Fransız Devrimi filozoflarından olup pek bilinmeyen, ama ondan daha ünlü olan Condillac’ın kardeşi olan Gabriel Bonnot de Mably(1709-1785) ‘Devrim’i görmeden ölmüştü ama devrimin geleceğini herkesten önce görmüştü.
Mably ‘Fransa size ait değildir, siz ancak ona ait olabilirsiniz’ demiş ve ben bu sözü ‘ulusalcılık’ ile ilgili bir yazımda açmıştım.
Bugün, ‘Dünya bize atalarımızdan kalan bir kalıt (miras) değil, ama çocuklarımızın bize bir emanetidir’ [La terre n’est pas un don de nos parents, ce sont nos enfants qui nous la prêtent] sözü üzerinde durmak istiyorum.
Önce bu sözü kimin söylediği üzerindeki tartışmalara gözatalım.
Kimileri bu sözü, Fransız şair Antoine de Saint Exupery’e atfetmektedir.
Kimileri Amerikalı yazar Wendell Berry’e ait olduğunu ileri sürmektedir.
Kimileri de Amerikan yerlilerine ait olduğunu ileri sürmekltedir.
Ancak, sözün kaynağı her kim olursa olsun, özellikle de günümüzde bu sözün ‘evrensel’ bir özdeyiş olduğuna kuşku yok.
Üstelik sözkonusu olan tüm yeryüzü ve genel olarak dünyamız ise özellikle ‘çevreci’lerin ana tezi (leitmotive) olmak durumundadır.
Ne ki, bu yazıda, ben bu sözü ulusalcılık/ milliyetçilik/ yurtseverlik/ vatanperverlik açısından ele almanın daha anlamlı olacağını düşünüyorum.
Ve ‘bu ülke’nin bize atalarımızın bir ‘bağış’ı (don) olmasından çok, onun bize çocuklarımızın bir ‘emenet’i olduğunu anlamamız gerektiğinin altını çizmek istiyorum.
Ki, herbirimiz, her önüne gelenin ‘bu vatan atalarımızın kanıyla sulanmıştır’ türü duygu dolu sözleriyle büyümüşüzdür.
Dedelerimizin kemiklerini sızlatmayız, falan.
Oysa, tekrar Malby’e dönersek, biz bu ‘vatanın sahibi’, ‘mirasçısı’, ‘bağış alan’ı falan olmaktan çok, kendimizi bu ‘vatana ait’ hissettiğimiz oranda daha ulusalcı/milliyetçi/vatansever falan olabiliriz diyeceğim.
Ve bu ‘ait olma’, sözkonusu vatanın yöneticilerine ‘biat etmek’ten çok ama çok daha derin ve bu sonuncuyla kesinlikle ilgisi olmayan bir ‘bilinç’ gerektirmektedir.
Ki buna ‘yurttaşlık bilinci’ diyoruz.
Öyle ki, bu ‘yurttaşlık bilinci’ şu ya da bu biçimde edinilmiş ise, artık seçilmiş ya da kimi yollarla yönetime gelmiş yöneticiler, ‘biat edilecek kişiler’ olmak yerine, bize ‘hizmet edecek kişiler’ olarak görülecek demektir.
Ve ‘Devlet’ yurttaşına yabancılaşmış bir kurum olmaktan ancak böylece çıkmış olacaktır.
Böylece birlikte kullanılan ‘Tanrı Devlet’imize zeval vermesin’ teması (leitmotif) da, sadece ‘Tanrı milletimize zeval vermesin’ biçimini almış olacaktır.
Çünkü ‘Millet’ ya ya da ‘Ulus’ zeval görmediği sürece ne ‘Ülke’mize ve ne de ‘Devlet’imize zeval gelmeyecek demektir.
Demek ki, asıl olan ne ‘Ülke’ ya da denildiği gibi ‘Vatan’ ve ne de ‘Devlet’ değil, ama doğrudan doğruya ‘Millet’ ya da ‘Ulus’un ta ‘kendisi’dir.
Şu koşulla ki, bu ‘Millet’ ya da ‘Ulus’, ulus bilinci yani ‘yurttaşlık bilinci’ne erişmiş olsun.
İşte burada, onyıllardır açıkmaya çalıştığım, öncelikle yurttaşlık bilinci verecek olan bir ‘Devlet-Ulus’un kurulmuş olması ve ardından, kimi zaman yüzyılı bulan bir süre sonra, yani o ülke insanlarının tümünün ‘yurttaşlık bilinci’ne erişmiş olmasından sonra ‘Ulusal Devlet’ aşamasına gelinebileceği tezine dönmüş oluyoruz.
Ve yine, Devlet-Ulus’a giderken ‘atalarımızın mirası’, ‘dedelerimizin kemikleri’ne kesinlikle gereksinme duyacağımızın apaçık olduğunu belirtmek durumundayım.
Bu aşamada, tarihimiz, mitlerimiz, efsanelerimize kesinlikle gereksinme duyulacaktır.
Ancak, eğer ‘bu topraklar bize atalarımızın bir mirası’ olduğu kadar ve hatta ondan daha çok ‘çocuklarımızın bir emaneti’dir bilincine vardığımız gün gerçek yurtsever/vatanperver ya da ulusalcı olacağız demektir.
Ve kim ki bu topraklara ve halkın çoğuna ‘hıyanet’ etmiştir, değil yönetici, ‘Devlet umuru’ ya da bizzat ‘Devlet’in kendisidir, ondan hesap soramıyor isek, değil yurtsever/milliyetçi/vatanperver ya da ulusalcı olmak ‘insan’ olduğumuz bile söylenemez.
Kimi yazılarımda bunlar ‘insanlık düşmanı’dır dediğim zaman, eminim çoğu kişi bu sözden olur/olmaz anlamlar çıkarıyordur.
Kaldı ki, ne kadar ulusalcılık o kadar uluslararasıcılık sözü de var ki, bunları biribirinden ayırmak da kesinlikle doğru değildir.
Ancak burada sadece bunun gerçek bir miliyetçi/yurtsever/vatanperver ve pür bir ulusalcının sözleri olduğunun altını çizmem gerekiyor.
İyi anlatılamamış ise, bu yazarın kendisini iyi dile getiremeyişidir diyelim.
Ancak söyleyeni bırak da söylenene bak diye bir sözümüz de var, değil mi ama?
Yeter ki söylenenler üzerinde biraz daha derin düşünülmesine yararı olsun.
Bir yanıt yazın