2019 Türk Ulusu’nun Mustafa Kemal’in liderliğinde Kuvayı Milliye ruhuyla zafere ulaştırdığı İstiklal Savaşın başlangıcının yani 1919’un 100. yılıdır. Ülkemizin içinde bulunduğu durum da dikkate alınarak Kuvayı Milliye ruhunun yeniden hatırlanmasına, incelenmesine ve canlandırılmasına duyulan ihtiyaç üzerine bu yazı kaleme alınmıştır.
Kuvayı Milliye vatanı emperyalistlerin ayakları altında çiğnenen, her şeyini kaybetme noktasına gelmiş Türk Ulusunun,varını yoğunu ortaya koyarak “isyan etmesini” sağlayan kutsal bir ruhtur ve toplumsal bir direniş örneğidir. Kuvayı Milliye bir dizi yıpratıcı savaştan yeni çıkmış perişan bir ulusun imkansızlıklar içinde yazdığı bir kahramanlık destanıdır. Kurtuluş savaşında Türk Ulusunun ilk savunma refleksidir.
Kuvayı Milliye, Mondros Mütarekesi ile Türk ordusunun dağıtılıp silahlarının elinden alındığı günlerde Anadolu’nun Yunan, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Ermeni birliklerince işgal edildiğinde, halkın içinden gelen millî duygular sonucu oluşmuş meslek, gelir düzeyi, yaş, cinsiyet ayrımı gözetmeden halkın kendiliğinden bir araya gelerek gönüllülük esasına göre oluşmuş yerel düzeyde silahlı milli direniş örgütüdür.
Bu ruhun kökü en zor koşullarda yenilgiyi kabul etmeyip direnen ve kazanan “Mehmetçiğin Çanakkale ruhudur.” O savaşta subaylarımız, kahraman erlerimiz ve halkımız şunu gördü: Biz kenetlenip direnirsek emperyalizmi her zaman yenebiliriz. Bu ruh kadınımızdan erkeğimize, sarıklımızdan kalpaklımıza,yaşlımızdan en küçük çocuğumuza kadar direnme gücü ve kararlığı vermiştir. “ Vatanım! ha ekmeğini yemişim,ha uğrunda kurşun” diyebilen bütün yurtseverleri bir araya getiren de Kuvayı Milliye Ruhu olmuştur.
Kuvayı Milliye Destanının “Onlar” başlığı altında destana konu olan kahramanlar şöyle tanımlanır : “Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar, çokturlar; korkak, cesur, cahil, hakîm ve çocukturlar kahreden ve yaratan ki onlardır; destanımızda yalnız onların maceraları vardır.” (Nazım Hikmet-1939)
İstilacı güçler; Yurdumuzun Trakya ve Anadolu coğrafyası üzerinde toprak elde etme amacının yanı sıra devlet organları ve yöre halkı üzerinde de baskı kurmuşlardır. Aslında istedikleri Trakya ve Anadolu’yu yeni bir sömürge yapmaktır.O dönemde de düşman işgal güçlerinin yanında Amerikan ve İngiliz mandası isteyen yerli işbirlikçiler türedi. Oysa Kuvayı Milliyecilerin olmazsa olmazı manda ve himayenin asla kabul edilemeyeceğiydi.
Bu dönemde Suriye ve Lübnan Fransız mandasına, Filistin (daha sonra bir Yahudi toprağı olmak üzere) ve Irak İngiliz mandasına, Mısır ve Afganistan İngiliz himayesine girerek büyük sıkıntılar içerisine düşmüşlerdir.
Kuvayı Milliye işgalcilere karşı namus ve onur savunması ile başlayıp, örgütlü yurtseverlerin önderliğiyle işgalcilere ve işbirlikçi ayrılıkçı azınlıklara karşı “Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. O satıh da bütün vatandır”anlayışı ile mücadele Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne dönüşmüştür. Kuvayı Milliye 1919 yılı sonuna kadar, Batı Anadolu’da 6.500-7.500 iken, 1920 yılı ortalarında ise yaklaşık 15.000 kişiye ulaşmıştır.
İlk Kuvayı Milliye kıvılcımı 19 Aralık 1918’de Güney Cephesi’nde Dörtyol’da Fransızlara karşı başlamıştır. Bunun en önemli nedeni, Fransızların işgallerine Ermenileri ortak etmeleridir. İkinci etkili silahlı direniş Ege Bölgesi’nde İzmir’in işgalinden sonra; milliyetçi ve yurtsever subaylar önderliğinde halk örgütlenerek resmen başlamıştır.
Kuvayı Milliye, düzenli ordulardan oluşan işgalci güçlerine karşı, bugünkü deyimle bir gerilla savaşı uygulamıştır. Amaçları hiçbir emperyalist devletin egemenliğini kabul etmeden, Türk Ulusunun kendi bayrağı altında özgür ve bağımsız yaşamasını sağlamaktır.
Mondros Mütarekesi uyarınca işgalcilerin isteği doğrultusunda Türk ordusunun dağıtılması,teslimiyetçi Osmanlı hükümetinin Türk halkının can ve mal güvenliğini de koruyamaz hale gelmesi işgalci devletlere uyduruk gerekçelerle Anadolu’yu yer yer istila etme cesareti kazandırdı.
Bu arada işbirlikçi azınlıklar da siyasi amaçlarla çeteler kurup Türk halkına karşı baskı ve katliamlara giriştiler.Bu çaresizlik, sonunda Türk halkını tek umut olarak kalan Kuvayı Milliye saflarına yöneltti. Atatürk, Kuvayı Milliye ruhuyla sadece vatanı kurtarmakla kalmadı saltanatı da yıkarak ulusal egemenliğe dayanan Cumhuriyeti de kurdu.
15 Mayıs 1919’da emperyalist bir plan gereği Yunan ordusu çok kanlı bir şekilde İzmir’i işgal etti. O gün yurtsever gazeteci Hasan Tahsin, Yunan Efzon alayının iri yarı sancaktarını vurdu. İşte, Hasan Tahsin’in tabancasından çıkan o ilk kurşunla İzmir’dede Kuvayı Milliye direnişi başladı.
İzmir’in işgalini protesto amacıyla İstanbul Fatih mitinginde kürsüye çıkan Halide Edip Hanım şöyle diyordu: “Türk ve Müslüman bugün en kara gününü yaşıyor. Memleketimiz paylaşılma tehlikesi karşısında… Yarın var, çocuklarımız var. Buradaki Türkler, Müslüman aleminin kalbidir. Siz düştüğünüz zaman birçok şeyler düşecektir.“…
Mareşal Fevzi Çakmak da şöyle diyor: “Mondros Mütarekesinden sonra bir uçaktan Anadolu’ya bakılsaydı yer yer yanan ateşler görürdünüz. Bunlar pırıl pırıl çoban ateşleridir.” Bu çoban ateşleri sönmemeliydi, birleştirilip büyütülmeliydi. İşte Atatürk, bu çoban ateşlerini birleştirip ulusal direniş ateşine dönüştürerek, Kuvayı Milliye’nin bütün ülkede gelişmesi, güçlenmesi, örgütlenmesi için çalıştı.
Falih Rıfkı Atay’ın deyişiyle, “Hiçbir işe yaramasa bile namuslu bir adamın yastığı dibinde duran tabancadır; hiç olmazsa intihar etmeye yarar.” Ahmet Ağaoğlu’nun deyişiyle de Kuvayı Milliye; “Namussuz ve esir yaşamaktansa namuslu ölmektir.” Atatürk’ün ifadesiyle de “ YA İSTİKLAL YA ÖLÜM ” dür Kuvayı Milliye.
Mustafa Kemal Kuvayı Milliye’nin amacını şu sözlerle belirtir: “Hükümet merkezi düşmanların şiddetli çemberi içindeydi. Siyasal ve askerî bir çember vardı. İşte böyle bir çember içinde yurdu savunacak, ulusun ve devletin bağımsızlığını koruyacak kuvvetlere emrediyorlardı. Bu biçimde yapılan emirlerle, devlet ve ulusun araçları temel görevlerini yapamıyorlardı. Yapamazlardı da. Bu araçları savunmanın birincisi olan ordu da, ‘ordu’ adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. İşte bunun içindir ki yurdu savunmak ve korumak olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya, ulusun kendisine kalıyor. Buna Kuvayı Milliye diyoruz…”
Cesur ve kararlı mücadeleleriyle bağımsızlığın kazanılmasına damgasını vuran Kuvayı Milliye ve Kuvayı Milliyeciler Türk Millî Mücadele tarihinde çok önemli,onurlu ve çok seçkin bir sayfa açmıştır.O dönem ve o direniş Türk tarihinin altın sayfalarından biridir.
Ülkemiz, 1940’lardan başlayarak ekonomik, siyasi ve askeri yönlerden emperyalizmin etkisi altına sokulmaya zorlandı. 1947 yılında Truman Doktrini ile başlayıp 1948-1951 Marshall Yardımları ile devam eden emperyalist sermaye, kendi dinamikleriyle gelişememiş yerli sermaye çevreleriyle de ortaklıklar kurarak, borçlandırıp bu kesimleri işbirlikçisi haline getirdi.
Öte yandan yine 1950’li yıllarda ABD ile yapılan halktan ve parlamentodan gizlenen ikili anlaşmaların içeriğini ne toplum ne de siyaset çevreleri biliyordu. Türk Gençliği, Türkiye’nin ABD tarafından Sovyetler Birliği’ne karşı dalga kıran olarak kullanıldığını, Amerika’nın gerçekte dost olmadığını, Türkiye’yi ABD ve NATO yararına SSCB’ye karşı kullanmakta olduğunu fark etti.
Türk Gençliğinin bu Amerikan karşıtı çizgiye gelmesinde başka etkenlerin de rolü oldu. Yine o dönemde ortaya çıkan Küba krizi sırasında, Türkiye’nin hiç bilgisi olmadan, Sovyetlerle ABD’nin nükleer silahlarının pazarlık konusu yapılması ve İncirlik Üssünden kalkan Amerikan casus uçağının Sovyet hava sahalarında düşürülmesi de toplumsal uyanışı etkiledi.
Bu antlaşmalarda Türkiye’nin onurunu ve bağımsızlığını zedeleyen hükümlerin de olduğu zamanla kamuoyuna yansımaya başlamıştı. Ülkenin her tarafını saran Amerikan askeri üslerine TSK’nın kuvvet komutanları dahi sokulmazken, bu üsleri Türk askerleri bekliyor ve hatta temizliğini yapıyorlardı. Bütün bunlar Türk halkını rencide etti.
Batı emperyalizmi tarafından aslında Sovyetler Birliği’ne karşı kurulan NATO’ya sokulan Türkiye, ABD ile yapılan ikili anlaşmalar kapsamında bu ülkeye verilen üslerle Soğuk Savaşın önemli bir elemanı haline getirildi. SSCB ile Kurtuluş Savaşı ve Atatürk döneminde kurulan dostluk ve dayanışma böylece sona erdi. Türkiye bölgede NATO’nun Muharebe İleri Karakolu durumuna sokulmuş oldu. 1960’ların ortalarına doğru, Kıbrıs sorunu nedeniyle de ABD ve NATO’nun Türkiye karşıtı tavırları ülkemizde ve Türk Gençliğinde hayal kırıklığına ve öfkeye yol açtı.
Mustafa Kemal’den sonra bu yaşananları gören Türk Gençliği yeniden Kuvayı Milliye ruhuna sarıldı. Türk Gençliği yaşanan bu tarihsel sürecin yarattığı bilinçle “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir“ diyen Mustafa Kemal Atatürk’e yöneldi, bu antiemperyalizmin yeni koşullarda, yeni biçimlerde ateşlenmesi demekti.
Türkiye’nin Kore’ye ABD yanında savaşmak üzere Mehmetçiği göndermesine karşı 28 Temmuz 1950’de gençlik,üniversite öğretim üyeleri ve aydınlarımızca hayır mitingleri yapıldı.
1954’de Yunanistan’ın Kıbrıs’ın ilhakı konusunu Birleşmiş Milletlere taşıması ile Kıbrıs’ta ölümle sonuçlanan olaylar patlak verdi. Türk halkı ve gençliği örgütlü bir şekilde Kıbrıslı soydaşlarına ekonomik ve kültürel yönden yardıma koştu.
ABD başkanı Johnson 5 Haziran 1964’te Başbakan İsmet İnönü’ye yazdığı mektubunda Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahale yapamayacağını, Kıbrıs’a müdahalesi halinde Amerika’nın verdiği silahları kullanamayacağını bildirdi. Ayrıca Türkiye Kıbrıs’a askeri bir çıkarma yapmaya kalkışırsa da ABD, Akdeniz’de konuşlu 6. Filosu ile bu müdahalenin önleyeceğini belirtti.
Bu mektup üzerine Türk Gençliği 27 Ağustos 1964’te, Amerikan karşıtı ilk eylemini Ankara’da düzenledi. Bir gün sonra yine Ankara’da 20 bin genç, halkın da desteğini alarak, ABD’yi protesto eden ikinci eylemini yaptı. Polisle de çatışılan bu gösteri ve yürüyüşlerde ilk kez Ankara sokaklarında “Yankee Go Home” sloganı atıldı. Üçüncü protesto eylemi ise 29 Ağustos 1964’te İstanbul gençliği tarafından gerçekleştirildi.
29 Ekim 1968 Cumhuriyetimizin kuruluşunun 45. yıl dönümünde Türk Gençliği Samsun’dan Ankara’ya Tam Bağımsız Türkiye için Mustafa Kemal Yürüyüşü başlattı.Gençler 10 Kasım 1968 saat 13.30’ da beraberinde getirdikleri çelenkle Ata’nın huzurunda buluştular.
Gençler Anıtkabir özel defterine;
“Büyük Önder! Amerikan emperyalizmine karşı ikinci Milli Kurtuluş Savaşımızda izindeyiz.Milli Kurtuluş savaşımız yok edilemez.Onu yok etmek için bütün Türk Milletini yok etmek gerekir.“ (Tam Bağımsız Türkiye için Mustafa Kemal Yürüyüşçüleri)
14 Mayıs 1968 günü NATO’ya hayır mitingi, *Ayrıca 10 Şubat 1969 günü İstanbul’a gelen Amerikan 6. filosunu protesto eden yüksek öğrenim gençliğimiz “BAĞIMSIZ TÜRKİYE” diye bağırarak yürümüş, polis yürüyüşçülere saldırınca 15 öğrenci yaralanmış 20 öğrenci gözaltına alınmıştı.
Sonuç olarak:
1970 öncesi Türk Gençliğindeki NATO ve ABD karşıtı TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE! yönelişi ABD’yi de NATO’yu da rahatsız etti.Kendilerini ülkücü ve devrimci olarak tanımlayan idealist gençlerimiz özel tuzaklarla birbirine düşürülüp vuruşturuldu.Bu arada ABD ve batı destekli gericilik büyük Atatürk’ün en büyük eserim dediği Türkiye Cumhuriyeti devletini ve üniversite kadrolarını kontrollerine aldılar.
Yetmedi, Türk ordusu ve Türk yargısı içinde de NATO ve ABD destekli bir cemaati etkili kılarak Türk Ordusu’na tarihimizin en büyük darbesini vurdular.15 Temmuz ve sonrasında yaşadıklarımız bu acı gerçeğin kesin kanıtı oldu.
Türk ulusu ve gençliği olarak bu yaşananlardan ders çıkarıp, özeleştiri yapıp sadece cesaretle değil milli ortak akıl ve dayanışma ile YENİDEN KUVAYI MİLLİYE RUHUNDA BİRLEŞEREK ülkemizi sonsuza dek Türk yurdu kılabiliriz, kılacağız da. Atatürk’ün dediği gibi Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!
21.yüzyıl Türkiye enstitüsü / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER
Bir yanıt yazın