“Hedefimiz Şanghay’a Tam Üye Olmak” Ama Nasıl?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Soçi dönüşünde Putin‘in daveti üzerine Eylül’de Şanghay Beşlisi’nin Özbekistan’da yapacağı toplantıya katılacağını açıklamış ve özel konuk olarak Şanghay İşbirliği Örgütü’nün 22’nci Devlet Başkanları Zirvesi’ne katılmıştır. Asya ile binlerce yıla dayanan beşeri, kültürel ve siyasi bağları bulunduğunu açıklayarak “Üye olmak-olmamak hepsi ayrı ama bizim bu ülkelerle olan münasebetlerimiz, bu atılan adımla çok daha farklı bir konuma taşınmış olacaktır” demiştir. Kastettiğiniz üye olmak mı? sorusu üzerine “Tabii. Hedef o.” demiştir.
Cumhurbaşkanı Putin ve Çin yetkilileri ile görüşmüştür ama Kırım ve Doğu Türkistan’daki soydaşlarımıza yapılan baskıları basına yansıdığı kadarıyla gündeme getirmemiştir. Rus işgali altında bulunan Kırım’da, Kırım Tatarlarının lideri, Ukrayna Milletvekili Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun evine işgalci güçler tarafından baskın yapılmıştır. Kırımoğlu, Rusya Federal Güvenlik Servisi (FSB) görevlilerinin Kırım’daki evine baskın düzenlediğini şöyle açıklamıştır: “Kırım’dan aradılar, FSB görevlilerin evime geldiğini ve benim nerede bulunduğumu sorduklarını anlattılar. Sanki nerede olduğumu bilmiyorlarmış gibi. İnsanlarımız onlara yakında evine gelir dediler.”
Rusya tarafından işgal edilen Kırım’da öğrencilerin derslerde kullandığı 10. sınıf “Kırım Tarihi” ders kitabında Kırım Tatarlarının “2. Dünya Savaşı sırasında Alman işgalcilerle işbirliği yapan işbirlikçiler” olduğu yazılmıştır. “Kırım Tarihi-1. Bölüm” kitabında Kırım Tatarlarının 2. Dünya Savaşı sırasında Almanları kurtarıcı olarak gördüğü ve onları çiçekler ve hediyelerle karşıladığı, ayrıca Kırım Tatarların çoğunun Nazilere yardım ettiği açıklanmıştır. Kırım Tatar aktivist Elmaz Kırımlı, Facebook sayfasında kitabın sayfalarının fotoğraflarını paylaşarak, “Bu 10. sınıf Kırım Tarihi kitabı. Bu kitap Kırım’daki okullarda okutuluyor. Etnik nefreti kışkırtma ve iftira. Bu yönetimin direktifi mi? Tüm bunlarla mahkemeye başvurulmalı! Çocuklarımızın kafasına bu saçmalığın sokulmasına izin vermemeliyiz.” ifadelerini paylaşmıştır.
Soldaki fotoğraf için bir gerçekçi yorumu paylaşmak istiyorum.
Türkiye, ŞİÖ ile ilişkilerini geliştirmeye çalışırken Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği tarafından Ankara’da düzenlenen iftara Eskişehir Kırım Derneği dahil Türkiye’deki Kırım diasporasından çok yoğun katılım olmuştur. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Ukrayna Dışişleri Bakanı Pavlo Klimin, Kırım Tatar halkının milli lideri, Ukrayna Cumhurbaşkanı’nın Kırım Tatarlarından Sorumlu Yetkilisi ve Ukrayna milletvekili Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, Ukrayna’nın Ankara Büyükelçisi Andriy Sıbiga iftarda bulunmuştur.
İftar öncesi bir konuşma yapan ve “Kırım davasını hiçbir zaman unutmadık, unutmayacağız. Kırım’ın ilhakını tanımadık, tanımayacağız” diyen Çavuşoğlu, son ABD ziyaretindeki temaslarında da Kırım konusunu gündeme getirdiklerini açıklamıştır: “Kırım’ın Ukrayna’nın bir parçası olduğunu hiçbir zaman unutmayacağız ve her platformda bunu dile getirmeye devam edeceğiz. Diğer yandan, Ukrayna’nın doğusundaki sorunun da bir an önce çözülmesini ve Ukrayna’nın istikrara kavuşturulması için çalışmalarımızı sürdüreceğiz, Ukrayna’ya verdiğimiz desteği sürdüreceğiz.”
Duma Savunma ve Güvenlik Komitesi Başkan Yardımcısı Yuri Şvitkin, Ankara ile her konuda iyi anlaştıklarının söylenemeyeceğini açıklayarak, Suriye konusunda Türk tarafına sormak istedikleri bazı sorular olduğunu söylemiştir (https://ahvalnews2.com/russia-turkey/ankara-behaves-unpredictable-way-russian-official). Ankara AB’ye yaranmaya da çalışıyor olabilir ifadelerini kullanan Şvitkin, “Biliyorsunuz, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan zaman zaman AB’yi eleştiriyor. Bununla beraber Türk tarafında onların yönüne doğru ilerleme arzusunu da gözlemleyebiliyorsunuz. Türk tarafından gelen bu gibi açıklamaların bizi yapıcı karşılıklı ilişkilere götürmeyeceği kesin” demiştir.
Diğer önemli konu da Uygur Türklerine yapılan baskılardır. Birleşmiş Milletler’e göre 1 milyon civarında Müslüman Uygur Türkü Çin’in eğitim merkezi olarak dünyaya tanıttığı toplama kamplarında tutuluyor. Sincan bölgesinde ve Çin’in değişik yerlerinde gerçekleşen saldırıların ardından bu eylemlerden Uygurları sorumlu tutan Çin, 2014 yılından itibaren teröre karşı halk mücadelesi adı altında yeni bir süreç başlatmıştır. Uygurlara yönelik kültürel ve dini kısıtlama ve baskılar 2009 yılından itibaren giderek hız kazanmıştır. Erkeklerin sakal bırakması ve kadınların uzun kıyafet giymesi kısıtlanırken halkın düğünlerde alkol kullanmaya zorlanması da bu uygulamalardan bazılarıdır. (
Türkiye’nin bir NATO üyesi olarak ŞİÖ’ne üye olması uluslararası hukuk açısından mümkün değildir. Bunun nasıl olacağını herhalde Ahmet Hakan sayın Cumhurbaşkanına sormamış olacak ki, gazetesi de “HEDEFİMİZ ŞANGHAY’A ÜYE OLMAK” manşetini atmıştır. Dün bazı TV’lerde konu tartışılmıştır ama derinlemesine bir analiz yapılmamış, geçmişe ve Batı’dan kopma noktalarına değinilmemiş, eksen kayması konusuna ise hiç girilmemiştir.
Erdoğan Başbakan iken Rusya ziyaretine atıfta bulunarak Vladimir Putin‘e “Zaman zaman bize takılıyorsun. AB’de ne işin var diyorsun. O zaman ben de şimdi size takılayım. Hadi gelin bizi Şangay Beşlisi’ne dahil edin, biz de AB’yi gözden geçirelim” demişti. Özbekistan, bu yıl çok bilinen adıyla Şanghay Beşlisi’nin dönem başkanıdır. ŞİÖ, Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın 1996 yılında oluşturdukları uluslararası bir “işbirliği” kuruluşudur. 2001 yılında Özbekistan’ın katılımıyla üye sayısı altıya çıkmış, 9 Haziran 2017’de Nur Sultan’da(eski Astana) gerçekleştiren zirvede Hindistan ve Pakistan’ın kuruluşa katılmasıyla üye sayısı sekize, gözlemci statüsünde olan İran’ın 17 Eylül 2021’de kuruluşa kabul edilmesiyle üye sayısı dokuza ulaşmıştır. (S. Rıdvan Karluk, Uluslararası Kuruluşlar, 7. Baskı, 2014, s.625)
Gözlemci ülkeler; Afganistan, Belarus ve Moğolistan’dır. Diyalog Partneri ülkeler; Azerbaycan, Ermenistan, Kamboçya, Nepal, Sri Lanka ve Türkiye’dir. 3 destekçi kuruluş ASEAN, BDT ve Türkmenistan’dır. Resmi diller Çince ve Rusça’dır. Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan ve Türkiye ortak bir dile sahip olmalarına rağmen Türkçe resmi dil değildir. Acaba neden? Çin ve Rusya kuruluşta her bakımından egemen ülkelerdir. Türkçe’nin resmi dil olmasını istememektedirler. Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan ve Türkiye bu konu üzerinde durmalıdır. ŞİÖ şemsiyesi altında şimdiye kadar 40’a yakın toplantı ve etkinlik düzenlenmiştir. ŞİÖ’nün son zirvesi, 17 Eylül 2021‘de Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’de gerçekleştirilmişti.
26 Nisan 1996 tarihinde Şanghay’da toplanan beş ülkenin temsilcilerinin Sınır Bölgelerinde Askeri Güvenin Derinleştirilmesi Anlaşması’nı (Treaty on Deepening Military Trust in Border Regions) imzalamışlardır. 15 Haziran 2001 tarihinde Özbekistan’ın katılımıyla üye sayısı altıya çıkmıştır. 7 Haziran 2002 tarihinde Saint Petersburg’taki Zirve’de Rusya, Çin, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ı birleştiren ŞİÖ’nün kurulmasına ilişkin belgeler kabul edilmiş, örgütün amacı, ilkeleri, yapısı, faaliyetleri, işbirliği alanları ve dış ilişkileri belirlenmiştir. Örgüt; üyeleri arasında ekonomi, güvenlik ve kültürel işbirliği öngörmektedir. Putin Ağustos 2007’deki Bişkek Zirvesi’nde “TEK KUTUPLU DÜNYA KABUL EDİLEMEZ” diyerek misyonu hakkında ipucu vermiştir.
Putin, ilk defa ŞİÖ’ne Türkiye’nin ilgisini 2005 yılı başında Kazakistan’a yaptığı ziyarette açıklamıştır. Başbakan Erdoğan, 6 Aralık 2004 tarihinde Putin’in Türkiye’ye gelişinden sonra 9-11 Ocak 2005 tarihlerinde Moskova’ya ziyaret gerçekleştirmiştir. Putin, Başbakan Erdoğan ile görüştükten kısa süre sonra Kazakistan’a gitmiş ve Türkiye ile ilgili sürpriz bir açıklama yaparak Ankara’nın ŞİÖ’ne üye olmak istediğini Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’e açıklamıştır:
“Dün Türkiye Başbakanı Sayın Tayyip Erdoğan’ı Moskova’da misafir etme, onunla detaylı görüşme imkanım oldu. Temaslarımız sırasında Erdoğan’dan, ülkesinin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne büyük ilgi duymaya başladığını memnuniyetle öğrendim. Türkiye’nin dile getirdiği bu ilgi bence önemli bir pozitif sinyal olarak algılanmalı.”
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül 3 Şubat 2005 tarihinde Çin’e yaptığı ziyaret sırasında Örgüt’e üye olma isteğini Çin Başbakanı Ven Ciabao ve Dışişleri Bakanı Li Caoşing’e iletmiştir. Türkiye 2009 ve 2011 yıllarında da Örgüt’e misafir ülke olmak için başvurmuş fakat kabul edilmemişti.
Başbakan Erdoğan 18 Temmuz 2012’de Moskova’da Putin’e, “Zaman zaman bize takılıyorsun. AB’de ne işin var diyorsun. O zaman ben de şimdi size takılayım. Hadi gelin bizi Şanghay Beşlisi’ne dahil edin, biz de AB’yi gözden geçirelim şeklinde bir latife yaptım” demiştir. Erdoğan’ın 25 Temmuz 2012 tarihinde Kanal 24’de katıldığı özel canlı yayınında “Türkiye AB sürecini unuttu mu?” şeklinde soruya verdiği cevap dikkat çekicidir:
“Çok açık ve samimi söyleyeyim, bizim aslında AB sürecini unutmak, kaybetmek diye bir şey söz konusu değil… Onun için geçenlerde Sayın Putin’e onu söyledim, ‘bizi Şanghay Beşlisi içine alın’ dedim. Alın bizi Şanghay Beşlisi içine biz de AB’ye ‘allahaısmarladık’ diyelim, ayrılalım oradan.”
Bu cevap üzerine Yiğit Bulut’un “Şanghay Beşlisi’ne gelin denilse, Türkiye gider mi gerçekten?” sorusuna Başbakan “Gideceğimizi söyledik. Gelin denilirse, geliriz dedik” cevabını vermiştir. Bulut’un “İkisi birbirine alternatif mi?” sorusunu Erdoğan “Şanghay Beşlisi daha iyi, çok daha güçlü” diyerek cevaplandırmıştır. Kemal Kılıçdaroğlu ise, “Şanghay İşbirliği Örgütü’ne neden girmek istiyoruz? AB’yi neden dışlıyoruz? 1071’den beri bizim hedefimiz Batı’ya doğrudur. Batı bir coğrafya değildir; uygarlığın adıdır”diyerek tepki göstermiştir.
Erdoğan’ın açıklamaları üzerine Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu üyesi Stefan Füle‘nin sözcüsü Peter Stano, “Türkiye ve diğer aday ülkelerin AB üyelik hedefinden vazgeçerek başka arayışlara girebileceği iddiası tamamıyla spekülatif” demiştir. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjørn Jagland “Bu Avrupa’dan uzaklaşma manasına gelirse ben endişelenirim, AB de endişelenmeli” yorumunu yaparken, AB Bakanı Egemen Bağış’ın yorumu ilginçtir: “Türkiye’nin farklı ittifaklarla ve uluslararası kuruluşlarla ilişkilerini birbirinin alternatifi veya yedeği olarak görmek yanlıştır.” Tespit kısmen doğrudur ama Türkiye bir NATO üyesi olarak ŞİÖ’ye üye olamaz. Çünkü, uluslararası hukuk açısından bu mümkün değildir.
Türkiye’nin Berlin Büyükelçiliği’nin açılışı için Almanya’ya giden Erdoğan’ın ziyaretini Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesi, “Erdoğan AB’ye ültimatom verdi” başlığıyla haberleştirmiştir. Erdoğan’ın Cumhuriyet’in 100’ncü yılında Türkiye’nin AB’ye alınmaması durumunda AB’nin Türkiye’yi kaybedeceği sözlerine de yer vermiştir. Erdoğan bundan 10 yıl önce 1 Kasım 2012 tarihinde gerçekleştirdiği Almanya ziyareti sonrasında Putin’e yaptığı espriye açıklık getirmiştir:
“Bir noktada artık AB, Türkiye’yi kaybetmenoktasına gelebilir. Putin’e yaptığım espride de ben bunu ima ettim. Kamuoyu önünde de anlatmıştım bunu. ‘Niye AB’ye giriyorsunuz’ diye bana takıldığında, ben de kendisine esprili bir cevapla Siz Şanghay Beşlisi’ne alın, biz de çıkalım karşılığını vermiştim.”
3-6 Şubat 2013 tarihlerinde Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Slovakya’yı kapsayan Orta Avrupa turu öncesinde havalimanında kendisine sorulan bir soruyu “Şanghay Beşlisi, AB ile alternatif kuruluşlar değildir. Yani birine girdiğinde birini terk etme; terk edersin de ayrı konu” diyerek cevaplandırmıştır ama bu tespit doğru değildir. O dönemde Başbakanı yanlış bilgilendirmişlerdir. Çünkü Türkiye bir NATO ve OECD üyesidir, AB ile gümrük birliğini gerçekleştirmiş ülkedir. ŞİÖ’ye üye olabilirsiniz ama önce NATO ve OECD’den çıkmanız, AB ile olan gümrük birliğini sonlandırmanız gerekir.
Bu şuna benzer. Türkiye Cumhuriyetinde mevzuat değişmeden bir kişi iki kere resmi nikah yaparak evlenemez. Eğer çok istiyorsa, önce eşinden boşanmalıdır. Bu sebeple Türkiye ŞİÖ girmek istiyorsa tüm batılı kuruluşlardan ayrılmak zorundadır. Bu durumda da Türkiye’de eksen kayması olur. TÜSİAD’ın Ağustos 2010 Görüş Dergisi “Sarkaç doğuya kayıyor: Türkiye sürüklüyor mu, sürükleniyor mu?” başlığı ile yayınlanmıştır:
“Türkiye’nin dış politika tercihlerini değiştireceğinden, hatta değiştirdiğinden endişe ediliyor. Dünyanın pek çok yerinde Davutoğlu’nu anlamak için toplantılar düzenleniyor, makaleler yazılıyor. Biz de Görüş Dergisi editörleri olarak üstünde bu denli konuşulan Davutoğlu’nu tam da Mavi Marmara krizi sonrasında eksen kayması tartışmaları yoğunlaşmışken sayfalarımıza konuk etmek istedik.”
Ahmet Davutoğlu kimdir? sorusuyla başlayan ve eksen kayması tartışmasıyla devam eden bir dizi soruya Davutoğlu’nun cevabı şöyledir: “Bu toplumun içinde yaşayan birisi olarak benim de pozisyon almam gerekirdi. Böylesi bir konjonktürde yaşayan bir Türk aydını olarak izah etmem gereken bir şey vardı. Stratejik Derinlik’i bu sorumluluk duygusu ile yazdım ve şimdi de aynı sorumluluk duygusuyla hareket ediyorum. Türkiye’yi anlamlı kılan sahip olduğumuz tarihi birikimle yarattığımız müdahil olabilme kabiliyetidir. Biz müdahil olabilme kabiliyetimizi kullandığımız zaman bir pozisyon oluşturuyoruz. Eksen kayması tartışması da bu noktada başlıyor. ‘Siz etken olmayın, müdahil olmayın, siz karışmayın, siz söylenileni yapın’ deniyor.” (https://www.academia.edu/9909360/Tusiad_Eksen_Kaymas%C4%B1)
Erdoğan, partisinin Kütahya, Afyonkarahisar, Batman ve Siirt Olağan Kongreleri’ne video ile bağlanarak açıklamalarda bulunmuş, Batı’ya ılımlı mesajlar vermiştir. “Avrupa Birliği’nden bize verdiği sözleri tutmasını, ayrımcılık yapmamasını, en azından ülkemize yönelik aleni düşmanlıklara alet olmamasını bekliyoruz. Kendimizi başka yerlerde değil, Avrupa’da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz.“
Cumhurbaşkanının bu açıklamasını memnuniyetle karşıladım.
Avrupa Birliği dünya nüfusunun yüzde 6’sını oluşturmasına rağmen dünyanın en büyük ekonomileri ve ticaret aktörleri arasındadır. Ayrıca büyük ve çeşitlendirilmiş pazar ve altyapısı, üye ülkelerde ortak uygulanan teknik standartlar ve sağlık/bitki sağlığı önlemleri ve gelecekte de sahip olacağı ticaret potansiyeli ile AB, Türkiye açısından önemli bir pazardır. 1 Ocak 1996 tarihinde Gümrük Birliği’nin yürürlüğe girmesiyle AB ile ticaret hacmimiz artmış, Türkiye’nin en önemli ticaret ortağı durumuna gelmiştir. Günümüzde sanayi ve işlenmiş tarım ürünlerini kapsayan Gümrük Birliğinin kapsamının genişletilememesi ve güncellenmemesi taraflar arasındaki ticaretin gelişmesine engel oluşturmuştur.
Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür. Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül 3 Şubat 2005 tarihinde Çin’e yaptığı ziyaret sırasında Şanghay İşbirliği Kuruluşu’na üye olma isteğini Çin Başbakanı Ven Ciabao ve Dışişleri Bakanı Li Caoşing’e iletmiştir. Gül, iki tarafın da uluslararası kuruluşlarda işbirliğini geliştirmeyi amaçladığını belirterek, Türkiye’nin kuruluşa katılmaya ilgi gösterdiğini açıklamış olmasına rağmen Türkiye’nin ilk başvurusu reddedilmiştir. Buna karşılık aynı dönemde başvuran İran gözlemci ülke statüsüyle kuruluşa kabul edilmiştir.
Türkiye 23 Mart 2011 tarihinde ŞİÖ’ne diyalog ortağı statüsü kazanmak üzere başvuruda bulunmuştur. Türkiye’nin başvurusu 6-7 Haziran 2012 tarihlerinde Pekin’de düzenlenen Devlet Başkanları Zirvesi’nde onaylanmıştır. Zirve Bildirisi’nde de Türkiye’nin Diyalog Ortağı olarak ŞİÖ ile işbirliğine dahil olmasının memnuniyetle karşılandığı belirtilmiştir. Türkiye 7 Haziran 2012 tarihinde SİÖ’ne “diyalog ortağı” statüsü ile katılmıştır. Türkiye 2009 ve 2011 yıllarında da ŞİÖ’ne misafir ülke olmak için başvurmuş fakat kabul edilmemişti.
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Victoria Nuland “Açıkçası, Türkiye’nin aynı zamanda bir NATO üyesi olduğu göz önüne alındığında bu ilginç olur” açıklamasında bulunmuştur. Bu gelişme üzerine Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü 5 Şubat 2013 tarihinde Türkiye’nin kuruluşa diyalog ortağı olması konusunda aşağıdaki yorumda bulunmuştur ama o dönemde Cumhurbaşkanı çok açık bir şekilde “Hedefimiz Şanghay’a Üye Olmak” dememişti.
“Ülkemizin Şanghay İşbirliği Örgütü ile ilişkisi AB veya NATO ile ilişkilerimize alternatif olmadığı gibi, bu örgütlerle mevcut ilişkilerimiz Şanghay İşbirliği Örgütü ile işbirliğimiz önünde engel değildir. Nitekim, AB 2012 yılında Şanghay İşbirliği Örgütü ile ilişkilerini geliştirme kararı almış, Orta Asya Özel Temsilcisi’nin görev yönergesinde de bu hususa vurgu yapmıştır.”
Türkiye’nin yeni Berlin Büyükelçiliği’nin açılışı için Almanya’ya giden Başbakan Erdoğan’ın ziyaretini Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesi “Erdoğan AB’ye ültimatom verdi” başlığıyla verdiği haberde, Erdoğan’ın Cumhuriyet’in 100’ncü yılında Türkiye’nin AB’ye alınmaması durumunda AB’nin Türkiye’yi kaybedeceği sözlerine yer vermiştir.
3-6 Şubat 2013 tarihlerinde Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Slovakya’yı kapsayan Orta Avrupa turu öncesinde havalimanında kendisine sorulan bir soru üzerine şu cevabı vermiştir: “Şanghay Beşlisi, AB ile alternatifkuruluşlar değildir. Yani birine girdiğinde birini terk etme; terk edersin de ayrı konu.” Bu açıklama uluslararası hukuk açısından geçerli değildir. Terk olmadan diğerine tam üye olamazsınız. Bunu bilmeyen yoktur ama sayın Cumhurbaşkanına yanlayış bilgi verilmektedir. Birinden boşanmadan diğeri ile evlenemezsiniz.
Rusya’nın St. Petersburg kentinde 23 Kasım 2013 tarihinde yapılan Türkiye-Rusya Üst Düzey İşbirliği Konseyi toplantısında Putin, Ukrayna’nın, Avrupa Birliği ile ticaret anlaşması imzalamayı reddetmesine değinirken Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğiyle ilgili görüşmelerde büyük tecrübe sahibi olduğunu söyleyince Başbakan Erdoğan şu cevabı vermiştir: “Ben Sayın Başkan’ın bu tespitine karşı, başka bir tespitle diyorum ki. Şanghay İşbirliği Teşkilatı’na gelin Türkiye’yi alın. Bizi de bu sıkıntıdan kurtarın. Şanghay İşbirliği Teşkilatı olayını daha önce de ifade etmiştim.”
Türkiye, 1856 Paris Anlaşması’ndan sonra yüzünü Batı’ya çevirmiş, Tanzimat’tan bu yana Batı’ya yönelmiş dünyadaki tek Müslüman ülkedir. Türkiye, laik ve demokratik ilkeleri benimsemiş, Batı dünyası ile ortak sınıra sahip ve ona komşu, AB ülkeleri ile tarihi ilişkileri bulunan, dünya üzerinde mevcut 57 İslam ülkesi arasında ekonomik, politik, sosyal, kültürel ve sportif alanlarda en gelişmişler arasında yer alan, hayat tarzı olarak kendi kültürel değerlerini koruyarak Batı’yı seçmiş bir ülkedir. Türkiye için zaman zaman “Batıya giden gemide Doğuya koşan ülke” benzetmesi yapılmıştır ama bunun doğru olmadığı Türkiye’nin üye olduğu Avrupalı ekonomik, askeri ve siyasi kuruluşlar tarafından ispatlanmıştır.
Ziya Gökalp her ne kadar hars-medeniyet ayrımı yapmış olsa da ateşli bir batıcıdır. Gökalp 1922’de Yeni Gün gazetesindeki yazılarında Batı medeniyetini kabule mecbur olduğumuzu belirterek şöyle demiştir: “Kabul etmediğimiz takdirde Garp devletlerinin esiri olacağız. Garp Medeniyetine hakim olmak yahut garp devletlerine mahkum olmak, bu iki şıktan birini kabul mecburiyetindeyiz. Bugün artık şu hakikat anlaşılmıştı: Avrupa’ya karşı hürriyetimizi ve istiklalimizi müdafaa edebilmek için Avrupa Medeniyetini iğtinam etmemiz lazımdır. Avrupa medeniyeti müspet ilimlerden ve sınai tekniklerden, içtimaî teşkilatlardan ibarettir.” (https://www.academia.edu/5369693/Yeni_G%C3%BCn_Gazetesi_1918_1923)
Atatürk’ün gerçekleştirdiği çağdaşlaşma atılımı, bir batı taklitçiliği ve Avrupa’ya benzeme özentisi değildir. Onun bir yabancı gazetecinin Garplıların nelerini milletiniz için almak istersiniz? sorusuna verdiği cevap buna güzel bir örnektir: “BİZ GARP MEDENİYETİNİ BİR TAKLİTÇİLİK YAPALIM DİYE ALMIYORUZ. ONDA İYİ OLARAK GÖRDÜKLERİMİZİ KENDİ BÜNYEMİZE UYGUN BULDUĞUMUZ İÇİN, DÜNYA MEDENİYET SEVİYESİ İÇİNDE BENİMSİYORUZ” (Afet İnan, “Atatürk’ün Bazı Özellikleri,” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 1984, s. 96-101)
Atatürk, Türk devriminin başarıya ulaşmasında ilim ve fennin yeri ve önemini Samsun’da öğretmenlere hitaben yaptığı konuşmada şu sözlerle dile getirmiştir: “Dünyada her şey için, medeniyet için hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, 1906-1938, Ankara 1959, s.194) Onuncu Yıl Nutkunda da “Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız” dedikten sonra sözlerini şöyle sürdürmüştür: “Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir.” (A.g.k., s.275) Prof. Dr. Bernard Lewis Türk devrimini ifade etmek için en sık kullanılan iki deyimden birinin “Milliyetçilik”, diğerinin “Batıcılık” olduğunu açıkladıktan sonra şu değerlendirmeyi yapmıştır:
“Türklerin devrimlerinde giriştikleri esas değişiklik, batılılaşma idi. Türk halkının 1000 yıl önce Çin’den vazgeçip İslamlığa döndükleri zaman başlamış olan Batıya doğru yürüyüşünde diğer bir adım. Şimdi İslami miraslarının tamamından değilse de büyük bir kısmından vazgeçerek Avrupa’ya dönmüşler ve devlet yönetimi, toplum ve kültürde Avrupa hayat yolunu benimsemek ve uygulamak için sürekli ve kararlı çaba göstermişlerdir. Bu çabada başarı derecesi konusunda kanılar farklıdır; bununla beraber, Türkiye’nin kamu hayatının geniş ve önemli alanlarında, batılılaştırıcı devrimin tamamlanmış ve geri döndürülemez olduğundan şüphe edilemez.” (Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ankara,1984, s. 479)
Türkler Orta Asya’dan çıkarak Doğuya (Çin’e değil) Batıya yönelmişlerdir. Türkiye’nin dışında hiçbir Müslüman ülke AB dışındaki tüm Avrupalı kuruluşlara üye değildir. Şanghay ruhu Türkiye’yi nasıl etkiler sorusuna yıllar önce büyük önder Mustafa Kemal Atatürk 29 Ekim 1923 tarihinde şu cevabı vermiş ve noktayı koymuştur: “MEMLEKETİMİZİ ASRİLEŞTİRMEK İSTİYORUZ. BÜTÜN ÇALIŞMAMIZ TÜRKİYE’DE ASRİ BİNAENALEYH BATILI BİR HÜKÜMET VÜCUDA GETİRMEKTİR. MEDENİYETE GİRMEK ARZU EDİP DE BATI’YA YÖNELMEMİŞ MİLLET HANGİSİDİR?”
Cumhurbaşkanı Erdoğan “9 Mayıs Avrupa Günü” mesajında; Avrupa Birliği’nin son yıllarda kuruluş değerlerinden uzaklaştığını ve üye ülkelerin kısa vadeli politikalarının etkisi altında kaldığını belirtmiştir: ”AB’nin, Ukrayna savaşı ile birlikte kendine yeni bir hikaye yazmasının zamanı gelmiştir. Bugün, Avrupa’nın ortasında tüm dünyanın gözü önünde yaşanan bu trajedi, AB açısından uyarı mahiyetindedir.” Schuman Bildirisi’nin özündeki düşüncelerin, tüm dünyayı yıkan bir savaşın ardından Avrupa’da ülkelerin farklılıklarını ve düşmanlıklarını kenara bırakarak barış, güvenlik, kalkınma ve refah için bir araya gelmesini sağladığını açıklayan Erdoğan şu mesajı vermiştir.
“AB ise geçmişten günümüze geliştirdiği ortak politikalarla barış projesi olmanın çok daha ötesine geçmiştir. Son yıllarda kuruluş değerlerinden uzaklaşan ve üye ülkelerin kısa vadeli politikalarının etkisi altında kalan AB’nin, Ukrayna savaşı ile birlikte kendine yeni bir hikaye yazmasının zamanı gelmiştir. Bugün, Avrupa’nın ortasında, tüm dünyanın gözü önünde yaşanan bu trajedi, AB açısından uyarı mahiyetindedir. Şimdi, Avrupa bütünleşmesinin temellerinin atıldığı dönemdeki gibi bir dayanışmaya, işbirliğine ve en önemlisi de vizyoner ve cesur bir bakış açısına ihtiyaç vardır.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin, sadece aday ülke ve NATO müttefiki olarak değil, köklü ve güçlü AB müktesebatına sahip bir ortak olarak da mevcut meydan okumaların aşılmasında somut katkı sağladığını şöyle vurgulamıştır:
“Giderek karmaşıklaşan dünya sahnesinde farklılıklarımızdan ziyade müşterek paydalarımıza, çıkar çatışmalarından ziyade savunduğumuz temel değerlere odaklanmak ve Türkiye-AB ilişkilerini her alanda geliştirmek, her iki tarafın da menfaatinedir. Türkiye’nin her türlü engele rağmen sabırla ve kararlılıkla sürdürdüğü AB’ye tam üyelik süreci, yapıcı bir yaklaşımla teşvik edilmelidir. Bu, AB’nin kendi gelecek tasavvuru, itibarı ve güvenilirliği bakımından da zaruridir. Bu düşüncelerle ‘Avrupa Günü’nün, ortak coğrafyamızda barış, esenlik ve dayanışmaya vesile olmasını diliyor, başta vatandaşlarım olmak üzere, tüm Avrupalıların 9 Mayıs ‘Avrupa Günü’nü tebrik ediyorum.”
Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu, 12 Mayıs’ta yapılan oylamada Türkiye raporunu kabul etmiştir. “Türkiye’nin ısrarla Avrupa Birliği değer ve standartlarından uzaklaştığının” ifade edildiği rapor, 7 ret ve 13 çekimser oya karşı 54 oyla kabul edilmiştir. Rapor, “Türkiye’de temel özgürlükler, demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularında hiçbir iyileşme olmadığını” not etmiştir. Rapor’da, “AB ile ilişkili reformlarda net ve önemli bir gelişme kaydedilmeden Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile üyelik müzakerelerini sürdürmeyi öngöremediğinin” de altı çizilmiştir. Parlamenterler, Avrupa Parlamentosu’nun bu aşamada 2018 yılından bu yana bilfiil durmuş olan Türkiye ile üyelik müzakerelerine ilişkin tutumunu değiştirmeyi savunamayacağı sonucuna varmıştır.
AB’nin; demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel haklar ve yargının bağımsızlığının sürekli kötüye gitmesi konusunda duyduğu endişeler giderilememiş, birçok alanda ilerleme yerine gerileme olmuştur.AB Komisyonu’nun aday ülkeler Türkiye, Sırbistan, Karadağ, Kuzey Makedonya ve adaylık başvurusunda bulunan Bosna Hersek ve Kosova‘ya ilişkin değerlendirmelerin yer aldığı 2021 Genişleme Raporu, Komşuluk ve Genişlemeden sorumlu üyesi Oliver Varhelyi tarafından açıklanmıştır.
Bundan 10 yıl önce 22 Mayıs 2012 tarihinde Turkish Forum’da (ABD) yayınlanan yazımın başlığı şöyleydi: “On Yıl Sonra Türkiye’de Eksen Kayması Olur mu?” Bunun sebebi CHP Milletvekili Özgür Karabat’ın açıklamasıydı. Karabay haklıydı. Türkiye, AB gündeminden düşmüştür. Çünkü, kağıt üzerinde “aday” ülke olan Türkiye’de Avrupa Birliği Bakanlığı kapatılmıştır. Şimdiye kadar hiçbir aday ülkede AB Bakanlığı kapatılmamıştı.
Diğer taraftan AB Komisyonu Türkiye’yi “Ortadoğu ve Kuzey Afrika” birimine kaydırmıştır. Türkiye, Avrupa Birliği Komisyonu’nun “Komşuluk ve Genişleme Müzakereleri Genel Direktörlüğü” (NEAR) bölümünde Türkiye Ortadoğu ve Kuzey Afrika biriminde yer almıştır. Komisyon, Türkiye’yi de içine aldığı, daha önce Ortadoğu ve Kuzey Afrika olan birimin adını “Güney Komşuları ve Türkiye” olarak değiştirmiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan “9 Mayıs Avrupa Günü” dolayısıyla yayınladığı mesajda “Türkiye, maruz kaldığı çifte standarda ve engellemelere rağmen stratejik hedefi olan Avrupa Birliği üyeliği yolunda kararlı tutumunu ve çalışmalarını sürdürmektedir. Türkiye’nin üyeliği, bölgesel ve küresel düzeyde etkin, kendi vatandaşlarının yanı sıra bölgesine ve tüm dünyaya umut aşılayan bir Avrupa’nın yükselişinin önünü açacaktır” demiştir.
ıLucius Annaeus Seneca “Hangi Kapıya Yöneldiğini Bilmeyen Hiçbir Zaman Uygun Esen Rüzgarı Bulamaz” (ignoranti quem portum petat nullus suus ventus est) derken haklıydı. Çünkü, yöneldiğiniz kapıyı bilmezseniz, hiçbir zaman uygun esen rüzgarı yakalayamazsınız. Ama bazen kapıyı bulmanız yeterli olmayabilir. Çünkü rüzgar eğer tersten eserse, sizi uygun olan kapıya değil, istemediğiniz bir kapıya yönlendirebilir.
Bu süreçte unutulmaması gereken bir nokta vardır. O da AB dahil Batı dünyasının Türkiye’ye uyguladığı çifte standartlardır. Ben buna “BOBON KRİTERİ” diyorum. BO: Bizden Olanlar, BON: Bizden OlmayaNlar. Türkiye’nin AB üyelik süreci ve sözde Ermeni soykırımı konusunda Batı dünyasının Türkiye’ye uyguladığı çifte standartları asla unutmayalım. Bir örnek aşağıdadır.
California Eyalet Meclisi Üyesi Adrin Nazarian, 24 Nisan Soykırımı Anma Günü’nü resmi tatil ilan etmek için sponsor olduğu bir yasa tasarısını (AB 1801) nihayet geçirmeyi başardı. Tasarı, her yıl 24 Nisan’da Kaliforniya’daki tüm topluluk kolejlerinin ve devlet okullarının kapanmasını zorunlu kılıyor. Devlet memurlarına ücretli izin verilecek. Tasarı metninde şu ifadeler yer alıyor: “Yasama, Soykırımı Anma Günü’nün herkesin geçmiş ve şimdiki soykırımları, özellikle de bu vahşetlerin etkisini hissedenlerin ve onlara sığınan grupların üzerinde düşünmesi için bir gün olacağını saptar ve ilan eder. Kaliforniya, Holokost, Holodomor ve Ermeni, Asur, Yunan, Kamboçya ve Ruanda topluluklarının soykırımları dahil ancak bunlarla sınırlı değildir. Soykırım Anma Günü, her yıl 24 Nisan’da, Ermeni Soykırımı Anma Günü olarak da bilinen, Kaliforniya eyaletinin geleneksel olarak Soykırım Farkındalık Haftası‘nı tanıdığı hafta boyunca kutlanacak. Metin ayrıca 24 Nisan’da veya alternatif bir tarihte “Bu eyaletteki devlet okulları ve eğitim kurumları, mevcut kaynaklarla finanse edilen, soykırımdan kurtulanların bu ülkeye yaptığı birçok katkıyı hatırlayan ve onurlandıran alıştırmalar içerebilir. Eyalet Eğitim Kurulu, Soykırımı Anma Günü ile ilgili alıştırmalar için devlet okullarında kullanılmak üzere bir model müfredat rehberi benimseyebilir.”
Şimdi tam sırası: “Quo Vadis Türkiye?”
Quo Vadis Latince bir deyiş olup “Nereye gidiyorsun” anlamına gelir. Hıristiyanlığı yaymakla görevli havarilerden Peter, İmparator Neron’un zulmünden kurtulmak için Roma’dan kaçar. Yolda giderken, Hazreti İsa’ya rastlar. Peter sorar. “Quo vadis?.” İsa cevap verir: “Romam vado iterum crucifig” (Roma’ya tekrar çarmıha gerilmeye) Peter bunun üzerine, Roma’da bırakıp kaçtığı görevini hatırlar. Cesaretini toplar ve geri döner. Sonra da Aziz ilan edilir, St. Peter olur.
Yazıları posta kutunda oku