Hindistan’ın İngiliz sömürgesi olduğu dönemdi.
Delhi, Mumbai, Kalküta gibi şehirler zehirli kobra yılanı kaynıyordu.
Yerel halk elbette alışıktı ama, İngiliz askerleri hayatlarında ilk kez yüz yüze geldikleri bu sinsi tehdide karşı kendilerini koruyamıyorlardı, ölüyorlardı.
İngilizler düşündüler taşındılar, dahiyane bir fikir buldular, dediler ki, kobralarla mücadele etmek için kendimizi tehlikeye atmayalım, biz tehlikeden uzak duralım, yerel halkın üstüne yıkalım, kobraları öldürsünler, öldürüp getirdikleri her kobra için para verelim.
Tam düşündükleri gibi oldu.
Yerel halk şakır şakır kobra ölüsü getirmeye başladı.
İngilizler böylesine isabetli karar verdikleri için kendi kendilerini tebrik ettiler, zekalarıyla gurur duydular.
Şehirlerde kobra kalmadı, neredeyse doğada bile kalmadı, artık hastanelere kobra sokmasından kimse gelmiyordu.
Ama, bir tuhaflık vardı.
Ortada kobra filan kalmamasına rağmen, her gün biraz daha fazla sayıda ölü kobra getiriliyordu.
İngilizler araştırdı. Vaziyet anlaşıldı…
Doğada yakalayacak kobra kalmayınca, kurnaz Hintliler dahiyane bir fikir bulmuş, evlerinin bahçelerinde kobra çiftlikleri kurmuşlardı!
Yakalayıp öldürmek yerine, öldürmek için besliyorlardı.
Kobra peşinde koşmaktansa kobra yetiştirmek, hem çok daha zahmetsizdi, hem çok daha fazla gelir getiriyordu.
Kobra avcısı zannedilenler, aslında kobra üreticisiydi!
Kendilerini çok zeki zannederken, şapşal yerine konulduklarını anlayan İngilizler, kobra ölüsü satın almaktan vazgeçti.
Ama en başından daha kötü hale getirmiş oldular.
Çünkü, ölü kobralar artık para etmeyince, çiftliklerde çoğaltılan kobralar doğaya bırakıldı.
Hem para kaybedilmiş, hem zaman kaybedilmiş, hem de kökünü kuruttuk zannedilen kobra nüfusunda adeta patlama olmuştu.
Bu yaşanmış ibret öyküsü, Alman iktisat profesörü Horst Siebert tarafından kavramlaştırıldı, “kobra etkisi” adıyla literatüre girdi.
Ekonomide ve siyasette, düzeltmeye çalışırken daha da bozan kararlara “kobra etkisi” denildi.