CHP’nin İkinci Yüzyıla Çağrı’sı üzerine düşünceler – 4
Haluk Dural
Milli Merkez Genel Sekreteri
21.12.2022
Geçtiğimiz 3 Aralık Cumartesi günü İstanbul’daki Lütfi Kırdar Kongre Sarayı’nda CHP tarafından düzenlenen, televizyonlardan yapılan naklen yayınların yüksek izlenme rekoru kırdığı, izleyicilerin büyük coşkusuna mazhar olan “İkinci Yüzyıla Çağrı” toplantısı, çok değerli katılımcıların yaptıkları sunumlarla muhalif kesimlerde önemli bir ses getirmiştir. Bu toplantıda dile getirilen hususlar günlerdir yazılı, görsel 7e sosyal medyada, uzman olan veya olmayan pekçok kişi tarafından lehte veya aleyhte görüşler öne sürülerek değerlendirilmekte ve tartışılmaktadır. Toplantıda yapılan sunumlara ait metinler CHP resmî sitesinde “İkinci Yüzyıla Çağrı” başlıklı 78 sayfalık bir belge olarak yayınlanmıştır.[1]
Bu makalemizde, anılan toplantıda yapılan sunumlar hakkındaki görüş ve değerlendirmelerimiz yapılacaktır:
4- Prof. Dr. Hakan Kara’nın konuşması:
Prof. Dr. Hakan Kara yaptığı konuşmaya bir önceki konuşmacı Hacer Foggo’ya eleştirel bir gönderme yaparak başladı;
“Hacer Hanım’ın sunumundan sonra bir anda finansal konulara geçmek kolay değil. Derin bir yoksullukla ilgili bir sunum dinledik. Fakat şöyle düşünmek lazım, yani yoksullukla mücadele için kaynak gerekiyor. Yoksullukla mücadele için de sürdürülebilir bir büyüme lazım, gelir artışı lazım. Bunun için de işte uygun, ayağı yere basan bir makro çerçeve ortaya koymak gerekiyor.”
ve yoksullukla mücadele için en temel kuralı “kaynak gerekiyor, sürdürülebilir büyüme ve gelir artışı lazım” diyerek net ve doğru olarak ortaya koymuştur.
Sayın Kara, özellikle 2001 krizinden sonra yaşananları hatırlatarak, bunlardan dersler çıkarılmasını sağlayacak durum tespiti yapıyor:
“Geçmişten ders alıp geleceğe yönelik politikalar tasarlamak gerekiyor. Türkiye’nin önemli bir deneyimi var. 2001 krizi sonrası uygulanan politikalar…”
“2001 sonrası önce bir enflasyon hedeflemesi uygulandı. O dönemde bağımsız para politikası ve Merkez Bankası’nın kısa vadeli faizleri temel araç olarak kullandığı ve buna da sıkı bütçe politikasının faiz için fazla ile eşlik ettiği bir program vardı. Ardından küresel kriz (2007’de ABD’de başlayan kriz) sonrasında biraz yaklaşım değişmeye başladı. Finansal istikrar vurgusu ön plana çıktı. Ama arka planda da Merkez Bankası’nın faiz politikası üzerindeki kısıtlar o dönemde başlamıştı.”
“Daha sonra para politikasının önemsizleştirilmesi diye tanımladığım dönem var. Özellikle 2017 yılından itibaren kamu bankaları üzerinden para politikası, KGF[2] üzerinden para politikasının baypas edilmesi ve sonra 2018 yılında kanunen, 2019 yılında da fiilen Merkez Bankası bağımsızlığının bitmesine tanık olduk.”
“Ardından da bugün içinde bulunduğumuz süreç başladı. 2021 yılından itibaren KKM[3], kur rejiminde değişim, kredi politikasındaki değişik ile beraber bir finansal baskılama içerisinde belki de tarihin en enflasyonunu yaşadık.”
“Türkiye, 2001-2010 arasında kendine benzer ülkeler arasında neredeyse en fazla reel olarak değer kazanan para birimine sahip. 2011 sonrasına baktığımız zaman tam tersi söz konusu. Türkiye reel olarak en fazla değer kaybeden para birimine sahip.”
“İlk 10 senede enflasyonla mücadelede belli bir başarı elde edilmiş, ama dikkat ederseniz arka planda bazı makro finansal risklerin de birikmiş olması da söz konusu olabilir;”
“İlk 10 sene enflasyonla mücadelede belli bir başarı elde edilebilmiş, ama o sırada cari açık[A] hızlı bir şekilde yukarı gelmiş, ikinci 10 seneye baktığınızda da tam tersi bir durum. Cari dengede bir miktar iyileşme var ama enflasyon sorunu ile karşı karşıya gelmişiz.”
İlk on senede enflasyonla mücadeledeki başarının yarattığı makro finansal riskler acaba nedir?
2002 seçimleriyle AKP tek başına iktidar olunca, başta Amerika olmak üzere AB ülkeleri bu iktidarı desteklemek için Türkiye’ye büyük ölçüde dış kaynak girişi sağladılar. Bu durumda Türkiye’nin 2002 yılında “Kamu(64,5)+Merkez Bankası(22,0)+Özel(43,1)” toplam dış borcu 129,6 milyar dolar iken, on yılda 180,1 milyar dolar artarak 2011’de (95,8+9,3+200,1) 305,3 milyar dolar oldu. Bu on yıllık dönemde yıllık ortama dolar kuru 2001’de 1,084 iken 2011’de 1,634 arasında kaldı. Bu döviz bolluğu ithalat patlamasına yolaçtı. Aynı dönemde 2002’de 99,5 milyar dolar olan iç borç stoku ise 97,3 milyar dolar artarak 197,8 milyar dolara yükselerek “makro finansal risklerin birikmesine” sebep oldu.
Aynı on yıllık sürede ülkeye Net Hata ve Noksan[4] faslından kayıt dışı giren kara para 76,9 milyar dolar olup, bunun 43,2 milyar doları aklanarak yurtdışına çıkmış, 33,7 milyar doları iç piyasada kalmıştır.
Bu büyüklükteki dış kaynak nerelere harcanmıştır.
Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla-GSYH içindeki paylar, % [5]
Yıllar Tarım Sanayi Hizmetler[6] İmalat Sanayi
1998 12,5 26,3 60,7 23,9
2000 10,1 23,0 66,9 20,1
2009 8,2 18,8 72,9 15,0
Tablodan görüldüğü gibi dış kaynak Hizmetler sektörüne aktarılırken, artan nüfusa karşın esas büyüme ve zenginleşmeyi sağlayan, GSYH ve elbette Milli Gelir içindeki Tarım, Sanayi ve İmalat Sanayi paylarının azalmıştır. Benzer eğilim AKP iktidarının ikinci on yılında da devam etmiş, özellikle 2017 Anayasa referandumu ile geçilen “tek adam” rejimi, demokrasinin temel koşulu olan “kuvvet ayrılığı” ilkesini yok ederek, adalet mekanizması üzerinde vesayet kurarak, hukukun üstünlüğünü ve güvencesini zayıflatarak ülkeye dış kaynak girişinin durmasına neden olmuştur..
2022’nin ikinci çeyreği (30 Haziran) itibariyle Türkiye’nin brüt dış borç toplamı, 444,4 milyar dolar oldu. Brüt dış borç stokunun 179,2 milyar doları kamu sektörüne, 29,4 milyar doları Merkez Bankası’na ve 235,8 milyar doları özel sektöre ait borçlardan oluşuyor.[7]
Böyle bir tablo Türk Lirasının, yabancı paralar karşısında hızla değer kaybedip, ülke döviz rezervlerin erimesine, kamu mali disiplinin bozulmasına ve derin bir ekonomik krize yolaçmıştır.
“Makro finansal riskler”in azaltılmasını sağlayacak olan panzehir, tarım ve sanayiye gereken dış kaynakların aktarılarak tarımda ve kurulması gereken yeni fabrikalarla sanayi üretimini artırmaktır. Ancak bu tedbirler bilinçli olarak alınmamış ve halen de alınmamaktadır.
Sayın Kara, “somut olarak nasıl bir makro finansal tasarımı uygun olabilir?” sorup, kendi sorusunun cevaplarını sunmaktadır.
“Ben dört ayaklı bir politika setinin uygun olabileceğini düşünüyorum. Para politikası kısmından çok bahsetmeyeceğim, çünkü Refet Hoca ona ayrıntılı olarak değinecek, para politikasını yerli yerine oturttuktan sonra yani o 2001 döneminde yapılanları yaptıktan sonra onun üzerine eklenmesi gereken politika bileşimden bahsediyorum ben. Bunun bir bacağını makroihtiyati politikalar[B] oluşturuyor, bir ayağını reel kur ve rezerv politikası, maliye politikası ve yapısal politikalar, bütün bunların birbirlerini destekleyecek şekilde devreye sokulması gerekiyor.”
“İkincisi döviz kuru politikası”.
“Merkez Bankası’nın dış şoklara karşı dayanıklılığı artırmak için güçlü rezervlere ihtiyacı var. İkincisi de döviz kurunun iktisadi temellerle uyumu”
“Türkiye zaten rezerv yeterliliği anlamında diğer ülkelerden çok geride, dolayısıyla önümüzdeki dönemde faizlerde bir normalleşme olursa, burada rezerv birikimi için önemli bir alan bulunuyor.”
2022-2011 döneminde ülkeye giren bol döviz ile kurlar kontrol altında tutulup, 2001 ortalama dolar kuru 1,084 ile 2011’deki ortalama 1,634 arasında tutularak güçlü TL yaratıldı. Ancak dış kaynak girişinin yavaşladığı 2012-2022 arasında ve özellikle neredeyse sıfırlandığı son yıllarda Merkez Bankası’nın 182 milyar dolarlık rezervinin özel operasyonlarla heba edilmesi ile TL dolar karşısında dünyada en hızlı değer kaybeden para olmuştur.
“Üçüncüsü maliye politikası.”
“2001 yılından sonra uygulanan politikaya baktığımız zaman orada düzgün işler yapıldı evet, en azından bütçenin iki yakası bir araya getirildi ve enflasyonla mücadeleye önemli katkı sağlandı. Fakat bir sonraki aşamada bu bir kalkınma politikasına dönüştürülemedi.”
“Faiz sebep, enflasyon sonuç” teorisine(!) göre uygulanan yanlış ekonomi politikaları, Bütçelerin neredeyse tamamının cari harcamalarda kullanılmasına, kalkınma politikalarına köstek olması yüzünden 2022 yılında 1 trilyon 750 milyar 957 milyon TL olan bütçenin yılın ilk altı ayında tüketilmesi üzerine 880 milyar 475 milyon TL tutarında bugüne kadar hiç yaşanmamış %50’lik artışla bir ek bütçe yapılmasına yolaçmıştır.
“Ve son olarak, sosyal transferler ve bölüşüm”
“Bütün bu politikaların yapısal alanda desteklenmesi gerekiyor… Spesifik olarak enflasyonla mücadeleyi merkezine alan bir politika tasarımı oluşturulacaksa, birkaç tane yapısal düzenleme önceliği benim aklıma geliyor. Bunlardan bir tanesi tarımsal arz yönetimi, tarımda verimliliğin artırılması… İthal girdi bağımlılığı dışarıdaki hammadde fiyatları veya döviz kurundaki değişmelerin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerinin sınırlanması, enflasyon oynaklığının azaltılması açısından çok kritik. Ve finansal derinleşme de yine dış finansal koşullardaki veya likiditedeki küresel risk iştahındaki değişimler karşısında Türkiye ekonomisinin dayanıklılığının artırılması gerekiyor.”
Sosyal transferler ve bölüşüm için öncelikle tarımsal üretim artırılmalı, ithal girdilerde önemli miktar tutan aramalı ve hammaddelerde mümkün olduğunca yerli kaynaklardan üretim yapacak birimler, fabrikalar kurulmalıdır.
Sonuç olarak işin özü; gerçekçi kur ve faiz politikası, mali disiplin uygulanmalı, iç ve dış kaynakların öncelikle tarımsal ve imalat sanayilerine yatırım yapılarak bu sektörlerin GSYH içindeki paylarını artırmak gerekir.
* * *
[1] : https://chp.org.tr/yayin/kinci-yuzyila-cagri-bulusmasi/Open
[2] : KGF, Kredi Garanti Fonunun kısaltması olup küçük ve orta ölçekli işletmeler için sağladığı kefaletle bu işletmelere destek veren ve yatırımlarının ve işletmelerinin finansmanında banka kredisi kullanmalarını mümkün hale getiren fon kaynağıdır.
[3] : KKM, Kur Korumalı Mevduat açılımına sahip olan KKM kavramı, Türk Lirası olarak yapılan birikimlerinizi kurda oluşan değişimler karşısında değerini korumaktır.
[4] : Haluk Dural, Şu Net Hata Noksan Dedikleri…, https://www.academia.edu/86691195/%C5%9Eu_Net_Hata_ve_Noksan_Dedikleri
[5] : DPT 2009 Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla, Cari (Alıcı) Fiyatlarla, Tablo II.1’den türetilmiştir. AKP iktidarı güvenilir bilgi üreten DPT’nı 2011 yılında kapattığı için artık sadece TÜİK’in yayınladığı güvensiz bilgileriyle uğraşılmaktadır.
[6] : Hizmetler Sektörü bileşenleri; İnşaat, Ticaret, Ulaştırma, Mali Aracı Kuruluşlar, Konut Sahipliği, Dolaylı Ölçülen Mali Aracılık Hizmetleri(-), Kamu Yön. ve Savunma, Zorunlu Sos. Güv., Eğitim, Sağlık İşleri ve Sosyal Hizmetler, Vergi-Sübvansiyonlar
[7] : https://medyascope.tv/2022/09/30/turkiyenin-dis-borcu-4444-milyar-dolar-milli-gelirin-yuzde-537sine-ulasti/#:~:text=Hazine%20ve%20Maliye%20Bakanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1%2C%202022,444%2C4%20milyar%20dolar%20oldu.
SON NOTLAR:
[A] : Cari işlemler dengesi olarak da tanımlanan cari denge, ödemeler dengesi bilançosunun dış ticaret (ihracat-ithalat), hizmetler (hizmet alımları-hizmet satımları), yatırım (net faktör) gelirleri (dış yatırım gelirleri-dış yatırım giderleri) ve cari transferler (karşılıksız olarak elde edilen dış gelirler-karşılıksız olarak yapılan dış giderler) dengelerinin toplamından oluşur. Ülkenin cari işlemlerden elde ettiği gelirler, cari işlemlere yapılan giderlerden daha büyükse bu durum cari fazla (cari işlemler fazlası), daha küçükse cari açık (cari işlemler açığı) olarak nitelenir. Mahfi Eğilmez, “Cari Denge”. Ekonomi Sözlüğü. 7 Haziran 2015 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 1 Nisan 2015.
[B] : Öteden beri daha çok para politikasının içinde uygulanan bazı önlemler son yıllarda makro ihtiyati önlemler adı altında yeniden sınıflandırılarak yeni uygulamalara konu olmaya başladı. Makro ihtiyati önlemler (Macroprudential Policy) deyimi bugün, finansal sistemde (bankalar, sigorta şirketleri, finansal kiralama şirketleri, faktoring şirketleri ve diğerleri) ortaya çıkabilecek riskleri denetlemek ve düşürmek amacını güden önlemler bütününü tanımlamak için kullanılıyor. Bu düzenlemeler arasında finansal şirketlerin sermayelerinin güçlendirilmesi, sermaye yeterlilik oranlarının yüksek düzeyde tutulması için önlemler alınması, kredilerin büyümeyle uyumlu gitmesinin sağlanması, çeşitli rasyoların belirlenmesi ve izlenmesi gibi önlemler ön planda bulunuyor. Çoğu, Basel düzenlemelerinde yer alan bu kurallara ek olarak bazen bunların dışında dolaysız ve dolaylı düzenlemeler de uygulamaya konulabiliyor. Dolaysız düzenlemeler arasında bankaların açacakları kredilere toplu olarak ya da grup temelinde sınırlamalar konulması en önde gelen önlem olarak dikkat çekiyor. Aslında para politikasında dolaysız politika araçları arasında yer alan bu önlem günümüz modasına uyarak makro ihtiyati önlem olarak adlandırılıyor. Bu tür dolaysız önlemlerin varlığına karşılık uygulamada genellikle dolaylı düzenlemeler ön planda yer alıyor. Örneğin zorunlu karşılık oranlarının artırılması, bir yandan enflasyonun denetlenmesine katkı sağlayan bir para politikası aracı olarak uygulanabilirken bir yandan da makro ihtiyati önlem olarak finansal kesimin fazla kredi açarak riskleri büyütmesine engel olmayı amaçlıyor. https://www.mahfiegilmez.com/2014/04/makro-ve-mikro-ihtiyati-politikalar.html