Bugün ‘Atatürkçü’ olmak nasıl bir şeydir diye düşünmeye çalışalım.
Önce ‘Atatürkçülük’ diye bir şey var mıdır yok mudur sorusuna yanıt vermekle başlayabiliriz.
Evet ‘Atatürkçülük’ diye bir şey vardır ve benimsenir ya da benimsenmez ama hem Özdemir İnce’nin tanımıyla ‘Çağının çağdaşı’ ve hem de günümüzün ‘Çağdaş’ı bir ‘öğreti’yi (doctrine) savunmak demektir.
Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, ‘dogma’ (dogme) ile ‘öğreti’nin (doctrine) biribirine karıştırılmamasıdır.
Nitekim kendisini Atatürkçü olarak gören kimi kesimler, bilerek ya da ayırdında olmayarak, Atatürkçülüğü dogma düzeyinde (düzleminde değil kuşkusuz) savunmaktadırlar.
Oysa Atatürkçülük, yineleyelim; hem ‘çağının çağdaşı’ ve hem de günümüz ‘çağdaş’ı olan bir öğretidir.
Peki ama bu öğreti bir ‘sistem’ vazetmekte midir?
Ki, en çok tartışması yapılan konu da, Atatürkçülük’ün bir ‘sistem’ öngörüp öngörmediği konusudur.
Değil mi ki, gerek dogmalar ve gerekse öğretiler, başarılı ya da başarısız da olsalar bir ‘sistem’ öngörmektedirler.
Çünkü ‘sistem’ olabilmek için, biribirleriyle çelişik olmayan belli ‘ilke’ler bütünü olmak gerekmektedir.
Burada ‘yapı’ (structure) ile ‘sistem’ (système) ayırımına girecek değiliz.
Ancak her sistemin kendine özgü ‘ilke’ ya da kimi zaman denildiği gibi ‘yasa’ları vardır.
Ve yine, burada, aman efendim ‘yasa’ denildi, o zaman bu ‘değişmez’ bir ‘yapı’ ya da ‘sistyem’ oluşturmak demektir ki, dogmadan ne farkı var diye sorulabilir.
Oysa ‘ilke’ ya da ‘yasa’ yerine ‘kural’ ya da ‘kurallı düşünce’ terimleri kullanılacak olursa, zaman içinde gerek ‘kurallar’ ve gerekse ‘düşünce’nin değişebileceği de baştan kabul edilmiş ise, örneğin Atatürkçülük hem ‘düşünce’ düzeyine çıkarılmış ve hem de ‘Atatürkçülük düşüncesi kesinlikle dogma olmaktan çıkarılmış olacaktır.
Peki ama eğer Atatürkçülük bir ‘sistem’ öngörüyorsa nasıl hem ‘çağının çağdaşı’ ve hem de ‘çağdaş’ olabilir diye sorulabilir.
Değil mi ki ‘sistem’ler de genelde ‘durağan’ oluşumlardır.
Gerçekten de ‘dinsel öğreti’ler değişmez ‘kural’, ‘yasa’, ‘dogma’ ve ‘yapı’lar öngörmektedirler.‘
Oysa Atatürkçülük, ne dinsel, ne ahlâkî, ne ‘ekonomik’ bir ‘öğreti’dir ve ne de bir başına bir ‘sistem’ öngörmektedir.
Atatürkçülük, öz olarak, tarihsel, felsefî ve politik bir ‘dünya görüşü’ne ait kimi ‘ilke’ler bütünü olup, Mustafa Kemal’in kendi deyimiyle bu ilkeler ışığında ‘yapılan işler’den başkası değildir.
Bu da, Atatürkçülük’ün salt ‘kuramsal’ değil ama ‘eylemsel’ bir ‘düşünce’ olduğu anlamına gelmektedir.
Demek ki bütün sorun, Atatürkçü Düşünce kavramının anlaşılıp anlaşılamaması sorununa gelip dayanmaktadır.
Atatürkçü Düşünce Fransızcası ile bir ‘pensée’ değil ama bir ‘idée’ olup; içinde ‘niyet’, ‘sezgi’, ‘tasarı’, ‘tasarım’, ‘keşif’, ‘bakış’, ‘görüş’, ‘refleks’ ve ‘refleksiyon’u da barındıran bir ‘sistematik düşünme biçimi’dir.
Zaten, tam da bu nedenle hem ‘çağının çağdaşı’ ve hem de günümüz ‘çağdaş’ı olmak niteliğini taşımaktadır denilebilir.
Yeter ki ‘düşünce’ kavramının kendisi bilinebilsin.