Saltanatın Kaldırılması – 1 Kasım 1922
Dilimize Arapçadan geçmiş olan saltanat sözcüğü, Süryanice “sultana” ve Asurca yabancı hükümdarlar için kullanılan “siltana” ile ilgili görülmüş, İslâm’ın ilk devirlerinde halife anlayışı olduğundan “sultan”, hükümdar değil sadece idari iktidar anlamında “bir başka valiye bağlı olmayan vali” manasını ihtiva etmiş, muhtemelen 11. yüzyılda Selçuklularla birlikte hükümdar karşılığı dünyevi iktidarı temsil etmek üzere kullanılmıştır. Nitekim Bağdat’taki Abbasi halifeliği dini-siyasi otoriteyi temsil etmekte idi ki; Moğol istilâsı sonucu yıkılan hilâfet Mısır Memlûkları eliyle devam ettirilmiş görünmektedir. Osmanlı hükümdarları hakan unvanının yanı sıra sultan unvanını da kullandılar, son zamanlarda bunun yanına bir de Mısır’dan alındığı söylenen halife unvanını ilave ettiler. Sultan unvanı ile dünyevi, halife unvanıyla dini otoriteyi temsil ettiğine inanılan padişahın bu sıfatlarla bütün gücü elinde tuttuğu bilinmektedir.
Millî Mücadele’nin zaferle sonuçlanması ve akabinde imzalanan Mudanya Mütarekesi’nin barışa giden yolu açması, bir yandan Ankara’da bazı çevrelerde saltanatın kaldırılacağı endişesini yaratırken, diğer yandan Sadrazam Tevfik Paşa’nın inisiyatifi ele almak için Ankara nezdinde girişimde bulunmasına sebep olmuştur. İcra Vekilleri Hey’eti reisi Rauf (Orbay) Bey, endişe duyanların başında gelmekte ve saltanatın kaldırılmayacağına dair Mustafa Kemal Paşa’dan kişisel güvence istemekteydi. Refet (Bele) Paşa’nın evinde Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’nın da katılımı ile yapılan dörtlü toplantıda Mustafa Kemal Paşa’nın saltanatın kaldırılmasının “bugünün meselesi” olmadığı şeklindeki açıklaması Rauf Bey’i rahatlatmıştır. Ancak Tevfik Paşa’nın 17 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta, Büyük Zafer’i saltanat makamı ile Babıâli’ye hayatiyet kazandıracak bir unsur olarak girmesi, hatta Barış Konferansı’nda İstanbul Hükümeti’nin yanında yer almak suretiyle Ankara’nın “son görev”ini ifa etmesini bekler vaziyette bulunması, saltanatın kaldırılmasını günün meselesi haline getirdi. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın telgrafına cevap niteliğinde olmak üzere TBMM’nin İstanbul’daki siyasî temsilcisi Hamit Bey’e Bursa’dan çektiği 18 Ekim 1922 tarihli telgrafta, “…Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ile şekil ve mahiyeti taayyün eden Türkiye Devletinin… mukadderatına vaziülyet… TBMM Hükümeti olduğu”nu belirterek, aynı kanun gereğince Türkiye’yi konferansta TBMM Hükümeti’nin temsil edeceğini bildirmiş, Hamit Bey de Gazi Paşa’nın talimatı doğrultusunda “üç günde beş defa” Tevfik Paşa’ya tebligatta bulunmasına rağmen sonuç elde edememiştir. 27 Ekim 1922’de İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ayrı ayrı verdikleri şifahi notalarla İstanbul ve Ankara hükümetlerini aynı anda, 13 Kasım 1922’ de Lozan’da açılacak konferansa davet etmeleri üzerine, 23 Ekim’de Ankara bu daveti kabul ettiğini bildirirken, aynı gün Tevfik Paşa tarafından TBMM Başkanlığına çekilen telgrafta, birlikte katılma önerisinde bulunuluyordu. Tevfik Paşa’nın telgrafları, Mustafa Kemal Paşa’nın girişimleri sonucunda Ankara’da saltanatla ilgili düşünceler önemli ölçüde değişikliğe uğramıştır. Mustafa Kemal Paşa, Barış Konferansı’nda ikiliği bertaraf edebilmek için saltanatın hemen kaldırılması doğrultusunda kararını vermiş ve bu konuda Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşa’dan kararının uygun olduğuna dair meclis kürsüsünde beyanatta bulunmalarını istemiş, bu istek itirazsız kabul görmüş, hatta Rauf Bey daha ileri giderek bu günün bayram ilân edilmesini önermiştir. Sadrazamın barış konferansına birlikte katılma önerisi TBMM’de büyük tepki ile karşılandı. 30 Ekim 1922 tarihindeki birleşimde bu konu müzakere olundu. Vahideddin’in ve onun hükümetlerinin Milli Mücadeledeki olumsuz icraatından dolayı saltanat makamını suçlandıran konuşmalar yapıldı. Bu nedenle bazı mebuslar İstanbul Hükümeti’nin konferansa katılma haklarının bulunmadığını söylerken, İstanbul Hükümeti’nin yok sayılmasını ve hatta saltanatın kaldırılmasını isteyenler de olmuştur. Aynı birleşimde saltanatın kaldırılmasına dair Dr. Rıza Nur ve arkadaşlarınca Meclis Başkanlığına sunulan altı maddelik önerge, 131 kabul, 2 ret, 3 çekimser oya karşılık çoğunluk sağlanamadığından işlem tamamlanamadı ve 1 Kasım Çarşamba günü tekrar oylanmak üzere oturuma son verildi. TBMM’nin çalışmalarına ara verdiği 31 Ekim Salı günü Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısında Mustafa Kemal Paşa, saltanatın kaldırılmasının zorunlu hale geldiğine dair açıklamada bulundu. 1 Kasım Çarşamba günkü 130. birleşimin birinci oturumunda konu tekrar gündeme getirildi. Dr. Rıza Nur ve arkadaşları önergelerinin altıncı maddesine yönelik değişiklik teklifinde bulundular. Burada hilâfetin Türklere, hususiyle Osmanlı hanedanına ait olduğu kabul edilmiş ve halifenin ne şekilde, kim tarafından belirleneceğine açıklık getirilmiştir. Hüseyin Avni (Ulaş) Bey ve arkadaşlarınca verilen 26 imzalı iki maddelik diğer bir önergede de İstanbul Hükümeti’nin 16 Mart 1920’den itibaren tarihe karıştığı vurgulanmış, fakat saltanatın kaldırılması ile ilgili her hangi bir açıklamada bulunulmamış, dolayısıyla bu önerge sadece İstanbul Hükümeti’ni hedef almıştır. Mustafa Kemal Paşa her iki teklif üzerinde yapmış olduğu uzunca konuşmasında hilâfetle saltanatın birbirinden ayrılabileceğini, tarihten alıntılar yaparak açıklamış neticede söz konusu tekliflerin Şer’iye, Adliye ve Kanun-ı Esasi encümenlerinden oluşan ortak komisyona havalesi kabul olunarak birinci oturuma son verilmiştir. Teklifler, ortak komisyonda görüşülürken, durumu yakından izlemekte olan Mustafa Kemal Paşa, toplantı odasına girerek komisyona hitaben yaptığı konuşmada hakimiyet ve saltanatın kuvvet ve kudretle alınabileceğini, milletin ayaklanarak zaten bunları elde ettiğini, yapılacak işin fiili durumu resmîleştirmekten ibaret bulunduğunu, aksi takdirde bazı kafaların kesileceğini söylemesi üzerine aydınlanan komisyon üyeleri, bu görüşler doğrultusunda bir karar tasarısı metni hazırlayıp meclis başkanlığına sunmuşlardır. Genel Kurulun 130. birleşiminin ikinci oturumunda ittifakla kabul olunan iki maddelik “TBMM’nin Hukuk-ı Hakimiyet ve Hükümranının Mümessil-i Hakikisi Olduğuna Dair Hey’et-i Umumiye Kararı”na göre saltanatla hilâfet birbirinden ayrılmış, saltanat kaldırılmış, hilâfetin varlığı korunmuş, hilâfet makamının Osmanlı hanedanına ait olduğu, ilim ve ahlâk bakımlarından hanedanın en iyi ve en olgun mensubunun bu makama TBMM tarafından seçileceği belirtilmiştir. Aynı kararda İstanbul Hükümeti’nin varlığına son verilmiştir.
Dursun Ali AKBULUT- ATATÜRK ANSİKLOPESİDİSİ /TURKİSHGORUM – ABDULLAH TÜRER YENER
Bir yanıt yazın