konumundan dolayı Türk coğrafyasını bölmekte ve Türklerin coğrafi bütünlüğünü engellemektedir. İran, İslam ve Arap kültüründen en az etkilenen ülkedir. Sonradan Müslüman olan halklar, Türkler başta olmak üzere İslam ve Arap kültüründen çok etkilenmiştir. İran özellikle Arap kültüründen etkilenmediği gibi, Arapları ve diğer bazı, özellikle Şii mezhebinden olan Müslüman halkları da etkilemiştir. İran İslamiyet öncesin de köklü bir devlet geleneğine sahiptir. Oysaki, İslam’ın doğduğu Arabistan da, göçebe halkın İslamiyet öncesi devlet geleneği yoktur. Bu nedenle İran İslam dan ve Araplardan daha az etkilenmiş ve hatta etkilemiştir.

Türkler, 16. Yüzyıla kadar, kendi gelenekleriyle İslam’ı uyumlaştırarak yaşamışlar ama, Yavuz Sultan Selim’in 1517 de Hilafeti ve iki bin civarın da Arap kökenli din adamını İstanbul’a getirmesiyle, Türk İslam anlayışı yerine Arap İslam anlayışı saray ve İstanbul da ki kentliler arasın da yayılmıştır. Ancak Anadolu da yaşayan Türkler bu değişimden daha az etkilenmiştir. Farsların, İslam karşısın da milli kimlik ve geleneklerini daha fazla korumaları İran’ı daha kişilikli ve güçlü kılmıştır. İran bu anlayış ve geleneğini hep sürdürmüş ve hatta 1979 İslam devriminden sonra da, milli kimliğini güçlendirme anlayışını milli stratejisi haline getirmiştir. İran milli kimliğini daim kılmak için, diğer İslam milletlerinin aksine İslam’ı ve özellikle de Şiiliği büyük bir marifetle kullanmıştır. Yani, bir başka ifadeyle, İslamlaşma ve Araplaşma yerine daha fazla Farslılaşmak için İslam’ı kullanmıştır. İran devleti, Şiiliği, milli bir mezhep ve kendi çıkarları için kullandığı siyasi ve stratejik bir enstrüman haline getirmiştir.

İran, Şiilikle İslam dünyasını böldüğü gibi, Türk dünyasını da bölmektedir. Şii Türklere dini bir kimlik olarak sunmaktadır. Oysaki kendisi Fars kimliğinden taviz vermemektedir. Din ve Mezhep bir ulusun kimliği olamaz, zira hiçbir millet dini kimliğiyle çağrılmaz ve o adı taşımaz ama İran ülke de yaşayan bütün etnik grupları Şiilik adıyla bir araya getirmekte ve herkesi Farsça konuşturmaktadır. İran, 1989 da, Doğu Bloku yıkılınca özgürlüğüne kavuşan Türk kökenli cumhuriyetlerde dini faaliyetlerde bulunmuştur. Özellikle de Şii mezhebine mensup başta Azerbaycan olmak üzere, Türk halklarını mezhepsel olarak etkilemeye çalışmış ve kendi etrafın da ulusal çıkarına uygun şekil de işbirliği yaratmaya çalışmıştır. Sünni mezhebin den olan Tacikistan da ise soy birliğini kullanarak Fars kimliğini kullanmıştır. Benzer durumu Afganistan’da da sergilemiştir. İran, gerektiğin de Şiilik, gerektiğin de Fars kimliğini kullanmıştır.

Şiilik, İran’ın milli mezhebi ve milli dini haline gelmiştir. Şiilik, İran’ın kontrolünde kendi ulusal çıkarı için ülke içinde ve dışında kullandığı kutsal bir koz haline gelmiştir. Devlet yöneticilerinin bu tutumuna rağmen İranlı aydınlar, ülkenin geri kalmasının nedenini İslam’a bağlamaktadır. Ülkede ki Şii ruhani sınıfın din, politik ve ekonomik gücüne rağmen, ülke de kutlanan en coşkulu bayram dini değil, geleneksel 21 Mart Nevruz bayramıdır. İran’ın kültür kodları ve bulunduğu coğrafyanın İran politikası üzerinde önemli etkisi vardır. Bu durum bütün ülkeler için geçerli olmakla birlikte, İran da bulunan İslami bir iktidar için normal bir durum değildir. Zira, İran mollaları ülkeyi İslami bir rejimle yönettiklerini söylemekle birlikte, yönetim kararlarını İslami prensiplere göre değil İran devletinin çıkarları neyi gerektiriyorsa o politikayı uygulamaktadır. İran mollaların bu tutumu, 17.Yüzyılda, bir din adamı olan ünlü Fransız diplomat ve politikacı Kardinal Richelieu, Fransa’nın çıkarlarını Hıristiyan dayanışmasının üstün de görmüş ve bir din adamı olmakla birlikte ulusal çıkarı dini inanışının önüne koymuştur. Bu tutumunu izah ederken de, uluslararası ilişkiler ve diplomasiye hediye ettiği “Raison d’Etat” (Devlet aklı, devletin nedeni veya devlet çıkarı) olarak izah etmiştir. İranlı din adamlarının tutumuyla örtüşmektedir. Molla rejiminin milliyetçiliğinin bir istisnası vardır. O da kendi iktidarlarına yönelik tehditlere karşı her türlü tedbiri almakta gösterdikleri kararlılıktır. İslami rejimlerine dokunmaya müsaade etmemektedir.

İran Türklerinde soy veya etnik milliyetçilik anlayışı gelişmemiştir. Ülke veya devlet milliyetçiliği, İran milliyetçiliği vardır. Kendi öz kültürlerinden ziyade, Fars ve Şii kültürü etkisindedir. Kendi dilini kullanamamakta ve kendi kültürünü yaşayamamakta ama bir itirazı da olmamaktadır. İlginç bir şekilde, bu durumu bir kader gibi, umutsuz bir durum gibi görmektedir. Fars kültürü ve devletine sadık bir yurttaş olarak yaşamayı önemsemekte ve kendi etnik ve kültür hakkını savunma ihtiyacı duymamaktadır. İran Türkleri uluslaşamamıştır. Kendi milli değerlerinden kopuk yaşamaktadır ve onları birleştirecek ortak dil kullanımı zayıftır. İran devleti kendilerinin olmamakla birlikte kendiler inmiş gibi davranmaktadır. Devletin dili hangi halkın diliyse, devlet onun devletidir. Modern ve çağdaş bir ulus yaratmak için önce ulus devleti kurmak gerekir. Tarih te bunun çok örneği vardır. En iyi örneklerden birisi, dağınık olarak çeşitli isimlerle küçük devletçikler halinde yaşayan İtalyan halkı 1861 de, birleşip kendi adlarıyla büyük İtalya’yı kurunca, ünlü İtalyan milliyetçi politikacı ve entelektüeli Massimo D’Azeglio: İtalya’yı yarattık, şimdi de İtalyanları yaratmamız gerek diyerek ulus devletlerin millet yaratmada ki rolü ve önemini ifade etmiştir.

Benzer bir durumu İran Türklerinin yaşaması gerekir. İran da, iyi yetişmiş Türk kökenli aydınların varlığı bilinmektedir ama Türklük hassasiyeti olmadığı için, halkı aydınlatacak ve organize edecek modern ve çağdaş fikirlerin yayılması mümkün olmamaktadır. İran, jeopolitik olarak, son derece önemli bir konumdadır. Orta Doğu, Kafkaslar, Batı Asya, Güney Asya ve Orta Asya ile komşudur. Asya da, Güney – Kuzey ve Doğu – Batı ticaret yolu üzerindedir. Önemli suyolu ve petrol ticaretinin ana damarı olan Basra Körfezi ülkesidir. Bu coğrafi pozisyon, İran’ı uluslararası politika ve diplomasi açısından önemli politik aktör konumuna taşımaktadır. Bunlara ilave olarak, İran, birbirinden çok farklı kültür ve medeniyetin ortasın da yer almaktadır. Uzak Asya kültürleri, Çin, Hindistan, Batı Asya kültürleri, Ermenistan, Gürcistan, Orta Doğu kültürü Arap ülkeleri, Orta Asya kültürü, Türk kültürü vb. İran’ın bir başka özelliği, coğrafi olarak üç tarafında Türk kökenli ülkelerle çevrili olmasıdır. Kuzeyinde Hazar Denizinden ve karadan Türkmenistan ile, batısından Azerbaycan ile ve güneyinden Türkiye ile komşudur. Yukarı da not ettiğimiz gibi, İran içinde de yaklaşık 40 milyon Türk yaşamaktadır. İran tarihi geçmişi, bulunduğu coğrafya ve içinde yaşayan Türklerle birlikte değerlendirildiğinde, Türk dünyası ile iç içe yaşamaktadır. İran molla yönetimi ülke için de baskın bir Fars hakimiyetini empoze etmektedir.

Devletin Fars olma karakterinden taviz vermemekte ve karşı çıkanları bölücülük ve hainlikle suçlayıp ağır cezalar vermektedir. Dolaysıyla, Fars kültürünün ve dilinin dışında başka etnik gruplara kimliklerini yaşama şansı vermemektedir. Bu nedenle de İran da yaşayan Türk halkları ülke için de ve dışında yaşayan Türklerle kültür ve soy bağı temelin de iletişim kuramamaktadır. Aksi taktir de bölücü ve hainlikle suçlanıp cezalandırılmaktadır. Ülke içinde yaşayan Türk kökenli aydınların, mevcut şartlarda etnik kültürel veya siyasi bir faaliyette bulunması mümkün değildir. Ancak ülke dışında yaşayan aydınların, günümüz teknolojilerini kullanarak İran da yaşayan Türk kökenli halklara ulaşması mümkündür. Sosyal medya üzerinden iletişim mümkündür. Ancak bunu yapacak örgütlenme ve finansal kaynak sorunları olduğu da bir vakıadır. Günümüz de gönüllü ve amatörce bu iletişimi sağlayan kişi ve gruplar olsa da bu çabalar yeterli olmamaktadır. Bu tür faaliyetler için bir devlet desteği gereklidir. Bu tür faaliyetleri yapmak durumunda olan ülkeler, Türkiye, Azerbaycan ve Türkmenistan’dır. Ama bu üç Türk ülkesi de İran ile olan ilişkilerine zarar verir endişesiyle böyle bir faaliyette bulunmamaktadır. İran, içinde barındırdığı Türk kökenli yurttaşlarından dolayı, Türkiye ve Azerbaycan dan tehdit ve tehlike algılamaktadır. Bu nedenle, İran, her iki ülkeye karşı mesafeli davranmaktadır. Bu mesafeli tutumunu açık etmek için de, Azerbaycan-Ermenistan sorunun da Ermenistan’ı aleni olarak desteklemekte ve bunu da özellikle görünür kılmaktadır. Ermenistan ile yakın politik, askeri ve ekonomik ilişki kurmaktadır.



Türkiye’ye karşı ise PKK militanlarını açıkça desteklemektedir. Türkiye’nin kaldırılması yönünde ki ısrarlı tutumuna rağmen PKK’nın askeri eğitim kamplarına ve hastanelerine ev sahipliği yapmaktadır. İran özellikle bölge politikasın da, Türkiye’nin çıkarlarını göz ardı eden politikalar takip etmektedir. Irak ve Suriye de ki Türkiye karşıtı politikalarını saklama ihtiyacı bile hissetmemektedir. İran, Asya da, Pekin-Moskova-Tahran aksı yaratarak hem batıya özellikle de ABD’ne karşı bir denge kurmaya çalışmakta hem de Doğu Türkistan’ı işgal eden Çin ve Rusya Federasyonun da yaklaşık 30 milyon Türk barındıran Rusya ile dile getirilmeyen ortak tehlike Türkler üzerinden iş birliği yapmaktadır. İran’ın burada ki amacı, Türkiye ve Azerbaycan’a Türkler konusunu kaşıma sorun sadece bende değil diğer ülkelerde de Türk var onlarla size karşı iş birliği yolunu açarım mesajı vermektedir. İran hem Çin hem de Rusya ile yakın ekonomik ve politik ilişki kurmuştur. Birini diğerine karşı oynamaktadır. Ayrıca İslami bir rejime sahip olmasına rağmen bu iki ülke de yaşayan Müslümanlar ile ilgilenmediğini göstermektedir. Bu ülkeler de yaşayan İslamcılara ilgi göstermemektedir. İran, Asya da daha başarılı politikalar gerçekleştirmektedir.

Çin-Rusya ve Çin-Hindistan rekabetini kendi çıkarı için kullanmaktadır. İran, orta Asya da, Türk kökenli ülkelerin bağımsızlığını değil Rusya’nın kontrolünde devam etmesini istemektedir. Bağımsızlığını güçlendiren Türk kökenli Cumhuriyetlerin kendi içinde ki Türkleri de cesaretlendireceğini ve Türkiye ile ekonomik, politik ve askeri olarak yakın ilişki kurarak Türkiye’nin ve diğer Türk kökenli cumhuriyetlerin güçleneceğini düşünmektedir. Bu nedenle İran, Türk Cumhuriyetlerinin Çin ile yakın ilişki kurarak Rusya’yı dengeleme çabalarına destek vermemektedir. Çin, Orta Asya dan petrol ve gaz tedarik ederek bölgede önemli yatırımlara sahip olmuştur. Rusya, bu durumdan ziyadesiyle rahatsız olmakta ve özellikle Kazakistan’ın bu yöndeki girişimlerinden rahatsızlığını saklamamaktadır. Ama orta doğuda kendine rakip olarak gördüğü, Türkiye-Suudi Arabistan ve Mısır ile aynı derecede ilişki düzeyine sahip değildir. İran, kendi içinde ki Arap nüfusa aldırmadan Arap ülkelerinde ki Şii mezhebinde olan Arapları organize ederek onları kendi ülkelerinde hükümetlerine karşı tehdit unsuru olarak kullanmaktadır.

Irak, Bahreyn ve Lübnan bu politikanın en iyi örneklerdir. İran, dünyanın en tehlikeli nüfus yapısına sahip ülkelerden birisidir. Buna rağmen en az sorun yaşayan ülkelerden de birisidir. Bu İran devleti için büyük bir başarıdır. Örnek alınması gereken bir vakıadır. İran, ülke için de, yurttaşlarının bir kısmını Şii mezhebi etrafın da, diğer Şii olmayan yurttaşlarını da İran Fars devleti etrafında toplamayı başarmıştır. Hiçbir etnik gruba, ayrıcalık tanımamış, onların dil ve kültürlerini yok saymış ve onlardan da ciddi talep gelmemesini sağlayabilmiştir. Ülke de Fars etnik grubunun siyasi ve kültürel hâkimiyetini sağlamayı da başarmıştır. Dışarıda, Şii olmayan Fars kökenli Tacikistan ve Afganistan ile etnik temele dayalı Farsça Konuşan Ülkeler Birliğini kurmaktan geri kalmamıştır. Türkiye de veya Azerbaycan da, nüfusun yarısı Fars kökenli olsaydı, İran bu iki ülkeye ne yapardı ve bu iki Türk cumhuriyeti İran’a ne yapmaktadır. Bu sorunun cevabı, Türklerin kendi soydaşlarına karşı insani görevinin ne kadarını yerine getirdiğinin göstergesi olacaktır. Bu davranış aynı zaman da, bu iki ülkenin politik, ekonomik ve askeri çıkarına da olacaktır. Aynı zaman da soydaşları da kendi dil ve kültürleriyle birlikte onurlu bir yaşama kavuşacaktır.

Prof. Dr. Haydar Çakmak / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir