Yazının başlığı kimi okurun dikkatini çekecektir.
Çünkü, sanki ‘Cumhuriyet’in başına bir ‘Demokratik’ takısı eklenince Cumhuriyet’in içeriği değişecekmiş gibi bir izlenim vermektedir.
Nitekim Kemal Kılıçdaroğlu’nun 100ncü yılında Cumhuriyetimizi ‘demokrasi’ ile taçlandıracağız sözü akla gelebilir.
Ve sanki bu ‘Cumhuriyet’ kurulduğunda kimsenin aklına ‘demokrasi’ sözcüğü gelmemiş sanılıyor olabilir.
Oysa, Cumhuriyet’in kurulduğu gece, kurucu başkan Mustafa Kemal’in, tartışma toplantısında, önündeki kağıda şöyle yazdığı görmezden gelinmektedir:
“L’Etat turc c’est une république démocratique’.
Yani “Türk Devleti demokratik bir cumhuriyettir”.
Ve ardından ‘Türk Devleti’nin hükûmet biçimi … diye sözkonusu kağıda kimi karalamalar yapıldığını görüyoruz.
Demek ki, neredeyse yüzyıla yakın bir süredir onca siyasetçi, tarihçi akademisyen, siyaset bilimci ve sözde aydının sanısının aksine, daha Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında bir ‘Demokratik Cumhuriyet’ olacağı kararlaştırılmış imiş.
Daha sonra bu ‘Cumhuriyet’in, ‘Halkçı’, ‘Devrimci’, ‘Devletçi’, ‘Milliyetçi’, ‘Laik’ ve ‘Cumhuriyetçi’ olduğu söylenecektir.
Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren bir ‘Cumhuriyetçi Cumhuriyet’ anlayışına sahip olduğu ileri sürülebilecektir.
‘Demokrasi’yi çok partili yaşama geçişe bağlayan yaygın görüş ise, kanımca, bilgi eksikliğine dayanan bir ‘akademik fantezi’ olarak değerlendirilmelidir.
O nedenle, ‘Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandıracağız’ sözünü de bir ‘fantezi’ olarak değerlendirmek olasıdır diyeceğim.
Çünkü, her ne kadar kuruluş hedeflerinden olabildiğince uzaklaşmış, neredeyse ‘cumhuriyet karşıtı’ bir biçime bürünmüş olan ‘Cumhuriyet’ üzerine akılyürütülürken, onun daha kuruluş aşamasında ‘demokratik’ bir nitelikte olmasının hedeflenmiş olduğunun önecelikle bilinmesi ve ardından unutulmaması gerektiğinin altını çizelim.
Ve özde bu ‘Cumhuriyetçi cumhuriyet’in örneğin ‘Devrimci’liği, ‘Laik’liği, ‘Halkçı’lığı, ‘Milliyetçi’liği neredeyse tanınmaz bir biçime büründürülürken, örneğin ‘Devletçi’liğine bir ‘çentik’ atmak gibi aptallıklar da yapılmadı değil.
Denilebilirse eğer, ‘Cumhuriyet’in bizzat kendisine, şurasından burasından ‘parmak atılmış’ olduğu söylenebilir.
Demek ki, öncelikle ‘Cumhuriyet’ kavramının derinliğine odaklanmak gerekmektedir.
Dünyanın geri kalanındaki ‘Cumhuriyet’lere bakıp, örneğin Fransa Cumhuriyeti’ mi yoksa ‘Fransız Cumhuriyeti’ mi olduğunu hangi aklı evvel siyaset bilimci söyleyebilecektir?
Ben söyleyeyim o zaman, söy-le-ye-me-ye-cek-tir.
Ancak şu kadarı söylenebilir: bugün Fransa, ‘Beşinci cumhuriyet’ini yaşamakta olup, ‘Altıncı cumhuriyet’i için kafa yormaktadır; ama Büyük Fransız Devrimi’nin ‘insan ve yurttaş hakları bildirgesi’nde belirtilen hedeflerinden şaşmayı kesinlikle aklına getirmemektedir.
Türkiye’de ise, onca eleştirilecek yönlerine karşın, Süleyman Demirel’in kurduğu sekiz hükûmeti tanıtırken ‘Cumhuriyet Hükûmetimiz’ diye söze başladığı anımsanmalıdır.
Yani 1980’li yıllara değin, Türkeş ve Erbakan hariç, tüm politikacılarda, kuruluş felsefesine bağlı bir ‘Cumhuriyet’ anlayışının olduğu söylenebilir.
Eksiktir ama vardır.
Çünkü 1980’li yıllara değin, şu ya da bu biçimde ‘Cumhuriyetçi cumhuriyet’ anlayışıyla yetişmiş idiler bu siyasetçiler…
Bu anlayışla yetişmek şöyle dursun, denildiği üzere ‘merdiven altı’ tarih ve din anlayışıyla yetişen günümüz politikacıları ve onları yetiştiren ‘merdiven altı akademisyenleri’ne Cumhuriyet’i anlatmanın kolay olmayacağını biliyorum.
Böyle bir çabamın olmadığını da söyleyebilirim.
Ancak, ‘Demokratik Cumhuriyet’çilere, Türkiye Cumhuriyet’inin daha kuruluş günlerinde, bir ‘Demokratik Cumhuriyet’ kurmak istediklerini anımsatmak isterim.
Cumhuriyet’in kuruluşunun yüzüncü yılında, umalım ki bu ‘kuruluş felsefesi’ anlaşılmış olsun!