Rauf Orbay, Bahriye Nazırı sıfatıyla Vahdettin’le bir Cuma selamlığında Dolmabahçe Camii’nin mahfelinde Baş Mabeynci Lütfi Bey (Lütfi Simavi) vasıtasıyla 3. kere olmak üzere yapmış olduğu görüşmede, ülkenin içinde bulunduğu durumu, Damat Ferit Paşa hükümetinin vaziyetini ve alınması lazım gelen tedbirleri ayrıntılı olarak anlattıktan sonra(1) Vahdettin kendisine şu cevabı verir:
“Ferit Paşa’yı hemşiremin iyi bir zevci olarak severim. Fikirlerine taraftar değilim. Hususiyle siyasi düşüncelerinin aleyhindeyim. Bu yüzden aramızda şiddetli ayrılık vardı. Bunu Lütfi Simavi Bey de bilir.” Rauf Orbay devamla şöyle diyor: “O ana kadar muhafaza ettiği sükûnetini bozup ayağa kalkarak, muhaverenin (görüşmenin) bittiğini anlatmak istedi. Ve tam ayrılacağımız sırada, itidalini daha da kaybederek, mutlaka söylemek istediği bir şeyi dilinde döndürdüğünü belirten bir hırçınlıkla, gözlerimin içine dik dik bakarak: ‘Beyefendi’, dedi, ‘ortada bir millet var, koyun sürüsü! İdaresi için bir çoban lâzım. O da benim!'”
Rauf Bey devamla şunları söylüyor: “Maksadı buymuş anlaşıldı. Donmuş kalmıştım. Hiç sesimi çıkarmadım. Zoraki bir hareketle sağ elimi kaldırarak bir selam verip, yanından çıktım. Lütfi Simavi Bey de arkamdan geliyordu. Biraz ilerledikten sonra, koridorun bir yerinde dayanamadı, iki elimden tutarak; ‘Allah sizden razı olsun’ diye Damat Ferit Paşa’nın gerek hanedan ve gerekse vatan için bir musibet olduğunu ve bu hususta Padişah’a ikaz yollu söylediğim sözlerin zamanında ve yerinde söylendiğini beyan ile teşekkür etti.”(2)
…
Oysa Kur’an’da Bakara Suresi’nin 104. Ayetinde şöyle denilmektedir: “Ya eyyühelleziyne amenû, lâ tekulu râinâ ve kulu’nzürnâ…”
Ayetin anlamı, hâşâ Allah’a nezaket öğretme ve akıl verme çabasına girmeyen(3) bazı mealcilerce, kelimelerin Arap dilindeki orijinal anlamlarından hareketle şöyle verilmektedir:
“Ey iman edenler! (Yöneticilerinize:) ‘Raina-Bizi güt (şuursuz koyun sürüsü gibi bizi yönet)’ demeyin; ‘Ünzurna-Bizi gözet (organize ve koordine edip istişare ile idare et)’ deyin ve (Hakk ve adalet ettikçe onları) dinleyin…”(4)
Arapçada “Râî” kelimesi “Çoban” demektir. Hani şu Türk ordusunun Kuzey Suriye’deki harekat bölgelerinden birisinde “Çoban Bey” diye bir kasaba var ya, işte oranın Arap dilindeki adı “Râî” dir. Anlamı “Çoban” demektir. “Bey” hecesini sanırım bizimkiler eklediler!
Yani “Râî” çoban, “Râinâ” bizi güt, bize çobanlık et demektir.(5)
İşte Kur’an, bunu açık bir dille yasaklamıştır.
Yani insan gibi yüce bir varlığın, koyun yerine konulup, güdülmesini yasaklamış, yöneticilerin onlara kulak vermesini, yönetilenlerin de adaletle hükmettikleri, hukuka riayet ettikleri sürece yöneticilere itaat etmelerini tavsiye etmiştir.
Yani anlayacağınız bizim dincilerin “Dindar Padişah” dedikleri ve bu sebeple dinci politikalar izleyen Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı destekleyen Sultan Vahdettin, Kur’an’ın açık hükmüne aykırı olarak yönetmiş olduğu milleti koyun sürüsü, kendisini de bu koyun sürüsünü güden çoban farz etmekteydi. Egemenlik onun elindeydi.
Büyük Atatürk ise milleti koyun sürüsü ve padişahın kulları olmaktan çıkarmış, onu eşit yurttaşlar seviyesine yükseltmiştir. Yani Bakara Suresi’nin 104. Ayetinin emrini hayata geçirmiş, millete çobanlık yapan, onu tıpkı bir koyun sürüsü gibi güden yönetim anlayışından, millete kulak veren, onu dinleyen, dahası egemenliği kayıtsız şartsız ona veren bir yönetim anlayışına geçmiştir.
Cumhuriyet, işte, milleti koyun sürüsü olmaktan çıkartıp eşit yurttaşlar seviyesine yükselten, yöneticileri tayin etme yetkisini millete veren rejimin adıdır; KUTLU OLSUN.
Ne yazık ki; günümüzde milleti yine 99 yıl öncesinde olduğu gibi, koyun sürüsüne çevirme arayışları ve anlayışları vardır.
Muhtarların maaşa bağlanmak suretiyle adeta memurlaştırılması ve büsbütün mülki idarenin emrine verilerek Ankara’dan gelen emirle istenilen yere sevk edilmesi bunu göstermektedir…
29 Ekim 2022
____________
1- Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni-Siyasi Hatıralarım, Emre Yayınları, İstanbul, 1993, c,1, s. 185-188.
2- Rauf Orbay, age, s. 188.
3- Diyanet yayını olan “Kur’an Yolu” isimli mealde ayetin anlamı “Ey iman edenler! ‘Râinâ!’ demeyin; ‘unzurnâ’ deyin ve iyi dinleyin…”denilerek, yani “Râinâ” ve “unzurna” kelimelerinin Türkçe anlamları verilmeden geçilirken, Türkiye Diyanet Vakfı’nın mealinde, ayetin anlamı aynı şekilde verildikten sonra“Resûlullah (s.a.) müslümanlara bir şey öğretirken, bizi biraz bekle, acele etme manasına ‘Râinâ’ derlerdi. Yahudilerin de sövmek manasına gelen «Râinâ» kelimeleri vardı. Müslümanların bu sözünü işitince, Efendimize kötü maksatla öyle hitap etmeye başladılar. Bunun üzerine ‘Râinâ’ demeyin, o manaya gelen ‘unzurnâ’ deyin denildi ki, bizi bekle demektir.” şeklinde bir açıklamaya yer verilmiştir.
Yani DİB ve TDV meallerinde, nedense kelimenin Türkçe anlamı gizlenerek sanki Allah’a nezaket dersi verilmeye çalışılmıştır!
Bkz. ‘e%20kar%C5%9F%C4%B1)%20sak%C4%B1n,K%C3%A2firlere%20elem%20verici%20azap%20vard%C4%B1r.
4-Ahmet-Abdullah Akgül meali;
‘e%20kar%C5%9F%C4%B1)%20sak%C4%B1n,K%C3%A2firlere%20elem%20verici%20azap%20vard%C4%B1r.
5- Kadri Çelik, Bakara 104’ün mailini verdikten sonra şu açıklamayı yapmıştır: “Her ne kadar bu iki kelime (raina ve unzurna) Arapça’da aynı anlama gelse de İbranice dilinde “raina” cümlesi, ‘Bizi ahmaklaştır’ anlamına da geliyordu. Yahudiler ise bundan kötü istifade ederek ‘raina (Allahım! Bizi koru ve gözet!)’ diye dua eden Müslümanlarla alay ediyordu. Allah Müslümanları uyararak düşmana fırsat vermemelerini, ‘raina’ yerine aynı anlamı ifade eden ‘unzurna’ kelimesini kullanmalarını öğütlemiştir.”(bkz. 3 nolu dipnot)