Yüz Yıllık Mesele: Alman Vakıfları -ALMAN VAKIFLARI VE BERGAMA DOSYASI
2002 yılında Necip Hablemitoğlu cinayetinin arka planındaki sislerin arasında adı sıkça geçen Alman vakıfları Türk siyasi, kültürel ve sosyal yaşamında hayalet bir virüs gibi her noktada isminden söz ettiriyor. Yüz yıl öncesinden günümüze kadar değişmeyen bir olgu bu. Alman vakıflarını anlamak için Alman devlet politikası ve küresel denklemdeki hayallerini bilmek gerekiyor. Sivil toplum kuruluşu uzmanı, gazeteci ve diğer sosyal kimliklerle ülkenin her yerinde rahatça gezen kişilerin gizli ajandalarından stratejik ve askeri projelerin altyapılarına yön veren çabalar çıkıyor. 19. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu ile Almanlar arasındaki ilişkilerin yoğunluk kazanmasıyla birlikte çok sayıda Alman, İsviçreli ve Avusturyalı İstanbul’a geldi. Bağdat Demiryolu Projesi’nin hayata geçirilmesi, Avusturya İmparatoru Franz Joseph ve Alman İmparatoru II. Wilhelm’in İstanbul ziyaretleri, Orientbank’ın kuruluşu, Alman şirketlerinin İstanbul’da temsilcilik açmaları, Almanca ana dilli zanaatkar, bilim insanı ve askeri danışmanın padişahın hizmetine girmesi, Osmanlı ile Almanlar arasında giderek gelişen iktisadi, siyasi ve kültürel iş birliğine işaret ediyordu.
Alman Vakıflarının İşlevi
20. yüzyılın başında değişen siyasi ve toplumsal koşullarla birlikte Nazi Almanyası’nın nüfuz faaliyetleri, dünyanın tüm ülkelerine yönelik istihbarat ve espiyonaj çalışmalarından Türkiye de ciddi oranda etkilendi. Gazetelerin yazı işleri şeflerinin bile ayrıştırılarak politik desteklerin sağlanmaya çalışıldığı bu dönemde Cumhuriyet gazetesi Nazi Almanya’sının destekçisiydi.
Kuşkusuz Alman vakıfları da Almanya’nın nüfuz politikalarını oluşturan halkanın içinde önemli bir yerdedir. Araştırmacı yazar Celal Tahir Alman vakıflarının küresel oligarşinin bir misyoneri olduğunu vurgulamaktadır:
“Bağlı bulundukları ülkelerin yüksek siyasetlerini gizli veya açık sürdürmek için faaliyet gösteriyorlar. Son dönem Avrupa’daki görev dağılımında Almanya da üzerine düşeni yapıyor. Küresel oligarşik hedefler Almanya tarafından yürütülmek isteniyor. Gezi olaylarında da diğer meselelerde de Almanya’nın parmağı var. Bunlar küresel bir laboratuvar gibi uygulandı. Önümüzdeki dönemlerde daha farklı şekillerde karşımıza çıkacak.”
Türkiye’deki ilk Alman derneği 1847 yılında Alman camcılar tarafından Teutonia ismiyle kuruldu. Almanya devletinin değişimine göre Türkiye’deki faaliyetlerine yön veren dernek 2013 yılından itibaren İstanbul Şarkiyat Enstitüsü’ne kiralandı.
Masum Söylemlerin Arkasındaki Hesaplar
Çevre duyarlılığı, insan hakları, kadın özgürlüğü gibi sosyal konulardaki söylemleriyle her gittiği coğrafyada taban bulabilecek başlıkları seçen vakıflar maddi sponsorluk ve eğitim lojistiği sağlayarak süreçlerin yönetilmesini de sağlıyor. Bu kadar sevimli ve insancıl bir misyonla toplumsal taban arasında yer almayı başaran vakıfların yıllar içerisinde faaliyet gösterdikleri konular arka plandaki niyetin çok sevimli olmadığını ortaya koyuyor. Alman Yeşiller Partisi milletvekili Claudia Roth Almanya’nın şehirlerinden daha fazla Diyarbakır’da vaktini geçirmiş ve Türkiye’nin terörle mücadelesini engelleme konusunda uluslararası kamuoyu oluşturmaya çalışmıştır. Hem Roth hem de Cem Özdemir’in eş başkanı olduğu Yeşiller Partisi Türkiye karşıtı söylemleri ilk üreten yapılar arasındadır.
15 Yıl Sonra Aynı Yerde
Türkiye’nin altın madeni serüveni aslında ülkedeki Alman siyasetinin değişimini de göz önüne seriyor. Artvin Cerattepe’de yaşanan gelişmelerin ardında da Alman vakıflarının olduğu dillendiriliyor. Almanya’daki Kultur und Art Initiative Vakfı’nın konuğu olarak her yıl on beş gün süreyle eğitimden geçirildiği iddia edilen isimler, enerji projelerine karşı eylemleri de organize etmekle suçlanıyor. 1999 yılında Konrad Adenauer Vakfı’nın Türkiye Temsilcisi Wulf Schönbohm Ardahan Valiliğine ziyarete gitmiş, Artvin ve çevresindeki devlet memurlarıyla yakın ilişkiler geliştirmek ve yöreyi tanımaktan dolayı mutluluklarını dile getiren yazılar kaleme almıştır. Ne gariptir ki altın rezervi olduğu bilinen bölgede on beş yıl sonra yapılacak maden çalışmasında yine Alman vakıfları ve istihbaratının adı geçmektedir.
Vakıf Soruşturmasına Tehdit
2000 yılında Bergama altın madenlerinde de aynı iddialar gündeme gelmişti. Alman vakıflarının Türkiye’deki altın rezervlerinin çıkarılmasını engellemek için kamuoyu oluşturduğu ve casusluk faaliyetlerinde bulunduğuna dair iddialar üzerine dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) başsavcısı tarafından dava açıldı. Alman vakıflarının soruşturulmasına Almanya’dan Türkiye’nin AB üyeliğini askıya alma tehdidini içeren açıklamalar gelmişti.
CHP ile İlişkiler
Almanya’nın ve vakıflarının Türkiye’deki siyasi arena üzerinde de etkileri hissedilebiliyor. CHP’nin, Alman istihbaratı ve partileri tarafından desteklenen ve daha önce “Türkiye’nin ulusal birliğini ortadan kaldırmak için faaliyet yürüttüğü” iddialarıyla gündeme gelen Friedrich Ebert Vakfı’ndan 2005’te para yardımı aldığı ortaya çıkmıştı. Alman Dışişleri Bakanlığından Ebert’e, Ebert’ten de CHP’ye 85 bin avro yardım yapılmıştı. CHP’nin önde gelen milletvekillerinden Şahin Mengü de 2002 yılında açılan davada Friedrich Ebert Vakfı’nın avukatlığını üstlenmişti. Hablemitoğlu, öldürülmeden bir yıl önce yayımladığı Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası adlı kitabında, “Konrad Adenauer Vakfı, Körber Vakfı, Alexander von Humboldt Vakfı, Friedrich Ebert Vakfı, Friedrich Naumann Vakfı, Heinrich Böll Vakfı, Hans Seidel Vakfı özellikle dikkat çekenleridir” diyor. Alman Orient Enstitüsü, Goethe Enstitüsü, Alman Kültür Merkezi, Georg Eckert Enstitüsü ve Fian Örgütü’nün Türkiye’deki faaliyetleri ve hibe politikalarının mutlaka izlenmesi gerektiğini vurguluyordu.
Necip Hablemitoğlu, CHP ile Ebert Vakfı arasındaki ilişkiden de ilk bahseden araştırmacılar içindeydi. Hablemitoğlu kitabında şu bilgileri veriyordu:
“Bu vakfın bilinmeyen faaliyetleri bilinenlerin çok çok üzerindedir. Örneğin, 24 Haziran 2001’de, Türkiye’ye gelen Almanya Adalet Bakanı Herta Daubler-Gmelin ile ‘özel’ Türk vatandaşı arasındaki ‘özel enformasyon’ görüşmesini, Friedrich Ebert Vakfı’nın Türkiye Temsilcisi Hans Schumacher organize etmiştir. TÜSES Genel Sekreteri ve CHP Beşiktaş İlçe Örgütü üyesi Nilüfer Mete’nin de aralarında bulunduğu kişiler ile Alman Bakan’ın görüşmesi Alman Konsolosluğu’na ait Tarabya’daki Konukevi’nde gerçekleşmiştir.”
Alman dış istihbarat servisi BND ve iç istihbarat kurumu Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın 2009 yılından itibaren Türkiye’yi dinlemeye başladığı Alman basınında ilan edildi. Söz konusu Alman kuruluşları Türkiye’deki gelişmeleri takip etmek için böyle bir eylem gerçekleştirdiklerini belirten bir açıklamayla konuyu izah etmeye çalıştılar. Ancak Türkiye’nin son on yılında yaşanan gelişmeleri, kaset, yolsuzluk dosyaları, uluslararası davalar ve Çözüm Süreci’nin sabote edilmesi gibi kritik eşikleri geriye doğru düşündüğümüzde, karşımıza legal-illegal fark etmeksizin uluslararası amaçların eski bir şubesi olarak görevini yapan bir operasyon mekanizması çıkıyor. Sakarya Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu, Almanya’nın Türkiye’yi kontrol etme isteğinin çok eskilere dayandığına şöyle dikkat çekmektedir:
“Almanya’yla Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında birçok konuda müttefik olmamıza rağmen birçok konuda dürüst siyaset izlemediler. Almanya kesinlikle güçlü bir Türkiye istemiyor. Kendi siyasetine uygun dediklerini yaptırmak isteyen bir anlayışın hakim olmasını istiyor. Bu tür vakıflar masum görülmemeli. Alman vakıfları Ukrayna’yı bu hale getirdi. Şimdi önümüzde Romanya örneği var. Gerekirse bu vakıflar kapatılmalı.”
Gazeteci yazar Avni Özgürel de Almanya siyasetinin Türkiye’de çok ciddi sıkıntılar doğurduğunu şöyle belirtmiştir:
“Alman Vakıfları Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren Türkiye hakkında olumsuz faaliyetlerde bulundu. Müttefik olmamıza rağmen tehcir kararını Almanların telkiniyle aldık. Ama Türkiye’yi tehcirden dolayı suçlayan Almanlar oldu. Talat Paşa’yı öldüren kişiyi Almanya’da beraat ettirdiler. Altın çıkarılmasıyla ilgili muhalif grupları organize etme konusunda faaliyet gösterdiler. PKK ve terör örgütlerine izin veren bir anlayışı vakıflar üzerinden savundular. Hem himaye ettiler, hem hukuken, fiziken destek verdiler. 15 Temmuz darbesinden sonra FETÖ’ye de destek verdiler.”
Öte yandan Almanya’nın ünlü Alexander von Humboldt Vakfı “yaşamı tehlike altında olan” diye tanımladığı 46 yabancı bilim insanını araştırma enstitülerine davet etti. FETÖ üyesi isimler de 2 bin 300 avro maaşla bu vakfa bağlı 39 merkezde görev yapacak. Bu durum Alman Vakıflarının Türkiye karşıtı tutumlarının bir başka örneğini oluşturuyor.
Gladio’nun En Önemli Üssü
Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkanı Bülent Orakoğlu, Almanya’nın NATO bünyesinde kurulan Gladio yapıları için çok önemli bir işlev üstlendiğine şöyle dikkati çekmektedir:
“Almanya NATO bünyesindeki Gladio yapıları konusunda başı çekiyor. Almanya’nın FETÖ’ye çok ciddi kucak açtığını da görüyoruz. 15 Temmuz kalkışmasında NATO’nun birçok subayının Almanya’daki NATO tesislerinde kaldığı, korunduğu ve teslim edilmediği görünüyor. Yıllarca Türkiye’de nüfuz oluşturmayı çalışan Almanya, şimdi FETÖ’yü kullanarak politikalarını sürdürüyor.”
Alman medyasındaki Türkiye karşıtı yayınların yoğunluğu biliniyor. Bu örneklerden birinde Almanya’da yayın yapan Die Welt gazetesinin Türkiye muhabiri Deniz Yücel, PKK’nın yönetici kademesiyle yaptığı röportajında övgüler düzmesiyle tanınmıştı. Yücel, 2016 yılında Başbakan Ahmet Davutoğlu ile Almanya Başbakanı Angela Merkel’in katılımıyla düzenlenen basın toplantısında taraflı ve yanlış yorumlarıyla gündem olmuştu. Gazetecilik kimliğini kullanarak Başbakan’a üst düzey toplantıda eylem yapar gibi açıklamada bulunması ise yüklendiği misyonu ortaya koymuştu. Geçtiğimiz günlerde tutuklanan Deniz Yücel, Gezi eylemleri sonrasında Her Yer Taksim ve Türkiye’nin Geleceği başlıklı bir kitap kaleme almıştı. Yücel yasa dışı siber saldırıları organize eden RedHack grubunun eylemlerini destekleyen haberlerin de sahibidir.
STK Kimliği Kamuflaj mı?
Alman FDP’nin Friedrich Naumann Vakfı genelde Batı Anadolu’da aktifken, Yeşillerin Heinrich Böll Vakfı Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde faaliyet gösteriyor. SPD’nin Friedrich Ebert Vakfı da ekonomi ve sivil toplum alanlarında çalışıyor. Konrad Adenauer Vakfı Türkiye Temsilciliği her yıl çok sayıda konferans, seminer, atölye çalışması ve sempozyum düzenliyor. Vakıfların her biri Türkiye’deki sayısız kurum, kuruluş ve sivil toplum kuruluşuyla ortak hizmet yürüterek farklı kademelerde yer alan verilere de erişim imkanı kazanıyor.
KRİTER DERGİ.COM /TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER