ULUSAL BİLİNÇ, ÇANAKKALE, KOCATEPE…

Turgut Özal, eğitim sistemimiz hakkında incelemeler yapıp bir rapor hazırlamaları için Japonya’dan eğitim uzmanları getirtir. Onlarla bizzat görüşür ve konuyu çok önemsediğini belirterek, bir sorunla karşılaşırlarsa kendisi ile her zaman görüşebileceklerini bildirir.

Japonlar işe başladıktan kısa bir süre sonra Özal’dan randevu alıp yanına giderek ilk izlenimlerini anlatırlar: “çocuklara en başta ulusal bilinç eğitimi verilmeli. Sizde bu hiç yok” derler…

Özal, “o nasıl olacak?” deyince onlar da Japonya’daki uygulamayı anlatırlar…

“Biz, Japonya’da okula başlayan çocukları alır, önce Hiroşima ve Nagazaki’ye götürürüz. Oralardaki yıkımı gören çocukları hızlı trenlerimize bindirir, ülkeyi baştan sona gezdiririz. Dev sanayi kuruluşlarımızı, cennet gibi bahçelerimizi/ parklarımızı gösterir ve deriz ki ‘Hiroşima ve Nagazaki’de gördüğünüz gibi, İkinci Dünya Savaşı’ndan her şeyini kaybetmiş, yerle bir olmuş bir ülke olarak çıktık. Ama pes etmedik. Biz Japonlar köklü ve büyük bir ulusuz. Bize çaresiz insanlar gibi oturup ağlamak yakışmaz. Bize çok çalışmak ve yurdumuzu eskisinden güzel yapmak yakışır, dedik. Dediğimizi yaptık; Japon gibi çalıştık ve 20 yıldan daha kısa bir zamanda ülkemizi gene dünyanın en saygın ülkelerinden, devletimizi en güçlü devletlerinden birisi yaptık.’ Böylece çocuklar Japon olmanın/ ulusal kimliğinin ayırdına varır, ulusal bilinç edinir ve özgüven kazanırlar. Bu şekilde önce başarılı öğrenci olmak için, sonra da Japonya’yı daha da yükseltmek için çok çalışmak gerektiğini anlamış olurlar…”

Turgut Özal, söze girer ve “ama bizim ne hızlı trenimiz ne de sizinkiler gibi dev sanayi kurumlarımız var” der…

Heyet Başkanı hemen yanıt verir: “sizin de Japonya’nın tüm dev kurumlarından büyük Çanakkale’niz var!..”

Japonların bilmemeleri olası değil ama belki, “tek Çanakkale bile yeter” diye düşünerek söz etmemiş olabilirler. Bizim yalnız Çanakkale’miz yok, Sakarya’mız var, Kocatepe’miz var, Dumlupınar’ımız var vs. Ancak Turgut Özal ulusalcı değil, ümmetçi olduğu için anlatılanlarla ilgilenmez. Zaten Japonları ulusal eğitim değil, sadece teknik eğitim konusunda yardım almak üzere davet etmişti.

***

Tarihinin en karanlık dönemlerinde hep görüldüğü üzere, Türk ulusu Çanakkale’de sinesinden gene bir Başbuğ, Atatürk’ü çıkarmıştı. Onun üstün komutası altında savaşarak, bizi yok etmek için hayasızca saldıran dünyanın en güçlü devletlerini yenmiş ve özgüvenimizi kazanmıştık…

Böylece Çanakkale zaferi dirilişimiz olmuştu. Bu özgüvenle, düşmanlarımızın bizim için hazırladıkları ‘Sevr Esaret Zincirini’ kırıp çöpe atmak üzere, Yüce Başbuğumuzun açtığı bayrağın altında toplandık. Yurdumuzu düşmanlardan temizledik ve onurlu bir ulus olarak, kutsal vatan topraklarımız üzerinde özgür ve bağımsız yaşamayı hak ettik…

Ulusal Kurtuluş Savaşımımızı kazanmamız, Çanakkale’de edindiğimiz özgüvenimizi pekiştirmişti. Ancak bu, son savaşlarımızda gösterdiğimiz kahramanlıklara bağlı, eski deyimle hamasi bir özgüvendi. Altı ulusal bilinçle doldurulmadığı takdirde, en küçük bir kayıpta, örneğin sporda yaşanılan bir hezimette bile kaybedilebilir. Oysa ulusal bilinç sahibi ulusları, büyük yenilgiler/ felaketler bile yıkamaz.

Bunun ayırdında olan Atatürk, Kurtuluştan sonra Başöğretmenimiz oldu ve önce eğitime el attı. Eğitim ulusal olacaktı.

Ulusal bilinç, tarih bilinciyle başlar. Tarihleri olmayan/ tarihlerini bilmeyen uluslar köksüz ağaçlara benzer. En küçük rüzgârda bile yıkılırlar. Osmanlı, tarihi kendisiyle başlatmış, buna biraz da İslam tarihi katmıştı. Oysa binlerce yıllık, köklü Türk tarihi vardı. Bunu araştırmak üzere Türk Tarih Kurumunu (TTK) kurdu. Kendisinin de yazarları arasında bulunduğu, liseler için 4 ciltlik tarih kitabı hazırlattı.

Ulusal bilincin diğer bir önemli ögesi de dildir. Osmanlı dilimizi de unutturmuştu. Eğitim, bilim ve ibadet dili Arapça, edebiyat dili Farsça idi. Devleti yöneten devşirmeler Esperanto benzeri, Osmanlıca denilen resmi bir dil yaratmışlardı. Başöğretmenimiz, Güzel Türkçemizi tek dil yaparak bu kargaşaya son verdi ve yüz yıllardır sadece halkımızın yaşatmaya çalıştığı dilimizin geliştirilmesi için Türk Dil Kurumunu (TDK) kurdu.

Ulusal bilinç kazanmaları için her sabah Andımızı söyleyerek derse başlayan ilkokul öğrencilerinde, ulusal bayram bilinci oluşması için,  Egemenliği ulusun eline aldığı gün olan 23 Nisan’ı bayram yaparak, onlara armağan etti Böylece dünyada ilk kez, çocuklar bir bayrama sahip oldular. Aynı şekilde gençlere de 19 Mayıs’ı armağan etti.

Devleti yöneten devşirmeler tarafından yıllardır hep ezilmiş ve “Etrak-ı bi idrak” denilerek aşağılanmış olan halkımızın özgüven kazanıp Türklüğü ile gurur duyması için, Kurtuluş Savaşımımızın başından beri, her zaman söze “Büyük Türk Milleti” diye başladı. Düşmanı İzmir’de denize döktükten sonra yayımladığı mesajda, “Büyük ve Soylu Türk Milleti, bu büyük zafer her şeyden önce senin eserindir… Sana İzmir’den, Bursa’dan, Akdeniz ufuklarından ordularının selamını sunuyorum” diyerek “orduların da zaferin de sahibi sensin” dedi.  Cumhuriyet’ten sonra da aynı tarz söylemlerini sürdürdü. “Türk Milleti çalışkandır,… Türk Milleti zekidir..” dedi. “Ne mutlu Türküm diyene” dedi. “Bir Türk dünyaya bedeldir” dedi vs…

Yıllardır aşağılanmanın verdiği komplekslerden arınması için bu şekilde motive ettikten sonra, kazanılan içi boş, şovenist/ duygu yüklü/ hamasi özgüveni, ulusaldan evrensele giden kültürel donanıma dayalı bir özgüvene dönüştürmek gerekiyordu. Bu amaçla yeni bir atılım yapılmalıydı.

O zamana kadar birlikte çalıştığı “Türk Ocakları” artık görevini tamamlamıştı. Türk Ocakları’nı kapattı. 1932’de yeni misyonu yürütecek kültür ocakları olan Halkevleri ve bunların köylerdeki şubeleri olan Halkodaları kuruldu*…

***

Ne yazık ki 15 yıllık Başöğretmenlik sürecine sığdırdığı bu kurumları yaşatacak ve beklentilerini yaşama geçirecek yeni bir kuşak yetiştirmeye ömrü yetmedi. Eskiler ise, 15 yıl en yakınında çalışmış olanlar bile O’nu anlayabilecek bilinç düzeyinde değillerdi..

 O’nu kaybettikten hemen sonra çıkan 2’nci Dünya Savaşı’nın ardından emperyalizme teslim olduk. Lozan’dan beri, emperyalistlerin iştahla bekledikleri andı, bu. Önce Milli Eğitim ve Milli Savunma Bakanlıklarına el koydular. Eğitim de savunma da ulusal niteliğini kaybetti.

Yazarları arasında Atatürk’ün de bulunduğu lise tarih kitabını, öncelikle müfredattan çıkarıp yeni bir kitap yazdırmaları, tarih bilincimizi yok etme niyetleri bakımından dikkat çekicidir!..

“Biz size daha iyisini veririz” diyerek ulusal savunma sanayimizi kapattırmalarında da benzer niyet vardır: “adamlar yapıyor!” dedirtmek ve özgüvenimizi yıkmak! Oysa verdikleri, genelde kullanılmış savaş artığı gereçlerdi.

NATO’ya girince tam olarak emperyalizme teslim olduk. Cumhuriyetin kültür ocakları olan Halkevleri kapatıldı. Muhafazakar olduğunu söyleyen Menderes iktidarı, kültür emperyalizmine kapıları sonuna kadar açtı ve yoz Amerikan pop kültürü ülkemizde egemen oldu. İşin ilginci, emperyalistlerin en büyük işbirlikçisi gericiler, buna tepki olarak Arap kültür emperyalizmine sarıldılar. Sonuçta bugün, yaşam biçimleri birbirine zıt iki toplum oluştu!..

1980’lere geldiğimizde, Amerika’nın “küreselleşme” adı altında yutturmaya çalıştığı yeni sömürgecilik yöntemi neo-liberalizme, Türk ekonomisini uyarlamak için 24 Ocak kararları alındı. Amerika kararları, “bizim oğlanlar” dediği NATO’cu generallere darbe yaptırarak, mutemet adamı Turgut Özal tarafından uygulanmasını istedi…

NATO’cu generaller, Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşları gibi, kendilerini Atatürkçü sanıyor, adını ağızlarından düşürmüyor, her yere heykellerini yaptırıyor, fakat ilkelerini çiğniyor, yaptıklarını yıkıyorlardı. Atatürk’ün vasiyetini bile çiğnediler: TTK ve TDK’yı devletleştirerek, “ulusal bilinç” karşıtı “ümmet bilinci” yandaşlarına teslim ettiler…

***

Sonuçta, ulusal bilincimizi kaybetmiş olduğumuzu, dünyanın öteki ucundan gelen Japonlar gördüler. Bu sayede AKP iktidara geldi. İktidarının ilk yıllarında, en büyük destekçileri Amerika ve AB’nin de teşvikleriyle, ulusal bilinci tümüyle yok etmek için yoğun uygulamalar yaptı. Okullarda Andımızın okunması yasaklandı. Ulusal bilinci çağrıştırıcı, Atatürk’ün özlü sözleri her yerden silindi. Ulusal bayramların kutlanması yasaklandı. Devlet kurumlarının başındaki TC kaldırıldı. Hatta “artık Türk ve Türkiye diyemeyeceksiniz” bile denildi. Bölücü PKK’lılar tanık, yurtseverler sanık sandalyelerine oturtuldu. Daha da acısı muhalefet de bunlara karşı çıkmadı. Çünkü onlar da aynı şekilde dizayn edilmişlerdi…

Japonların “Çanakkale’yi gezdirme” önerisine gelince, bunu uygulayanlar da var. Her gidişimde görüyorum; tarikat ve cemaatler, AKP’li belediyelerin tuttuğu otobüslerle müritlerini akın akın Gelibolu Yarımadası’nda dolaştırıyorlar. Fakat onlar, bu işi ulusal bilinç kazandırmak için değil, tersine insanların ulusal bilinçlerini köreltmek için yapıyorlar: “zaferi Mehmetçik değil, gökten inen evliyaların kazandıklarını” anlatıyorlar!..

***

Bu gece 25 Ağustos’u 26 Ağustos’a bağlayan gece.

Afyon Kocatepe Üniversitesi 2005’de güzel bir etkinlik başlatmıştı. Her yıl, her üniversiteden bir öğretim üyesi ve 8 öğrencinin katılımı ile 25-26 Ağustos gecesi, Şuhut’tan Kocatepe’ye “ZAFER YÜRÜYÜŞÜ” düzenliyordu. 2008’de üniversitemi temsilen, öğretim üyesi olarak ben katılmıştım. İşte 14 yıl önce bu gece ben, üniversiteli gençler ve Türkiye’nin her yöresinden gelmiş halkın da katılımıyla, binlerce kişi,  birlikte Şuhut’tan Kocatepe’ye tırmanıyorduk. 100 yıl önce, Büyük Taarruzu başlatmak üzere Kocatepe’ye tırmanan Atatürk ve arkadaşları gibi.

Daha önce 2 kez Kocatepe’ye çıkmış ve törenlere katılmıştım. Ama bu kez her şey bambaşkaydı. Hani der ya Nazım Usta, Kuvayı Milliye Destanında; “ Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp/
ve pırıltılar görüp/ ve çok uzak/ çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak/
bir müthiş ve mukaddes macerada,/ ön safta, en ön sırada,/ şahlanıp ölesi geliyordu insanın.” İşte bunun gibi bir duygu kaplıyordu insanın içini…

Ne yazık ki bu güzel etkinlik, Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olup YÖK’e ve üniversite rektörlerine kendi adamlarını atadıktan sonra, sonlandırıldı…

Gazetelerin yazdığına göre, bu gece Kılıçdaroğlu CHP’li gençlerle birlikte Kocatepe’ye yürüyecekmiş! Recep Tayyip Erdoğan da törenlere katılacakmış!..

Bu gece uykum kaçınca bunları anımsadım..

*Günümüzdeki Halkevleri ve Türk Ocakları’nın Atatürk dönemindekilerle ilgisi yoktur.

Turgut Özal, eğitim sistemimiz hakkında incelemeler yapıp bir rapor hazırlamaları için Japonya’dan eğitim uzmanları getirtir. Onlarla bizzat görüşür ve konuyu çok önemsediğini belirterek, bir sorunla karşılaşırlarsa kendisi ile her zaman görüşebileceklerini bildirir. - kocatepe 26 8 1922

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir