Curia Regis

            Tüm Orta-çağ boyunca kralların (tek adam diyelim) yanında bir ‘Danışma Meclisi’, bir ‘Aksakallılar’, bir ‘Şûra’-mura olmuştur.

            Latince Curia Regis deniyor.

            Fransız Devrimi ile birlikte (1790) bu ‘danışma kurulu’ Devlet Konseyi (Conseil d’Etat) adı ve biçimini alıyor.

            Yani artık sadece bir ‘danışma’ işlevi görmeyip, Devlet’le ilgili tüm idari işlemlerin anayasaya uygun ve hukuksal olup olmadığına karar veren bir kurum oluyor.

Osmanlı’da ise II.Mahmut’la birlikte Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye olarak kuruluyor.

Yıl 1837.

Demek ki 185 yıldır bu topraklarda Padişah’ın yanında, Devlet işleri’nin hukuksal olması için ‘danışılan’ ama aynı zamanda ‘hüküm kesen’ Âlâ ve Vâlâ bir kuruluş  (formation) var.

Ne zamana kadar?

Dr Recep Reisliği kuruluncaya kadar…

Böylece Curia RegisReis’in Cours’u, yani Danıştay, Sayıştay, Yargıtay falan oluyor.

Bundan böyle, bu Älâ ve Vâlâ kuruluş’ların, modern ‘Devlet’ ve çağdaş ‘Hukuk’la olan tüm ilişiği de temelden kesilmiş olmaktadır.

Ara sıra, örneğin 12 üyeden bir taneciğinin kararlara ‘şerh’ koymasının herhangi bir anlamı kalmış olmamaktadır.

Örnek olsun, bu onbir ‘paralı danışman’ (satılmış da denilebilir), Türk subayının başına türban geçirmeyi modern devlet, anayasa ve çağdaş hukukla bağdaştırabilmektedir.

Devlet Başkanlığı seçimlerinin şaibeli ve dolayısıyla Başkanlık mazbatasının ‘gayri meşru’ olmasını sağlayabilmektedir.

Ardından bu gayri meşru Reis’in bir uluslararası ‘antlaşma’yı tek kelamla kaldırmasına da ‘olur’ verebilmektedir.

Deniyor ki, hukuk yolu bitmiş sayılmaz; itiraz etmek için, bu kez AM’a başvurulabilir, yani Anayasa Mahkemesi’ne…

İsterse daha ötesine gidilsin ve kim ne derse desin, bu topraklarda Devlet’in  hukukla herhangi bir ilişiği kalmamış ve deyim yerinde ise, Devlet yerle bir edilmiştir, vesselam.

O arada, sözde Genelkurmay Başkanı diye ortalıkta dolanan Yaşar (songülen iyi) Güler’in, o subay kılıklı türbalı kadına plaket verirken bir sırıtması var ki, inanın Türk Ordusu’nun da tarümar edildiğini resmetmekteydi.

Ve yine, Adana Cumhuriyet Başsavcısı’nın, polisleri ulak olarak kullanarak uyuşturucu işlerini yönettiği ortaya çıkmış bulunmaktadır.

‘Böyle başa böyle tarak’ sözü, işte tam da bu gibi durumlar için söylenmiştir.

Bu ‘savcı müsveddesi’, kıytırık bir diploma ile avukat olmuş ama, gayri meşru Reislik onu, bir çırpıda Cumhuriyet Savcısı yapmış imiş.

Bir o mu diyeceksiniz?

Binlercesi var.

Ordu’su Yaşar ne yaşar ne yaşamaza teslim edilmiş, jandarması bir Soysuz’un emrine verilmiş, emniyeti baştan sona mafyatik bir yapıya dönüştürülmüş bir ülkede, can ve mal güvenliğinden sözdilebilir mi?

Meydanlarda ‘vatan, millet, sakarya’, ‘ar, namus, fazilet’ ya da benzeri palavralar sıkan siyasetçileri gördükçe inanın midem bulanıyor.

Kaldı ki, (cübbe değil ama) cüppeli ve takkeli biri çıkmış, yemin billah ‘iç savaş’ çıkacak diye bağırmakta.

Bendeniz ise onyıla yakın bir süredir, benzer bir öngörüde bulunuyor idim.

Bence bu ‘savaş’ zaten başlamış bulunuyor.

Ve bu kış daha da alevlenecektir.

Çünkü gayri meşru bir rejim, ülkeyi ve milleti ateşe vermeden gitmez.

Bozguna uğrayacaklarını anlayan tüm düşman kuvvetleri, kaçarken geride ne varsa yakıp yıkmışlardır.

Ne ki,  bunları ‘düşmanlıkla’ itham ettiğimi düşünmenizi de istemem.

İma’ falan da değil kuşkusuz, çünkü ben sadece gördüğümü, olduğu gibi, yazmaya çabalıyorum.

            Tüm Orta-çağ boyunca kralların (tek adam diyelim) yanında bir ‘Danışma Meclisi’, bir ‘Aksakallılar’, bir ‘Şûra’-mura olmuştur. - Bab i Ali

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir