30 Ağustos Zafer Bayramı Hepimizin bayramıdır.
ZAFER BAYRAMIMIZ! Hepinize kutlu olsun!
Türklüğümüze yeni yeni ZAFERLER müjdelesin!
“… Atatürk olmasaydı, Türk belki Özbekistan’da olurdu, ama Trakya ve Anadolu da kalmazdı. 100 yılda tüm civar coğrafyadan sürülmüş ve katledilmiş Türker’in Konya Ovası’ndan sürülmeleri ve atılımları ne kadar sürerdi sanıyorsunuz?
“… Ne Türk, ne de Türkiye kalırdı. Mustafa Kemal sadece ülkeyi kurtarmadı, Türk neslini de kurtardı…”
Bu sözler benim değil bu sözler Amerikalı Prof. Dr. Justin MacCarty’ye aittir.
30 Ağustos Zafer Bayramımızın 100.Yıl dönümünde Türk ve Türkiye Cumhuriyeti ifadeleri çok yüce anlam kazanmıştır.
30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da Mustafa Kemal’in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Büyük Taarruzu, Bulgaristan Müslümanları “Başkomutanlık Meydan Muharebesi” adıyla da bilir. Küreselciler Yunan ordularına İzmir yolunu gösterirken, Anadolu’da Zafer meşalesi parlardı. Ülkemizin toprakları işgalden kurtuldu. Yeniden doğan yenilmez Türk ruhu kanatlandı.
Mazlum halkların sömürgecilik zincirlerini kırdığı ve kurtuluş çağı açıldı. Aslında 30 Ağustos sadece Türklerin değil, 30 Ağustos Türk-İslam Dünyası’nın, hatta tüm mazlumların zafer ve bayram günüdür.
Bu bakıma, çağdaş anlamıyla Türk, güç, kuvvet, kudret, olgunluk çağı, atılımlar gerçekleştiren, zaferler kazanan, gelişim yollarını kendisi açan, niteliksel dönüşümlerin taşıyıcısı, güzel insandır.
Türk – dünya mazlumların, çaresiz insanların sığındığı bir gönüldür.
Merhamet ve vicdan sadece Türklerde Anadolu topraklarında mevcut olduğunu artık dünya da görmüş oldu.
Birçokları içinse değişmeyen Türk vasıflarının sıralaması şöyledir: Güçlü, kudretli, kuvvetli doğan, türeyen, çoğalan, artan ve yücelmeyi başarandır.
Türk Devleti dendiğinde ise, hatırlanan şudur:
Türkler dünyada devletsiz yaşayamayan bir millettir.
Tarih boyunca kurduğu 31 devlet, 33 beylik, 21 atabeylik, 16 İmparatorluk, ilki Batı Trakya olmak üzre toplam 10 Cumhuriyet bunun göstergesidir.
Türk milleti, ırk kavramını kendi ırkı için ortaya atmayan, ama büyüklüğü kendi tarihinden ve her Türk’ün kanından belli olacak, büyük bir millettir. Bizlerde Türklük parçalanması asla mümkün olmayan bir özelliğimizdir.
30 Ağustos’ta sıkça kullanılan “Yedi düvel” dendiğinde de Türk millet ve devletinin yakın ve uzak düşmanla dünya emperyalizmini dize getirdiğimiz hatırlanır. Zaten tarih boyunca biz Türkler hiçbir dönemde tek devletle savaşmamışızdır bu da tarihlerde mevcuttur.
Bugün Yakın Doğu’da dönen dolapların en sonunda Türkler lehinde sonuçlanacağı ve ezilen ve sömürülen komşularımızın yurtlarına sağlıcakla döneceği anlamını da taşır. Her zaman olduğu gibi bugün de DÜNYADA İLAHİ ADALET TÜRKİYENİN YANINDADIR. ADALET TÜRKLERDEN SORULUR.
30 Ağustos, Balkan Savaşında, Çanakkale’de İngilizlere, Sakarya ve İzmir’de Yunan’a, Antalya’da İtalyan’a, Güney Doğu’da Fransızlara, Kıbrıs’ta enosise, Suriye-İrak’ta -PKK, DAEŞ ve PYD’ye, 15 Temmuz 2016’da FETO-NATO.cu darbecilere, Afrin’de, Kandil’de ve Azerbaycan Dağîlik Karabağ’da hain düşmana karşı galibiyetimizi, yüce ZAFERLERİMİZİ topluca kutladığımız bayramımızdır.
Türk milletinin yenilgi FORMATI yoktur.
Bulgaristan Türklerinin şerefli yeri, şanlı AY YILDIZLI ZAFER BAYRAĞIMIZIN dalgalanan gölgesidir. Türkler, düşmanlarını tarih sahnesinden silen ZAFERLERE imza atmış büyük bir millettir.
30 Ağustos Zaferinde orduların merkezinde bir askeri deha olan Mustafa Kemal çıktı.(7 bin yıllık devlet yöneticileri görevi ona verdiler. Bu gün de Erdoğan’a verdikleri gibi) Biz Türkler ışığımızı Mete hanla yakanlarız, Osman beyle devam edenleriz, Fatih çağa açarken elindeki meşalede biz vardık Atatürk’ün meşalesinde de biz vardık. Adriyatikten Çin Seddine, Kızıldenizden Sibirya’ya o kudretli günlerimize dönecek o ruhu tekrar ayağı kaldıracak TÜRK DÜNYASI YÜCE DÜZENİNİ hayata geçirecek o nesli yetiştirenleriz.
Bizler hiçbir kimseden öç almadık, Türk vatanını kurtardık, Türklüğü yaşatmak için nizam-ı Alem (“Nizâm-ı Âlem” -Türk Dünya Nizamı’nın adıdır.)
İlk Türk devleti ile ortaya çıkan Cihan Hâkimiyeti ülküsünün hedefi “Güneş’in doğduğu yerden battığı yere kadar” her tarafı Türk idaresi altına almak dünyaya Türk Töresi ile nizam vermek, barış ve adalet getirmek yani Nizâm-ı âlem’di. “Gökyüzü çadırım, güneş bayrağım” diyen atamız Oğuz Han dünyanın tamamını fethetmiş bütün ulusları tek bayrak altına toplamıştır. İşte şimdi de yeni bir dünya kurulurken yine tüm insanları AY YILDIZ’ın gölgesinde buluşturacaktır. Dünya Hz. Muhammedin ordusundan Mehmetçikten medet umuyor…
Gördünüz gibi Nizâm-ı âlem’in hem de İ’lay-ı kelimetullah ülküsünün temeli çok eski çağlara taa Oğuz Han zamanına dayanıyordu.
Bu gün yine yeni bir şahlanış içindeyiz.
Allah devletimizin, Mehmedimizin Afrika, Sudan, Libya, Suriye, Musul-Kerkük, Karabağ ve Dünyanın her yerinde tüm kardeşlerimizin yolunu açık etsin
“Ne mutlu Türküm Diyene!” hepimize gurur kaynağı oldu.
Bulgaristan’da Doğu Rodoplar’ın Kırca Ali şehrinde geçen yıl bu sloganla ant içtik. Bu sözlerde, 20. ve 21. Yüzyıl formatımızı belirleyen içeriği Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk şöyle açmıştı:
“Esas ve kalıcı çözüm, istisnasız Türk birliğidir.”
“Bu memleket dünyanın beklemediği, asla umut etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgârlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı. Bir gün o tabiat çocuğun tabiatından, şimşek, yıldırım, güneş oldu. Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan Güneştir. Bu memleket tarihte Türk’tü, hala da Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır.”
Atatürk, Bulgaristan Türkleri de bu kapsamda, Türk varlığının geleceğini ve güvencesini bizler “Yeni Türk İnsanını Yaratma” yani Türk Kimliğini tekrar oluşturma sorunu olarak görmekteyiz.
Yeni Türk İnsanı oluşturacak temeli ise Türk Kültürü’nün geliştirilmesinde yenidünya düzenine adapte edilmesinde görüyoruz.
Bu nedenledir ki; Bulgaristan Müslüman Türklerinin 142 yıldan beri verdiği mücadele “kültürel otonomi” savaşımızdır. Ümmetten başarıyla ayrılan ve kimliğini arayan Bulgaristan Türklerinin Prenslik ve Çarlık düzeni (monarşi) yıllarında (1879 – 1944) 2 700 Türk okulu kapatılmıştır.
Bu okullar bizim medeniyet ve kültürümüzün esası ve temelleriydi.
Kız ve erkek çocukların okula gitmesi değişik biçimde engellenmiştir. Öğretmen sorunları çözülmemiş, Latin alfabesine geçilmesine, ders kitabı basılmasına, okuma kitabı hazırlanmasına, kış aylarında okullara odun sağlanmasına vs. engel olunmuştur.
Bununla da kalınmamış burada öncü öğretmenleri tutuklama ve sınır dışı etme yolları aranmıştır.
Okullar Bulgaristan Türklerinin temel kültür ocaklarıdır.
Bu işte bize örnek olan, Türkiye Cumhuriyetinin yeni kültürü olmuştur. Türkiye’deki Harf Devrimini Bulgaristan’daki Türkler de kabul etti ve uyguladı. Osmanlı Alfabesinin yerine Latin Alfabesine hep birlikte geçildi.
65 yıl süren bu ilk döneme en verimli ve en çok acıyla dolu bölüm desek de, Bulgaristan’daki Türklerin yalnızca 5 şiir kitabı çıkarabilmiş olması kayda değerdir.
Monarşi döneminde İslam ve Türklükten oluşmaya çalışan Müslüman Türk Kimliğimizin Türklük kanadı arasız saldırılarla kırılmaya çalışırken, din kanadı da yara üstüne yara almış, “Medeniyet” gibi Osmanlı harfleriyle çıkan gazeteler, Müslümanlığımızı zehirlemeye çalışmıştır. (Bunu yaptıran halkı ikiye bölen Bulgar devleti-hükümeti hain Türk elleri ile yapmıştır)
Türk kanadıyla uçmaya hazırlanan gençlerimiz ilk defa “Turan” – ismi ile sportif ve sanat derneklerinde yeşerirken, aydınlarımız 1929’da İlk Milli Türk Kongresi’ni toplayabilmişlerdi. Bundan 93 yıl önce 31 Ekim -3 Kasım 1929 tarihleri arasında Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Bulgaristan Türk azınlığının Birinci Milli Kongresi yapıldı. Bu Bulgaristan Türklerinin milli varlığını, duygularını dile getiren ilk teşebbüs oldu. Bir parti kurup siyasi sahneye sıçramaya hazırlanırken, kovuşturuldular, tutuklandılar, şehit düştüler, ailelerini memlekette bırakıp Türkiye’ye kaçabilenler hayatlarını kurtarabildi. Bu gün kaçtı diyenlere o tarihi çok iyi okumaları gerektiğini söylemekle yetiniyorum. O dönemde devletimiz güçsüz düşmüştü ve bizleri düşünemezdi bunu da iyi anlamalıyız.
Kültürel gelişmemizin 2. Dönemi olan 1944 – 1989 yılları arasına yayılır. Edebiyatımızda birinci etabına “Lale Devri” dendi.
Sofya devleti Müslümanlarımızın Türkiye sevgisini her çalışmamızda söndürmeye çalıştı ve bu 1964-1974 yılları arasında aşırı çok yoğunlaştı.
Monarşi döneminden farklı olarak, yeni olan bu dönemde tam tersi uygulandı. Din ve hukuk öncüleri eğiten Türklerin Şumnu’daki NÜVVAB enstitüsü kapatılınca yeni kadro yetiştirilemedi. (Bu gün hala yetiştirilemiyor)
1924-1944 yılları arasında yetişen kadrolardan çoğu 1950 ve ardından 1968 -1978 göçüyle Türkiye’ye tek tek kovuldu. Kalanlar ise ya Bulgar devletine boyun eğeydi hainlik yolu tuttu ya da ilgisiz kalmak zorunda kaldı. Ülkede aydın dini kadro yetersizliği belirdi. Müftülükler cenaze müessesi durumuna getirilirken, Baş müftülük Devlete – Diş İşleri Bakanlığına bağlandı ve işlevleri birer ikişer söndürüldü.
Türk kültürü sorunlarını ele alan sosyalist devlet, önce Türkçe eğitim ve öğretime imkân sağlayıp önem verirken, ateist (dinsiz) eğitime ağırlık verdi.
Cami ve medreseler eğitim ve ibadet kapılarını kapadı.
Hocalar “sözüne inanılmaz” güvenilmez adamlar oldu. (Bulgar Devletinde çalışanlar onların ajanları haline geldi) Nikâh kıymaları yasaklandı. Mevlit dinlemek “günah” ilan” edildi. Şehirlerde birçok cami yıkıldı. Ötekilere belediyeler el attı. Yüksek Mimari Eser ilan edilenlerin kapılarına da kilitler asıldı.
Minarelerden ezan sesi işitilmez oldu.
Böylece Bulgaristan’daki Türker’in ruhu bu defa Kuran’ı Kerimden, camiden, adetlerimizden, geleneklerimizden, ahlakımızdan sökülünce, yine tek kanatlı kaldık. “Bizleri hep tek kanatlı bıraktılar”. (Birimizi dinsiz-Türkçü diğerini de Türksüz dinci ve ateist olmamız için mücadele verdiler)
Yeni nesil Türk kuşaklarının her birine saldırılar yeni bir şiddetle geldi.
1974-1984 döneminde Bulgaristan totaliter devleti ırkçı rüzgârlar estirdi. Irkçılık Gagauz, Ulah, Makedon ve Çingene azınlığa karşı farklı şiddetle, Müslüman Pomak ve Türklere karşı farklı şiddetle esti. (Bulgaristan çok özel programlar uyguladı her topluma ayrı stratejiler yaptı. Bu bölgeyi iyi tanıyanlar Sosyologların başarısını hala hissedebiliyordur)
Halk sanatımız söndü kaynamaz oldu.
Türk ruhlu şairlerimizin kalemleri kırıldı. Sanatçılarımız sahneye çıkamadı. Kültür evlerimiz ve Tiyatrolarımız, Gazete dergi ve basın, radyo yayın olanaklarımız budandı.
Böylece Bulgaristan Türk kimliğinin Müslüman ve Türk kanatlarının ikisi de kesildi ve 1984 Aralığından başlayarak Bulgar resmi rakam 1 253 563 Müslüman Türk’ün adı Hıristiyan- İslav adlarıyla zor kullanılarak değiştirildi. (TEK ULUS BULGAR ULUSU YAPMAK İÇİN)
“Kültürel otonomi” hayal edenlerimizin hepsi sürüldü, “Belene” ölüm kampına kapandı, hapsedildiler. Olağanüstü ağır koşullarda toplam 53, aktif 28 parti, hareket, birlik, dernek ve kulüp kuruldu, ne var ki tüm Müslüman Türkleri kucaklayan bir ulusal tepe örgütü oluşturma ve lider çıkarma çabalarımız yarım kaldı. 33 yılda bir lider yetiştiremedik, bunun suçu ise hepimizindir.
Bu gizli, yarı legal ve açık çalışmaların öncüleri “kültürel otonomi” sevdalısı aydınlarımızdı. Onlar Kimliğimizin İslam ve Dünyevi kanatlarımızın ikisinin de eşit olanaklarda gelişmesi heveslisi kaldılar ve bu olanakları ancak 1989 Büyük Göçünden sonra Türkiye Cumhuriyeti Devletimizde bulabildiler.
Günümüzde Bulgaristan’da 44 dernek aktif çalışma yürütüyor.
1992’de Razgrat’ta “Deliorman” adlı Kuzey Bulgaristan Türk Yazarlar derneği, aynı yıl Kırca Ali’de “Arda” adlı Güney Bulgaristan Yazarlar Derneği kuruldu. Sofya’da Kültürel Etkileşim Derneği aktif çalışıyor. Kırca Ali, Eğri Dere (Ardino), Mastanlı (Momçilgrat, Şumnu (Şumen), Filibe (Plovdiv), Kemallar (İsperih), Akkadınlar (Dulovo), Silistra ve daha birçok yerleşim merkezinde halk yaratıcılığımız, sanatımız, dilimiz, dinimiz, kuran kurslarımız, anadil kurslarımız, yeniden canlandı, aile törenlerimizi, bayramlarımızı, kadim geleneklerimize uygun canlandırmaya ve yaşatmaya çalışıyorlar.
Fakat bu gün itibarı ile korku sisinin kalktığını hala söyleyemem.
Halkın iman ve inanç aşısının tazelenmesi aktüelleşti. Bu çalışmalarda İstanbul’da yayın yapan BGSAM www.bghaber.org ve “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesinin www.bulturk.net yayınları ve Bursa’da yayın yapan “MİSYON” gazetesinin ve etkileri de alınmaya başlandı. Şairlerimiz, yazarlarımız, dernekçilerimiz, kültür eylemcilerimiz bu yeni uyanışa öncülük ediyorlar.
Böylece git gide ve ortak çabalarla Bulgaristan’daki Türklerimizin yeni FORMATLARI biçimleniyor ve içerikle zenginleşiyor.
Bu atılım soydaşlarımızla el ele verilmiş gerçekleşiyor. Bu atılımda bu defa Büyük Türkiye’nin manevi ve ruhsal bünyesinde yer alıyoruz ve Türk-Müslüman olmak üzere, artık iki kanatlı uçma hazırlıklarımızı tamamlıyoruz.
Bundan böyle bu iki kanat kullanılacaktır.
Bu çalışmalarımızın hedefinde Bulgaristan’daki Türkleri modern uygarlığa taşıma hedefimiz başta geliyor. Bu açılım, okuldan, eğitimden, kültürel yetkinlikten geçecektir.
Bizler Bulgar Devleti egemenliğinde kalan 5.-6. Kuşak Müslüman Türkleriz. Ruhumuzu koruduk. Çağdaş Türk ulusunun bir parçasıyız. Her tür işkence zorbalık vsy. Hepsine dayandık ve asimile olmadık. Söylemeden geçemem, bu gidişin bir de son perdesindeyiz. Geçmişte baskıyla yapılanlar bu gün gönüllü yapılmaya başlandığını da görmeliyiz ve bir an önce önlem almalıyız.
Derin bir bunalım yaşayan Bulgar Devleti’nin, azınlık birey ve topluluğumuzu ötekileştirdikçe bizi İslam medeniyetinden ve Türk kültüründen koparabileceğini düşünmüyoruz.
Ne var ki, itildiğimiz yön budur. Bulgar Devleti bizi kucaklayan kültür üretemiyor. Bizim ürettiğimiz kültürü de kabul etmiyor ve ona ne yaşam hakkı tanıyor ne de sahne veriyor. Bizler Bulgaristan’da görmezlikten geliniyoruz. BULGAR PARLAMENTOSUNDA TÜRK ASKERİNİ SAVUNACAK KİMSE YOK. Bulgar parlamentosunda TÜRK ASKERİ çocuk, kadın öldürüyor diyenlere karşı ağzını açamayanlara Türk denemez. Makedonya’da Bulgar azınlık haklarını arayan Türk vekillerine de Türk denemez. Biz bunlara katılmıyoruz.
Bulgaristan fikir hayatı ve güzel sanatlarıyla azınlıkları asla kucaklamıyor. Ekonomik yaşamda, ticaret ve fabrika ve tarım işlerinde belirleyici rol oynamamızı özendirmiyor. Kültürel hayatımızın yerel ortamda canlanıp serpilip açmasına yol açmıyor. Biz akıla, bilime, sanata, edebiyata, yaratıcılığa dayalı bir atılım içinde olmak istiyoruz.
Çağdaş dünyaya açılma yolları arıyoruz. Eğitim alanında Türkiye Cumhuriyeti bu yolu bize açmaya çalışıyor.
Aradığımız formatı biçimlendiren uygarlığın ve kültürün temel ilkeleri, yöneldiği hedefler, ülküler, şimdilik tarihi gerçekçilik olarak, akılcılığı ve bilime bağlılığı bakımında ülkemizdeki Müslüman azınlığın tümünü kapsıyor. Değişimden ve yenilikçilikten, köklü dönüşümlerden yana olduğumuz için Avrupa Birliği ve Batıcılık ruhuyla uyum halindeyiz.
Bizi bugünlere taşıyan 30 Ağustos zaferlerimizdir.
15 Temmuz bunun son perdesiydi.
Formatımızın özünü oluşturan “Çeşitlilikte birlik ve birlikte çeşitlilik” ilkesidir.
Konumuz ideolojiktir ve okurlarımızın anlayabileceği bir şekilde açmak ödevimizdir. Durmak yok yola devam, Mete handan Alpaslan’a, Fatih Sultan Mehmet’ten Atatürk’e atalarımızın izinde koşmaya devam edeceğiz…
Kalın sağlıcakla
Okuduğunuz için teşekkür eder çevrenizle paylaşmanızı arzu ederiz.
RAFET ULUTÜRK -BULGARİSTAN TÜRKLERİ GENEL BAŞKANI / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER
Bir yanıt yazın