Ebubekir’in kızı Muhammed’le, Muhammed’in kızı Osman’la, Ömer’in kızı Muhammed’le, Muhammed’in kızı Ali’yle, Ali’nin kızı Ömer’le evlendirildi.
Yani “asrı saadetin” kahramanları arasında çok karmaşık akrabalık ilişkileri var.
Muhammed kızlarından Fatma’yı Ali’ye, Ümmü Gülsüm’ü de Osman’a verdi.
Ali ile Osman bacanak oldu.
Ömer kızı Hafsa’yı Muhammed’e verdi.
Böylece Ömer Muhammed’in kayınbabası oldu.
Muhammed, torunu Ümmü Gülsüm’ü (bint Ali) Ömer’e verince, Ali, böylece Ömer’in kayınbabası oldu.
Ömer’in boşadığı Atike’yi Muhammed’in torunu Hüseyin aldı.
Muhammed, Ali’nin de Osman’ın da kayınbabası oldu.
Ali ile Osman bacanak, Muhammed Ömer’in eniştesi, Ömer ise Muhammed’in kayınbabasıydı.
Ömer, Ali’nin damadı ve Ali Ömer’in kayınbabası oldu.
Ali, kayınbabası Muhammed’in kayınbabası olan Ömer’in kayınbabasıydı.
Muhammed Zeyd’in babalığıydı, karısı Zeynep de haliyle Muhammed’in geliniydi.
Fakat Zeynep aynı zamanda Zeyd’in de analığı oldu.
Muhammed, evlatlığı Zeyd’in karısı Zeynep ile evlendi çünkü…
ANLAMADINIZ biliyorum, zaten ortalıkta anlayacak bir şey yok.
Milattan Sonra 7. yüzyılda Arabistan yarımadasında yaşayan küçük bir kabiledeki iç evliliklerin şeması bu.
Haliyle alınıp verilen kızların yaşlarıyla da ilgili bugün anlaşılamayacak gibi görünen bilgiler var.
Birkaç örneği sıralayalım…
Kaynaklara göre Muhammed’in kızı Fatma 10 yaşında iken Ömer 52 yaşındaydı.
Ömer, Muhammed’den kızı Fatma’yı istedi.
Muhammed, “kızım henüz küçüktür, hem amcam oğlu Ali’ye sözüm var” deyip vermedi.
Fatma 12 yaşına geldiğinde 26 veya 27 yaşındaki Ali ile evlendirildi.
Ali ile Fatma’nın ilk çocukları Ümmü Gülsüm’dü.
Ömer 62 yaşında halife olduğunda, Ümmü Gülsüm 9 yaşındaydı. Fatma’yı Ali’ye kaptıran Ömer bu kez Ali-Fatma’nın kızları ve Muhammed’in torunu Ümmü Gülsüm’e talip oldu.
40 bin dirhem altına Ümmü Gülsüm’ü aldı.
Ümmü Gülsüm on birinde birinci, on üçünde ikinci çocuğunu doğurduğunda Ömer’in dokuz karısından yedincisiydi.
Ümmü Gülsüm, Ömer öldükten sonra, ileri yaşlardaki beş ayrı kişiyle daha evlendirildi ve dört çocuk daha doğurdu.
E haliyle 22 yaşında öldü.
Çok eşlilik yürürlükteydi, sınırı yoktu.
O ilk dönemde kimin kaç kadınla evlenip boşandığını bilmiyoruz.
Rivayetler uçuşuyor ortalıkta.
Turan Dursun’a göre Muhammed aynı anda dokuz kadınla evliydi.
Taberî gibi bazı tarihçiler bu sayının 15 olduğunu söylüyor ki eninde sonunda cariyeler dahil değildir toplama.
Arif Tekin, “Kuran’ın Tarihçesi ve Yazım Serüveni” adlı kitabında, bu durumu şöyle açıklıyor:
“İslam’da cariyelik, cinsellik ve ganimet-talan ticari sektör haline gelmiş ve bunlar sayesinde İslam etrafa yayılmıştır.”
İlk Müslümanlar birbirlerine küçük kızlarını vererek bir sistem oluşturdular ve birbirlerine bu şekilde kenetlendiler.
Küçük yaştaki kızlarla evlenerek bir tür “çelik çekirdek” haline dönüştüler.
Bunlar yedinci yüzyıl Arabistan’ının kabile kültürüdür ve böyle bakıldığında anlaşılmayacak bir şey yoktur.
Bütün bu işlere ahlak zabıtası gözüyle baktıkça, ilkel koşulları ANLAMAK OLANAKSIZ bir şey olarak kalır.
Tarihte kadının bir ticaret metaı olduğu zamanlar vardır, bugün de var.
Arap toplumu köleci toplumdan feodalizme geçişin sancılarını yaşıyordu.
Aralarında kanlı çatışmalar vardı, her kabile kendi tanrısına tapıyordu ve bu da var olan ayrılıkları kışkırtıyordu.
Kabileleri birleştirmek için yeni bir dine ihtiyaç vardı.
Yeni ahlak ise ancak zamanın getirisi olabildi.
İç evlilikler, dinin eksik bıraktığını tamamlamıştır.
ANLAŞILMASI GEREKEN BUDUR.
*
Ancak tabii anlaşılması imkânsız sonuçlar da var.
Yedinci yüzyılda küçük bir kabilenin sosyal ilişkilerini “evrensel bir model”, uyulması gereken bir “sünnet” olarak alınca sıkıntılar da başlıyor.
Çocuk evlilikleri, çok eşlilik, cariyelik, sınırsız cinsellik inancın bir parçası haline getirildi mi modern hayatla çatışmak da kaçınılmaz oluyor.
Arabistan yarımadası kölecilikten feodalizme geçerken, kölelerin çoğunluğunu kadınlar, cariyeler, oluşturuyordu.
Toplum kadınları almaya-satmaya alışıktı.
“Takas” da bu çerçeve ile uyumluydu.
Kadın bir tür kamu malı sayılıyordu.
Köleci toplum da feodal toplum da patriarkal-pederşahi bir düzendi çünkü.
Erkeğe bağlılar düzeni, toprağa-efendiye bağlılar düzenin bir yansımasıydı.
Soylular köylüleri de kadınları da alıp satabiliyordu.
İslamiyet feodalizmin ebeliğini yaparken eski toplumdan kalan köleliği kaldırma yoluna gitmedi.
Az çok bir düzene sokup kurallı hale getirdi.
Tabii kural esasa değin değildi.
Köleler her halükârda efendinin malı olarak kabul edilmişti, ne “vasi” ne de “nâzır” olabilirlerdi.
Bütün kazançları efendileri içindi.
Kadın köleler, efendilerinin malı olduğu için onların odalığı olabilirlerdi, haliyle aralarında nikâha gerek yoktu.
“Dini devrimin” serencamıdır.
*
Müslüman Osmanlıda da son dönemine kadar köle ticareti sürdü.
Köle ticareti, “esirci taifesi” denen meslek erbabınca yapılıyordu.
Esirci esnafının başına “esirciler kethüdası” getirilmişti, esir pazarlarının düzeni “esirciler emini”nce sağlanıyordu.
Her biri çok saygın birer meslekti.
Mehmet Zeki Pakalın “Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü”nde Osmanlı’da bu parlak mesleğin tuttuğu yeri şöyle anlatıyor:
“Üçüncü Sultan Murat zamanı bu ticaretin en parlak bir devri olmuştur.
Saray böyle esirlerle dolup taştığı devlet erkânının, hatta içtimai mevkileri müsait olanların konakları, evleri birer esir yatağı halini almıştı.
Kendilerine esirci süsü veren bazılarının yanlarına aldıkları kadınları satılık cariye diye esir pazarlarına getirip satanlar da oluyordu.
Şehirli bazı kadınlarla esirciler de hakiki cariyeleri sahiplerinden alıp pazara çıkarırlar, müşteri namına leventlere tevdi ederlerdi.
Leventler bu zavallıları odalarına götürür, günlerce tutar ve ‘hilaf-ı adet şenaatlerde’ bulunduktan sonra beğenmediklerini söyleyerek geri getirirlerdi.”
Demek ki ticaretin bir de yan sektörü var. Günlük kiralama usulüdür, yaygındır.
Kafkasya, Sudan ve Habeşistan’dan getirilen çeşitli renklerdeki kölelerle cariyeler için, imparatorluğun çeşitli bölgelerinde esir pazarları, Avrat Pazarı, vardı.
En iyileri padişahın saray hizmetine ve haremine ayrıldıktan sonra, kalanlar İstanbul’da Tavukpazarı semtinde bulunan Esir Hanı’na getirilirdi.
Kapalıçarşı ile Nuruosmaniye Camileri arasında yer alan ve tahta odacıklara bölünmüş olan bu han birkaç katlıydı.
Satışlar hanın ortasındaki büyük avluda açık arttırma usulüyle yapılırdı.
Tabii, bütün bunların İslam’a uygun olduğuna inanılıyordu.
Temelinde organize bir kadın ticaretidir.
Köle pazarları yasaklanmaya başlanınca, yerine “evlat edinme” yöntemi geldi. Ticaret bir süre evlatlıklar yoluyla yürütüldü.
Cumhuriyet geldi, bu kapıyı kapattı.
Sınırları içinde yaşayan herkes yurttaştı artık, yurttaşın alınması satılması ise düşünülemezdi.
Bu utanç verici, kuralsız, insafsız insan ticaretinin kısa tarihidir.
*
Laik cumhuriyet çökertildi, toplum hızla dinselleştiriliyor, Orta çağ bakiyesi tarikatlar ortalıkta fink atıyor.
IŞİD’le birlikte avrat pazarları yeniden kurulmuştu, tarikatlar da “evlatlık” müessesini ihya etti.
Cumhuriyeti ölü ele geçirenler çocukları götürüp tarikatlara teslim ediyor çünkü, modern esir ticareti için yolu açıyor.
Bunun kadınları ve çocukları “esirci taifesine” teslim etmekten bir farkı yok.
Ülkenin her yanından kadın ve çocuk çığlıkları yükseliyor haliyle.
Çocuk evliliği sadece dini sebeplerle değil kültürel sebeplerle de gizlice el altından sürüyordu zaten.
Bunu korkunç kılan bu arkaik kültürel geleneğin dinde kendine bir dayanak bulması.
Sonuç ortada, 2020 yılında yapılan bir araştırmaya göre Türkiye çocuk yaşta evlilikte Avrupa birincisi.
Sonuncusu bir tarikat vesilesiyle düştü gündeme.
Alçağın biri bebesine gelinlik giydirip teslim etmişti bir başka alçağa.
Karanlığın ve vahşetin fotoğrafı cumhuriyeti yıkanların marifetidir özetle.
Gelirler, önce kadınları ve çocukları öğütürler.
Sonra toplumu karartırlar.
O karanlıkta çocuk ticaretine girişirler.
Böyle inanç olur mu?
Oluyor işte, var.
Böyle ticaret olur mu?
Oluyor işte, var…
Rastlantı değil, münferit değil.
Üç beş yaşındaki bebeler yatağa atılabilir demeyi fikir özgürlüğü sayan hakimler var bu ülkede.
Bu da sapkınlık değil öyleyse, dinle tahkim edilmiş yeni AKP rejimi yüzleştiğimiz.
Cumhuriyetin birikimlerini sata sata bitirdiler, çoluk çocuğa geldi sıra.
20 yılda altıncı yüzyıla, yedinci yüzyıla döndürdüler toplumu.
Hala bir inanç sorunu sananlar, öyle sunanlar var bunu.
Hâlbuki vampirlerin, mezarlarından çıkıp gelen yürüyen ölülerin halka saldırması esası.
Eninde sonunda herkesi ısırırlar, mücadele etmezsen kurtulamazsın…
Öyleyse önce kadınlar ve çocuklar, sonra bütün vatan!
GAZETECİ ORHAN GÖKDEMİR