Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
NATO mu, Şanghay İşbirliği Örgütü mü?
Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) 2022 Özbekisan, Semerkant Zirvesi, Türkiye ile batı kurumları arasındaki ilişkilerde yeni tartışmaları gündeme getirdi. AB, daha AET iken ilişkiler kurulmuş, sözleşmeler imzalanmış, 2005’de üyelik müzakereleri başlamıştır. Hiçbir üyenin yaşamadığı oyalamalar, engellemeler, 2022 itibariyle Türkiye için devam etmektedir. AB’nin önde gelenleri böyle bir üyeliğin mümkün olmadığını söylemekte, Türkiye’de de üyeliğin gerçekleşeceğine inananlar gittikçe azalmaktadır. Bununla beraber müzakere başlıkları tartışılmakta, her yıl ilerleme raporları yayınlanmaktadır. Öte yandan önde gelen NATO üyelerinin Türkiye’ye karşı düşmanca politikaları devam etmekte, Yunanistan’ın saldırganlıklarına, ihlallerine destek verilmektedir. İttifakın patronu ABD, uzun vadeli çatışmaya yetecek silahlarla Türkiye’yi batıdan ve güneyden kuşatmıştır. Bu gerçekler, Türkiye’nin batılı kurumlardaki üyeliğini tartışmalı hale getirirken akla ziyan, jeopolitik gerçeklere aykırı, haçlı saldırganlığına destek anlamına gelen çareler arasında NATO’dan çıkarak ŞİÖ üyeliği parlatılmaktadır.
ŞİÖ, Sovyetlerin dağılmasından sonra Çin öncülüğünde Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın katılımıyla 1996’da Şanghay Beşlisi olarak kuruluş sürecine girmiştir. 2001’de Özbekistan’ın katılımıyla uluslararası örgüt haline gelmiştir. Sınır güvenliğini sağlamak, tartışmalı bölgelerde uzlaşmak, terör, kaçakçılık, aşırıcılıkla mücadele ve işbirliği temel hedeflerdendir. Ekonomi, savunma, dış politika alanlarında işbirliği metinleri imzalanmış, ancak örgüt üyeliği temelli bir gelişme gerçekleşmemiştir. Bazı ŞİÖ üyeleri arasındaki ileri düzeyde ekonomik işbirliğinin örgüt tabanı bulunmamakta, hükümetler arası, daha doğru bir ifadeyle liderler arası mutabakata dayanmaktadır.
Türkistan ve Kafkasya’daki Türk devletlerinin bağımsızlıkları, nüfus ve coğrafi büyüklük bakımından bu cumhuriyetlerin toplamı civarındaki Doğu Türkistan’ın da bağımsızlığını hatıra getirmiştir. Buna karşı kadim Türk yurdunu Çinlileştirme projesi hızlandırılmıştır. ŞİÖ süreciyle de Doğu Türkistan’ın Çinlileştirilmesine perçin vurulmuştur. Terörle mücadele kapsamında mesela Müslüman cumhuriyetlerde gençlerin ve kamu görevlilerinin camiye girmeleri yasaklanmış, özellikle CIA destekli Vehhabi ve KGB destekli Şii radikallerin sundukları gerekçelerle baskılar, yasaklar birbirini izlemiştir. Bir beldede Müslümanların tarihi mührü demek olan mezarları, türbeleri yıkan, bir şekilde camiye uğrayanları tekfir ederek yaygara ve kavga çıkarma, böylece namazı dahi terör faaliyeti haline getirme misyonlu Vehhabi timlerinin arkasında ABD, CIA olduğu bilinmekle birlikte KGB’nin de her türlü yardımlarına mazhar olduğu bilinmektedir.
2017’de Hindistan ve Pakistan, 2022’de İran’ın üyeliği ile ŞİÖ genişlemiştir. Sırada gözlemci üye statüsündeki adaylar bulunmaktadır. Türkiye, gözlemci öncesi basamakta, “diyalog ortağı üye” statüsündedir. NATO ve AB ile ilgili sorunlar gündeme geldiğinde ŞİÖ ülkeleri haritası, üye ülkelerin toplam nüfusu, toplam GSMH miktarı gibi bilgilerle, Türkiye’nin batıyı bırakarak ŞİÖ’ye yönelmesi önerileri kötü niyetli, safça değilse bilgisizce muhakemelerin sonucudur. Çünkü toplam nüfus, coğrafi büyüklük veya GSMH miktarlarında ŞİÖ’nün etkisi bulunmadığı gibi, örgütün bu alanda katkısı bilinmemektedir. ŞİÖ için “Diktatörler Kulübü” yakıştırması sadece batının endişeleri veya kıskançlıkları temelli isimlendirme değil insan hakları, sosyal adalet, yönetime katılım gibi alanlardaki gerçekler bunu fazlasıyla doğrulamaktadır. Buna karşın Türkiye’nin başta komşularıyla, diğer bölge ve dünya ülkeleriyle, bu bağlamda ŞİÖ vb. uluslararası örgütlerle ilişkilerini sürdürmesi gereklidir, önemlidir. Zira hiçbir fonksiyonu kalmayan örgütlerin dahi zaman zaman ülke temsilcilerini bir araya getirmesinin olumlu sonuçları bilinmektedir.
Türkiye’nin ŞİÖ üyeliğinden kazanacaklarını görmek için mevcut üyelerin durumuna bakılmalıdır. Gerek kurucular, gerekse Hindistan, Pakistan ve İran’ın kazandığı veya kazanacağı birşey bilinmemektedir. Mesela Semerkant Zirvesi sürerken dahi Tacikistan-Kırgızistan sınır çatışmaları sürmekteydi. Bu ihtilafın sürüp gitmesinde ŞİÖ patronları Rusya ve Çin’in katkıları ayrı bir konudur. Esasen birçok üye arasında sınır sorunları bulunmakta, Rusya ve Çin bunları kaşımakta, silah satımı, hedef ülkeler üzerinde kontrolü sürdürme, barış gücü ve benzeri isimlerle yerleşme gibi sebeplerle sıcak çatışmaları beslemektedir.
ŞİÖ ülkeleri arasındaki ekonomik ilişkilerde örgütün katkısı bulunmamaktadır. Ticaretin konusu genellikle eski Sovyet cumhuriyetlerden Çin’e petrol ve gaz olup Çin’den ise sanayi ve tüketim ürünleri şeklindedir. Bu bağlamda İran ve Pakistan’ın Çin kolonileri haline gelmesi, ekonomi ve dış politikada Pekin’in uydusu olmalarının da ŞİÖ temeli bulunmamaktadır. ŞİÖ üyesi olmayan Türkiye-Çin dış ticareti 8 kat Türkiye’nin aleyhine olup, bu makas gittikçe açılmaktadır. Çin’in Türkiye’de kurduğu fabrikalar karanlık oda imalethaneleri yani sıfır istihdam esaslı olup iç pazarda Çin hegemonyasını takviye ederken fabrikaların kapanmasına, milyonların işsiz kalmasına sebep olmuştur. Kuşak-Yol projesinin ilerlemesi veya ŞİÖ üyeliği ile ekonomik işbirliğinin artması bu tabloyu Türkiye açısından daha olumsuz hale getirecektir.
AB ile Gümrük Birliği ortaklığı sanayi ve istihdam alanında Türkiye’ye önemli avantajlar bahşetmiştir. Başta Almanya olmak üzere AB üyeleri Türkiye’nin dış ticarette fazla verdiği ülkelerdendir. AB üyelik süreci, insan hakları, sosyal adalet gibi alanlardaki gelişmelerin tetikleyicisi olmuştur. Jeopolitik olarak da Avrupa’nın parçası olması, ŞİÖ üyelerindeki totalitarizm benzeri gelişmelere karşı sigortadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yetkisinin kabul edilmiş olması da son derece önemlidir.
Türkiye’nin NATO’dan çıkmasını sadece Rusya ve Çin yönlendirmeli odaklar değil başta Siyonist sermaye olmak üzere birçok batılı mahfiller de arzu etmektedir. Batı için jeopolitik vazgeçilmezliğimiz mesela Beyaz Saray açısından gerçek olmasına karşın müesses nizamın sahipleri lobilerin kontrolündeki kurumların böyle bir kaygısı bulunmamaktadır. ABD, NATO’nun patronu olmasına karşın bu ülke ile NATO’yu özdeşleştirmek yanlıştır. S-400’lerden dolayı Washington Türkiye’ye yaptırım uygularken NATO yönetimi, her üyenin istediği ülkeden silah alma hakkının olduğunu söylemiştir.
NATO üyeliğinin artı faydası olmaması, örgütten gelecek saldırılara karşı içerde bulunmanın önemini engellemez. Kale içindeki sıkıntılar, kaleyi düşmana bırakmayı meşru kılmaz. “Def’-i Mazarret Celb-i Menâfiden (zararı önlemek, fayda kazanmaktan) Evladır” ilkesini unutmayalım. Adalarda Yunanistan yanaında ABD ve Fransa’nın, Türkiye’ye karşı saldırgan faaliyetleri sürmektedir. NATO’dan ayrılmamız durumunda GKRY ve İsrail’in NATO üyeliği bir kaç ayda gerçekleşecek, Suriye’den Dedeağaç’a karşımızda bütün NATO’yu bulacağız. Rusya-Ukrayna Savaşı, İran’daki gelişmeler, yükselen Çin gerçeği bir yana Siyonist sermaye destekli aktörlerin Türkiye’yi, NATO’dan çıkarması mümkün değildir. Bunun tek istisnası, bir adım sonrasını göremeyen, görmek istemeyen tepki temelli politikara bağlı anlık kararlardır. Türkiye’yi NATO’dan sadece Türkiye çıkarabilir. Tabii ki bu süreçte küresel sermayenin bir yerlerden müdahalesi, baskısı, ustaca kurgulanmış oyunları olabilecektir. “NATO yerine ŞİÖ” benzeri saçmalamalar, uluslarası örgütler tanımı, sınıflandırması, fonksiyonları ve jeopolitik gerçekler açısından büyük bir cahaletin delilidir. Siyasi bakımdan ise ihanet değilse körlüktür.
alaeddinyalcinkaya@gmail.com
twitter.com/alaeddinyalcink