Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
İran’daki Protestolar ve Yaptırımların Güçlendirdiği Rejim
Mahsa Amini’nin 13 Eylül’de gözaltına alındıktan sonra ölümüyle başlayan protestolar İran sathında ve ülke dışında yaygınlaşmaktadır. Görünüşte şiddet kullanılmayarak muhaliflerin yorulması beklenirken bazı bölgelerde protestoculara karşı silah kullanılmakta, katliamlar yaşanmaktadır. Gözaltına alınıp hızla yargılananlardan bazıları için idam dalgaları başlamıştır. Toplu idamlarda İran’ın idam tekniği son derece pratiktir: İnsanların boyunlarına kement geçirilir, ipin ucu kalasa bağlanır, vinç kalası kaldırınca onlarca kişi sallanarak can verir.
Başlangıçta Amini’nin başının açması gündemde olsa da konu başörtüsü meselesini çoktan aşmıştır. İran’daki ve ülke dışındaki protestolara katılanların birçoğu başörtülüdür. Sorunu sadece örtü meselesi olarak görmek bir anlamda, özellikle muhafazakar kesim nezdinde molla rejimine destek demektir. En azından yönetim bu bahaneyle “dini” meşruiyet zeminine sığınmaktadır. Halbuki asıl sorun çok daha derinlerdedir.
İslam esaslarıyla ilgisiz soygun düzenine dayalı keyfi yönetim, huzur ve refahı cendereye almıştır. Küresel Siyonist lobinin dayattığı yaptırımlar ise molla rejimine daha fazla güç kazandırmış, sarsılmaz bir çarpık ekonomi-politik düzenin ortaya çıkması sağlanmıştır. Halkın ve gençliğin önü kapatılmış, ülkenin zenginlikleri birkaç bin ailenin keyfine bırakılmıştır. Rejimin sahipleri durumundaki mollalar, Devrim Muhafızlarıyla önde gelen vakıfların yetkilileri, altın yumurtlayan sektörlerin kaymak tabakası olarak hiçbir şekilde kontrol edilemeyen, hesap sorulamayan şekilde azdıkça azmışlardır. Öyle ki ülkede yasaklar ve sıkıntılar devam ederken “üst tabaka” çocuklarından tespit edilebilen 6500 kişi Amerikan üniversitelerinde devlet parasıyla lüks hayat yaşamaktadırlar. Onların nasıl giyinip eylendiklerini gösteren videolar, fotoğraflar gençler arasında yıldırım hızıyla yayılmaktadır.
Şia başlangıçta, Hz. Ali’nin hilafetini destekleyenler olarak ortaya çıktı. Belirtmek gerekir ki önde gelen Ehl-i Sünnet uleması da ihtilaf konusunda Hz. Ali’nin içtihadının güneş mesabesinde doğru olmasına karşın Hz. Muaviye’ninkinin ay mesabesinde olduğunu, halifeyi şehit edenlerin cezalandırılması konusunda içtihat farkının makam mevki kavgası olmadığını kabul etmişlerdir. Bu ihtilafı körükleyen münafıklar zamanla birçok konuda aykırı fikirlerle âdetâ başka bir din ortaya çıkarmışlardır.
Uluslararası ilişkiler kapsamındaki bir kongrede İranlı profesörlerin sıradan bir sohbette birçok ayetlere inanmadıklarını kulağımla duymasaydım, bir kısım Şia için batılıların kullandığı heretik (dinden çıkmış) sıfatının anlamın kavrayamazdım. Çünkü sahih kaynaklara göre, büyük günah işleyenler için dahi söz konusu olmadığı halde bir tek ayeti inkar edenin dinden dahi çıktığı kabul edilir. Özellikle İngiliz-Rus müdahaleleriyle bu heretik katkılar çok daha arttırılmış, İslam dünyasının ortasında bitmeyen bir fitne ateşi tutuşturulmuştur. Asırlar öncesinde Deli Petro dahi bu ihtilafların olabildiğince kışkırtılması ve kullanılması gerektiğini vasiyet eder. Yahudi güçlerinin Lübnan’daki Şii mevzilerine saldırması üzerine apar topar giden Bernard Lewis’in İsrail yönetimini nasıl azarladığını sonradan öğrendik: Siz ne yapıyorsunuz. Şiiler, bölgede İsrail’in doğal müttefikidir. İsrail’in geleceği için her fırsatta Şiileri desteklemeye mecburuz…. Ünlü CIA şefi, Yahudi kökenli Graham Fuller’in de benzer sözleri bilinmektedir.
Şii alim Musa el-Musavi’nin Türkçeye çevrilmiş “Şia ve Şiilik Mücadelesi” adlı kitabında Şiileri Sünnilerden ayıran, temel konularda uçurumu büyüten, asırlar öncesinde başlayan İngiliz katkısını delilleriyle anlatır. Bunlar arasında Eshab-ı Kiram (Allah cc hepsinden razı olsun) hakkında çirkin sözleri dinin gereği haline getirmek, Aşure gününde dövünerek kan akıtmak, mut’a (zamanla sınırlı) nikahı meşru kabul etmek, v.b. hususlar yanında humus, yani mollalara ticari cirodan beşte bir avanta verilmesi de bulunmaktadır. Günlük veya gecelik nikahı meşru gören arkadaşlarına, “hanginiz kızınızı bir geceliğine nikahlarsınız” sorusuna onların “isteyen seyyar satıcıdan ucuz fakat kalitesiz portakal alır isteyen manavdan pahalı ve iyisini alır” cevaplarını esefle nakleder. Belirtmek gerekir ki bir dönem İttihat ve Terakki mensupları arasında Şiilik muhabbetinin artması üzerine Sultan II. Abdülhamid konuyu tetkik ettirmiş, bunun mut’a nikahına cevazdan, dolayısıyla gecelik ilişkilere dini kisveden kaynaklandığı sonucuna varılmıştır. Son yıllarda ülkemizde okul kitaplarına sızan Şiilik muhabbetinin sebebi ve bunun İran’da karşılığının olup olmadığı ayrı bir konudur.
Belirtmek gerekir ki diğer İslam ülkelerinin aksine Şii ikliminde felsefi tartışmalar oldukça özgürdür. Resim, heykel gibi konularda da dini bir engel bulunmayıp Humyeni’nin dahi heykeli dikilmiş ve son olaylarda yıkılmıştır. İran’ın İslam dünyasına katılmasını sağlayan Hz. Ömer’in katili Ebu Lulu Feyruz’un dahi heykeli dikilmiştir. Buna karşın batılı kaynaklar ısrarla bu ülke için İran’ı zikretmeden sadece “İslam Cumhuriyeti” adını kullanırlar. Toplumsal, bilimsel ve ekonomik gelişme ile felsefe, heykel, resim arasında doğru ilişki olduğunu, birincilerin olması için ikincilerin şart olduğunu iddia edenlerin İran örneğini bir daha dikkate almaları önerilir.
İslam’da mali mükellefiyet olarak üzerinden bir yıl geçen altın, gümüş ve paranın kırkta biriyle belirli hayvanlardan ve tarım ürünlerinden zekat, öşür, sadaka vb. bilinmektedir. Bunların herbirinin şer’î delilleri (kitap, sünnet) açıktır. Ayrıntılarda ve bazı uygulamalarda farklı içtihatlar bulunmakta olup bunlar esası değiştirmemektedir. Savaşta ganimetlerden Ehli Beyte verilen humus (beşte bir) farklı bir kalemdir. Molla sınıfının ticari cirodan aldığı beşte bir, tüccarın o seneki toplam ticareti üzerinden (kârından değil) hesaplanır. Şia inancına göre bu beşte bir, Ehl-i Beytin hakkı olup kayıp imam gelinceye kadar emaneten mollalara verilir. Her yıl kendilerine bırakılan meblağı kayıp imam gelinceye kadar muhafaza etmek için binalar yaparlar, “bekçilik” ve diğer ihtiyaçlarını da bu hazineden karşılarlar. Böylece bu gürûh mensupları Kârûn gibi servet sahibi olmuşlardır. “İnançlı” bir tüccar ise aldığı mala kâr koyarken üzerine beşte biri de ilave eder, dolayısıyla bir kaç defa el değiştirne ürün son tüketiciye çok daha pahalıya satılır.
Humeyni devriminden sonra devletin gelirleri de mollaların kontrolüne geçti. Kırk yıla yaklaşan yaptırımlar sayesinde bütün ekonomik alan gayr-i resmi hale getirilerek bu sınıfın insafına bırakıldı. Yaptırımların molla rejiminin gücüne güç katmasından başka etkisi olmadığını ABD raporlarından öğreniyoruz. Derya Tuğlu’nun “Ekonomik Yaptırımlar Altında İran’ın Ekonomi Politiği” başlıklı doktora tezinde ayrıntılar bulunmaktadır. ABD ve İsrail’in bölge stratejileri için Orta Doğu ve İslam dünyasını istediği gibi karıştırabileceği, Türk dünyasının ortasında çıban başı durumundaki bir İran çok daha kullanılışlıdır. Yaşanan hadiseler, kendileri için ezilmekten başka gelecek görmeyen kitlelerin, özellikle genç tabakanın çaresizliğinin tezahürüdür. Mollaların başlıklarının fırlatılması soygun düzenine karşı derinlerdeki isyanın sembolüdür. İlk defa bu uygulamayı Humeyni, Şah’a karşı isyan hareketine katılmayan mollaların başlıklarının fırlatılma talimatıyla gördük. Gittikçe genişleyen olayları rejimi değiştirmesi, başarıya ulaşabilme ihtimali belirsizdir. Kesin olan şu ki batı ve küresel sermaye bu coğrafyada demokrasi, insan hakları, sosyal adalet ve hukuk düzeninin bulunduğu bir ülkeyi pek istememektedir.
alaeddinyalcinkaya@gmail.com
twitter.com/alaeddinyalcink
Yazıları posta kutunda oku