Yabancı bilginler Türkçe’nin değerini veriyor Türkler susuyor.
“Batı dillerinde yoğun Türkçe var” tezine yabancı bilginler Türklerden çok daha fazla destek veriyor.
Dilbilimde baskın ve çoğunluk görüşü haline gelemese de Nostratik dil teorisi Türkçenin dünya dilleriyle kök ortaklığı gösterdiğini savunuyor. Ama onun da zayıf noktaları, yetersizlikleri var.
“Batılı sözcüklerin yarısı Türkçe kök taşıyor” diyen Norm Kisamov.
“Üç bin yıl önce Avrupa halklarının büyük çoğunluğu Proto-Türkçe konuşuyordu” diyen Anatole Klyosov. Onu destekleyen Bill Lipton.
“Sümerce bir Türkik dildir” diyen M. F.Kurmaev.
İskitlerin Avrupa’ya büyük oranda yayıldığını ve onların da Türkçe konuştuğunu söyleyen Yuri Nikolayeviç Drozdov.
Etrüsklerin Türk köklerini gösteren Mario Alinei. Eskilerden Fritz Hommel ve Noah Kramer.
Yabancı dillerdeki binlerce Türkçe sözcüğü gösteren Mel Copeland.
Nostratik teorinin babası ve 1903 yılında “Türkische Lautgesetze” makalesini yazan Pedersen. Vladislavİllic-Svitiç, Vladimir Dibo, Aron Dolgopolski, Sergey Starostin…
Yabancı site academia ortamındaki tartışmalarda “Mezopotamya’da Türkçe konuşan halklar vardı” diyen Frans Bronkhorst. Türkçenin batı dillerindeki varlığını bilen ve Hint-Avrupa teorisinin değiştirilmesini öneren Xavier Rouard. “Binlerce yıl önce Türkçe Avrupa’ya geniş ölçüde yayılmıştı” diyen Anton Perdih.
“Türkçe Hint-Germen dil grubuna aittir” diyen Gabra Agziaabhir JR. “Hititçe açık biçimde Türkçeyle bağlantılıdır” diyen Panagiotis L. Kampouris.
Ve yine o ortamdaki tartışmalarda bana destek veren başkaları: Sirkka Maki, Joseph Biddulp, Mathew Steenburg, Israel Palchan, Johan Coetser, Wladimir Pajevic, Jadranka Ahlgren, Emilio Ramirez Juidias, Ifeany Nwokoro, Peter D. Dunphy Hetherington, Keith Armstrong, Wolodymyr H. Kozyrski, Georgeos Diaz Montexano, George Telezhko…
Bu arada Türk düşmanı yabancı bilgiçler Türkçeyi destekleyen bu bilim insanlarına hakaretler ediyor. Bizimkiler seyrediyor.
Peki Nostratik teorinin zayıf ve yetersiz yanları neler? Birincisi olayın yani bu dil aileleri tartışmasının ideolojik, politik ve hatta psikolojik bir mesele olduğunu anlayamamaları. Hint-Avrupa saçmalığı ile bilimsel zeminde tartışarak görüşlerini kabul ettireceklerini sanmaları. Oysa Hint-Avrupa teorisi Avrupa’nın ırkçı, sömürgeci yanının kuramıdır. Bir tür din, bir tür tarikattır. Arkasında derin bir siyaset, derin çıkarlar bulunmaktadır.
Nostratik teorinin ikinci büyük zayıflığı Türkçeyi kabul ettikleri büyük dil ailesine sıradan bir küçük üye olarak almalarıdır. Oysa Türkçe bu en eski büyük ailenin en eski ve en güçlü birkaç büyük üyesinden biridir. Kavga da büyük karartma da bundan kaynaklanmaktadır zaten. Bu dil başka bir dil olsa, Türklerin dili olmasa çoktan herkes bunu kabul edecekti. Ama bu dil iliklerine dek işlemiş Türk düşmanlığının asla kabul etmeyeceği bir dildir.
Bu arada Atatürk’ün dil kuramını da kısaca anlattım. Güneş-Dil’den bahsettim. Onun dil ve tarih kuramının 1938’de siyaseten yasaklandığını, unutturulduğunu ve bu yüzden “Uluslar Üstü Büyük Türkçe” fikrine Türk akademisyenlerden pek az destek geldiğini belirttim.
Nostratik kuramın bugün de önemli bilim insanları var. Bunların son zamanlardaki örneklerinden biri Kozintsev. Kassian, G. Startosin. Ve büyük usta Allan Bomhard. Bunların çalışmaları Türkçe için birer hazine değerinde. Yeter ki kullanmasını bilelim.
Bomhard, Nostratik Teorinin Zayıf Noktaları ve Hint-Avrupa’nın Kökündeki Çok Yoğun Türkçe
Kaan Arslanoğlu
ÖZET / Hint-Avrupa kuramı Avrupa’nın kolonyalist ırkçı yanının kuramıdır. Bilimde karanlık çağı temsil eder. Nostratik teori bilimde aydınlanmayı temsil eder. Başarı ölçütü eğer akademinin çoğunluğuna kendi bakış açısını kabul ettirmekse eğer, başarısız olmuştur. Nostratik akım temel bilimsel yönteme bağlı kaldığı için başarılı olamamıştır. Çünkü karşısındaki çoğunluk büyük bir gürültüyle sözde bir bilimin çığırtanlığını yaparken aslında tarikat müritleri gibi davranırlar. Hint-Avrupa bir dindir, bir inançtır. Elbette bu akımdan dilbilimcilerin çoğu ırkçılık yaptıklarının farkında değildir, hatta en hümanist duygularla bilim yaptıklarına inanırlar. Sorun bilimden önce siyasi, ideolojik ve psikolojiktir. Sosyal bilimlerde ana sorun budur, aslında tüm bilim dallarında temel mesele budur. Ben bu makalede önce Nostratik teorinin belli başlı iki zayıf yanını irdeleyeceğim. Sonra Batı dilleri içinde Türkçenin ne kadar güçlü ve yoğun yer aldığını belirten görüşleri özetleyeceğim. Sonra da Allan R. Bomhard’ın iki çalışması ve Kassian ile arkadaşlarının bir çalışması üstünden tüm bunları örnekleyip, kanıtlayacağım.
NOSTRATİK TEORİ
Burada yayınladığım son makalemin tartışmasına katılan ve dilbilim konusunda yakın şeyler düşündüğümüz George Telezhko bir makale gösterdi ve bu görüş hakkında ne düşündüğümü sordu. Bu makale Alexander Kozintsev’e aitti (1). Nostratic teori yönünde Hint-Avrupa dillerinin Ural ve Altay dilleriyle akraba olduğunu, dolayısıyla bunlar arasında güçlü bağlar bulunduğunu ortaya koyuyordu. Öteki tüm diller içinde bu akraba dillere en yakın grubun Sami dilleri olduğunu ileri sürüyordu. Cevabımda benim de bu görüşe yakın olduğumu söyledim. Ve artık bunun üzerine ve başka sorular üzerine Nostratik teori hakkında bir şeyler söylemenin zamanı geldi.
1903 tarihli Türkische Lautgesetze adlı makalenin yazarı Pedersen… Vladislav İlliç-Svitıç, Vladimir Dıbo, Aron Dolgopolski, Sergey Starostin… Irkçılıktan uzaklaşan bir ortamın ve nesnel bilimsel yöntemin tekrar baskın hale gelişinin sonucudurlar. Şu anda dilbilimde en güçlü savunucusu özgün yanlarıyla Allan R. Bomhard…
Sovyet dilbilimciler kuşkusuz özette kısaca bahsettiğim sorunun ideolojik, politik yanının farkındalardı. Ama bu konuda ne kendileri çok gelişmişti ne de bulundukları ortam o kadar özgürdü. Milletler sorunu, özellikle Türklük sorunu Sovyetler’in en hassas, en zayıf noktalarından biriydi. Dolayısıyla konu ideolojik ve milli boyutuyla tartışılamadı. Teori bu yönde kendini geliştiremedi. Bu yüzden neredeyse sadece ideolojik araçlarla saldıran Hint-Avrupa çoğunluğuna karşı sağlam mevziler kazanılamadı. Nostratik teori I-E’den kat be kat bilimsel olsa da, IE’nin bu sahte bilimselliği sadece bilimsel alanda kalarak teşhir edilemez. Konu politik bir konudur bilimsellikten önce. Çünkü bu alandaki bilimselliği doğrudan politika yönetir. Dilbilimcilerin ve onların izinden giden akademisyenlerin görüşlerini, bilimsel çalışmalarını inançları ve politika yönetir. O yüzden bilimsel kanıt göstermekte, bilimsel tez üretmede elbette sağlam olunmalı. Fakat bunun kesinlikle yetmeyeceği bilinmeli.
İkinci büyük açmaz Türkçeye yaklaşımla ilgilidir. Nostratik teori savunucuları pek çok dilin, dil ailesinin ortak köklerden geldiğini söylemekle Hint-Avrupa tekelciliğinin dar ailesini genişletmeye çalışıyorlar. Büyük ölçüde haklılar. Bunu yaparken Altay dillerini de bu büyük makro aileye katıyorlar. Türkçenin sözünü pek fazla etmeden. Çünkü sakıncalı. Türkçe Altay dilleri denen daha küçük ailenin üyelerinden biri sadece. Ural dillerine akraba olup olmadığı bile tam belli değil. Bu Altay dil ailesi safsatası, daha doğrusu tüm bu dil aileleri safsatası en çok bir şeyi gizlemek için. Temel bir gerçeği karartmak için. Türkçenin baskın önemini hafife almak için. Elbette tüm diller önemlidir, tüm diller saygındır. Ama siz eğer dilbilim adına sadece birkaç milyon kişinin sadece belli bir alanda konuştuğu dilleri Türkçeden önemli sayarsanız. Birkaç yüz bin kişinin konuştuğu ve kaybolmuş bazı dilleri dilbilimde Türkçenin çok önüne geçirirseniz. Bu yaptığınız başka bir ırkçılıktır. Nostratik teori savunucuları bunu ırkçı amaçlarla yapmadılar, hatta Türkçeye büyük önem bağışladıklarını düşünüyorlardı. Ama dünyada ırkçılık ve özellikle Türk düşmanlığı gizliden o kadar yaygın ki… IE kuramı bu noktada öyle saldırgan ki… Nostratik teori savunucuları IE’ye karşı utangaç bir mücadele yolu seçtiler. Türkçeye bu büyük aile tiyatrosunda 3. dereceden bir rol vermekle görevlerini yaptıklarını sandılar. Oysa Türkçe o olmazsa olmaz başrol oyuncularından biriydi zaten.
Türkçe bir zamanlar bugünkü İngilizceden daha yaygın konuşulan ama bugünkü İngilizceden çok daha yerel bir dildi. On binlerce yıl öncesinden, Güney Amerika, Kuzey Amerika’dan Avrupa’nın en batı ucuna ve Ortadoğu, Anadoluya kadar çok sayıda dil üstünde güçlü izler bıraktı. 42’den fazla lehçesiyle, üç kıtada kurduğu 100’e yakın devletle. Birkaçı hariç dünyadaki neredeyse tüm genetik grupların konuştuğu, başka deyişle bir veya birkaç haplogrupla sınırlı olmayan bir dildir. Dünya dilleri üstündeki bu izler hala apaçık görünebiliyor. Bu gerçeği inkar ederek dil bilimde bilim yapmak olanaklı değil.
TÜRKÇENİN KÖK ETKİSİNİ ORTAYA KOYAN GÖRÜŞLER
Norm Kisamov bugün Avrupa’da konuşulan dillerde günlük konuşmada en çok kullanılan sözcükler arasında ortalama yüzde ellisinin Türkçe köklü olduğunu ileri sürüyor. Kisamov dillerde “proto” kavramına karşı. Çünkü bir dilin ne kadar önce, nerede, ne aşamalardan geçerek “proto”dan asıl dile geçtiğinin gösterilemeyeceğini söylüyor. Bu nedenle “proto” demek de anlamsız. Diller ilk ortaya çıkışlarından itibaren birbiriyle karışmaya ve değişmeye, yenilenmeye başlarlar. Bu doğal süreçtir. Bütün diller karışımdır, amalgamdır. Türkçe de on binlerce yıl öncesinde oluşmaya başlamış bir amalgamdır. O dil aileleri kavramı yerine almanca bir kavram olan “Sprachbund”u kullanmayı yeğliyor: Dil birlikleri. Bu makalenin sonuna Kisamov’dan Türkçenin morfolojisi hakkında uzunca bir alıntı koydum. Morfoloji, ses değişimleri konusunda titiz olan Nostratic kuramcılara ve başka dilbilimcilere önemli anımsatmalar içeriyor.
Anatole Klyosov bundan üç bin yıl önce Avrupa halklarının büyük çoğunluğunun Arbin dili (Proto-Türkçe) konuştuğunu ileri sürüyor (2). Tek istisna Keltlerdi, ama onlar da bir süre sonra Proto-Türkçenin hakimiyetine girdiler. Proto-Türkçe konuşanlar, yani R1b genini taşıyanlar. Klyosov bu görüşlerini genetik bulgulara dayanarak geliştiriyor. Ona göre Avrupa’da R1a Hint-Avrupa dilini temsil eden en büyük odak Slavlardır. Yazar Bill Lipton burada Klyosov hakkındaki makalemizde bazı yanlarıyla bu bulguları destekleyen görüşlerini yazdı.
M. F. Kurmaev Sümerlerin Türkik köklerini geniş bir makalede gösterdi (3). Bu konuda daha önce Fritz Hommel ve Noah Kramer benzer görüşler ileri sürmüştü. Bu sayfalarda yazar Frans Bronkhorst o konuda şunları belirtti: “Kaan Arslanoğlu’s article is another nail in the coffin of the outerspatians, said in some quarters to have come from out there to bring civilization to earth in the Mesopotamian flatlands.
Reading the author’s linguistic comparisons between the Sumerian and Turkish languages, it becomes clear that the Sumerians must have been the Mesopotamian offshoot of the Turkish speaking peoples.”
Etrüsklerin Türkik köklerinden bahsedenlerden biri de “Etruscan: an archaic form of Hungarian” kitabıyla Mario Alinei’dir.
Yazar Anton Perdih yine bu sayfalarda şunu dedi: “Do not evade taking into account that the Altaic speaking Y chromosome haplogroup R1b people intruded the Eastern and parts of Central and South Europe several times until about 6,000 years ago. Then they advanced south to Mesopotamia, Egypt, Central Africa. And across the North Africa about 4,800 years ago to Western Europe. Then they conquered the western and parts of the central and northern Europe, where their descendants are now the major part of the male population and were the bearers of most “Western” actions.
So, from the above point of view is looking for Turkish-like words in “Western” languages an appropriate action. What will be the result, that’s another question.”
Dilbilimci Xavier Rouard Hint-Avrupa kuramının yeniden gözden geçirilmesi için sağlam makaleler yazmaya devam ediyor. Hint-Avrupa’nın Türkçenin de içinde bulunduğu bir Avrasya makro ailesiyle kök ilişkilerini gösteriyor (4).
Dilbilimci Mel Copeland gerçi Türkçenin kurucu bir dil olduğunu kabul etmiyor ama Hint-Avrupa dilleriyle önemli ortaklıklar gösterdiğini çalışmalarında yazıyor (5).
Dilbilimci Gabra Agziaabhir JR. Türkçeyi tartışmasız biçimde Hint-Germen grubu dillerden kabul ediyor.
Panagiotis L. Kampouris şunu yazdı: “Clearly the Hittite language is also related to Turkish.”
Buradaki tartışmalarda Sirkka Maki, Joseph Biddulp, Mathew Steenburg, Israel Palchan, Johan Coetser, Wladimir Pajevic, Jadranka Ahlgren, Emilio Ramirez Juidias, Ifeany Nwokoro, Peter D. DunphyHetherington, Keith Armstrong, Wolodymyr H. Kozyrski, Georgeos Diaz Montexano gibi akademisyenler bu çerçevedeki görüşlere desteklerini ifade ettiler. Keza Dominique Maruitte, Wim J. Borsboom gibi akademisyenler ilgilerini belirttiler.
Başka bir yazar Yuri Nikolayeviç Drozdov antik Avrupa’daki Türkçeyi şöyle anlatıyor (6):
“All ancient and most early medieval written sources concerned with European history exist in one of two languages: Ancient Greek or Latin. Neither one was much used in ancient times on the European land mass as vernacular, and after Late Antiquity they effectively fell into complete desuetude.
According to relevant historical written records, compiled in the period between Antiquity and the Early Mediaeval period, on the European land mass were more than 2,500 names of tribes and peoples. None of these names are derived from Ancient Greek or from Latin, but from some other European languages. (…) What were these languages? Who spoke them? What is the relationship of their speakers to today’s European peoples? How and why did their languages change to those we hear today? The earliest European ethnonym to be found on the pages of ancient written sources is that of the Cimmerians. A semantic and etymological analysis of this word shows that it has been of typical Türkic tribal nomenclature. Ancient sources provide detailed information that the Cimmerians belonged to the Scythian people who were later called the Huns. (…)
Modern opinion holds that the Scythians inhabited a vast territory stretching from the Urals to Vistula. Other names for them were Sarmatians or Savromatians. Analysis of their tribal ethnic names shows that they all were Türkic-speaking; indeed the works of numerous contemporary scholars and specialists demonstrate convincingly that the Scythians were a Türkic-speaking people, and this is directly confirmed by the Western European Middle Ages documentary evidence of the written records. And in anthropological terms the Scythians were predominantly of the Caucasoid type. The original location of the Scythian tribes in Europe, including Huns, Avars, Bulgars and others, was the Middle Volga and Kama river basins, where they probably appeared no later than the third millenium BC. Some of these tribes subsequently settled in the wide expanse of land between the Volga and Don, an area they began calling Asia. At some point, apparently around the end of the third millenium BC, the Middle Volga tribes migrated to Central, Southern and Northern Europe, passing as they went through the Upper Volga basin and the lands around Baltic Sea. In all probability these tribes were carriers of the so-called Battle-Axe Culture (Also known as Corded Ware Culture and Single Grave Culture, names reflecting different aspects of the archeological record in artefacts and burial customs). At a later date these Türkic-speaking peoples from Middle Volga and Kama basins also began migration, via the banks of the Sea of Azov and Black Sea, to Southern, Central and Northern Europe. Apparently, from earliest antiquity the dominant peoples in Europe stemmed from the Türkic-speaking tribes.”
Drozdov bu makalesinde Türkçenin güney kolundan, Yunanca ve Latince yoluyla Avrupa dillerine etkisinden bahsetmemiş. Ki çalışmalarımızda biz bunları da gösteriyoruz.
BOMHARD’ın İKİ ÇALIŞMASI ÜSTÜNDEN NOSTRATİC-INDO’EUROPEAN-TÜRKÇE UYUMU (7,8)
Bomhard alanın en büyük ustalarından biri. Onun yanında benim bilgim çok hafif kalır. Ama benim avantajım da konuya dışardan, hatta biraz kuşbakışı bakmak, konunun felsefi, politik, tarihsel, kavramsal yanıyla birlikte olguyu nesnel olarak tüm bu dilbilimcilerden iyi değerlendirebilmek. Bomhard morfolojiye, ses değişim yasalarına, köklerin ve sözcüklerin nasıl transfer edildiğiyle ilgili kurallara büyük önem veriyor. Birçok şeyi açıklıyor, yeni buluşlar ortaya koyuyor. Fakat köklerdeki bariz Türkçeyi görmekte ve Türki köklerin geçiş ve değişim kurallarını bilmekte bizim kadar iyi olamaz. Örneğin Türki köklerin birçoğu batıya geçerken başına ‘s’ alır. Baştaki t ve l değişir. Türkçede ‘o-ö’ ile başlayan bazı kökler bu seslileri kaybeder. Ad-da değişimleri… Gibi… Ben de bunların hepsini bilmiyorum, benden iyi bilenler var. Ve bildiğim kadarıyla burada en basit örtüşmeleri gösteriyorum. Bomhard’ın iki çalışmasından ilk 50’şer madde, toplam 100 madde üstünden. Çok bariz ve yoğun ortaklıkları göreceksiniz. Kaldı ki bu maddelerden ses düzeyinde olanları tartışmalı olacağı, ispatlanamayacağı için atladım. Fakat Bomhard ağzıyla kuş yakalasa (bir Türk deyişi) – zaten çalışmalarında öyle yapıyor – hiçbir değeri yok. IE keşişlerinin inanca dayalı sözde bilimini alt edemez.