Heredote dergisi son sayısında yerküremizin son monarşilerini ele almış (Les dernières monarchies de la planète).
1845 yılına gelindiğinde, Avrupa’da İsviçre ve Saint-Marin dışında, Cumhuriyet diyebileceğimiz başka ülke yoktu diyor André Larané.
Sadece Amerika’da bir elin parmağı kadar Cumhuriyet vardı.
Günümüzde ise Birleşmiş Devletler’e (-nedense bu uluslararası örgüte, dil alışkanığıyla Birleşmiş Milletler denilmeye devam edilmektedir) 41 Monarşik Devlet kayıtlı olup, bunların da 15’i Birleşik Krallık’a bağlı Commonwealth grubunu oluşturmaktalar.
Monarşik Devlet’ler ise ‘mutlak’ ve ‘anayasal’ olarak ikiye ayrılıyorlar.
Örneğin Arap Dünyasında Suudi Arabistan ve Katar’ın dışında kalan diğer monarşiler bir ölçüde ‘anayasal’ sınırlar içine çekilmiş bulunmakta; geriye kalanlarda ise Egemen (souverain)’in ‘astığı astık kestiği kestik’tir.
Değil mi ki, Prens Salman’nın kesmek istediği kişiyi yine ancak kendi Devlet’ine benzer bir Devlet’te kestirmişti.
Bir başka Arap monarşisi olan Fas’ın Devlet geleneği ise, diğer Arap devletlerinden farklı olarak VIInci yüzyıla değin uzanmaktadır.
Ancak Ürdün gibi, iki Savaş arasında kurulan tamamen ‘yapay’ Devletler de yok değildir.
Birleşik Arap Emirliği, Kuveyt ya da uzak Asya’daki Brunei veya Borneo gibi Devlet’lerin ne kadar Devlet oldukları ve ne kadar ‘Devlet Geleneği’ne sahip oldukları ise ‘siyaset bilimci’lerinin ince işleri arasına girer diyelim.
Anack Uzak Asya demişken Japonya gibi ‘Devlet’lerin geleneklerinin M.Ö. 660’lara değin uzandığının altını çizmeden geçmek olmaz.
Şöyle de söylenebilir; Japonya’nın devlet geleneğinin sadece Milat’tan önceki dönemi tüm Osmanlı devlet geleneğinden 60 yıl daha fazladır.
Günümüzde ise, yani İkinci Dünya Savaşı sonrası diyelim, Tayland’ın monarkı Bhumibol Adulayej (1927-2016) eğer üç ay daha fazla yaşamış olsaydı geçenlerde ölen II.Elizabeth’tin 70 yıllık taht rekorunu kırmış olacaktı.
Müslüman ya da değil, Monarşik Devletler’in tarih ve etkinlikleri incelendiğinde benzerliklerinden çok benzemezliklerinin olduğu görülmektedir.
Nitekim Himalaya’larda yer alan Budist küçücük bir Devlet olan Butan (Bhoutan -Bouthan) kralı Jimge Sinye Wangchuck tam elli yıl önce, bugün ne anlama geldiği bilinmeyen Kişi Başına Ulusal Gelir (Produit National Brut) terimi yerine Kişi Başına Ulusal Mutluluk (Bonheur National Brut) terimini önermişti.
Ve bugün Avrupa’da irili ufaklı 26 Monarşi’den sözedilmektedir.
Öyle ki, yeryüzünün ‘demokratik’ sayılan Devlet’lerinden çok daha ‘demokratik’ bir anayasal sistem uygulayıp, yurttaşlarının hem kişi başına ulusal gelirlerini artırıp hem de kişi başına ulusal ‘mutluluk’larını sağlamış bulunmaktalar.
André Lalandé, yazısını sonlandırırken, bunun bir tek istisnası var diyor ve varın siz tahmin edin diye ekliyor.
Bir Avrupalı olsa, bu Monarşik Devlet’in Roma’daki Papalık olduğunu söyleyecektir.
Ancak bir sıradan bir Türk bile, bu Anayasasız Monarşi’nin Papaz elbisesi giyen bir Monark olduğunu kolayca bilebilecektir.
Hem kişi başına ulusal geliri ve hem de kişi başına ulusal mutluluğu hoyratça heba eden biri.
Demek ki sorun salt ‘monark’lık değil, ama ele geçirilen ‘egemenlik’in halkın yararına kullanılıp kullanılmadığıdır.
‘Egemenlik’ ise bir başka yazının konusu olup; Mustafa Kemal Osmanlılar için, halkın egemenliğini ‘gasp eden’ler diyordu.
İşte bugün, bu sözde Osmanlı torunları, halkın ‘egemenlik’ini gasp etmek şöyle dursun, hem canını, hem malını ve hem de mutluluğunu gaspetmiş bulunmaktalar.
Gerisi laf-i güzaftır.