Tarih ibret alınmaktır derler. Ama ibret alınsaydı tarih tekrar eder miydi de derler!
Devlet adamı odur ki, tekeden süt çıkarsın.
Ülkemizde genelde yöneticiler paraya sıkışınca ilk yaptıkları zam yapmak, vergileri yükseltmek, hatta yeni vergiler icat etmek gibi basit ve kolay yolu tercih etmişlerdir.
Bugün de yapıldığı gibi. Tulumbanın suyunu tüketen, MB’nın 128 milyar Dolarını buhar eden hükümet; zamlara sarılmış vaziyette. Fakir-fukaranın zamlardan feleği şaşmış vaziyette. Enflasyon ve zam canavarının dişleri arasından kurtulmaya çalışıyor. Gel gör ki, bunu yapacak irade de ne yazık ki yok.
Yaygın rivayete göre Şam valisi Esat Paşa sıfırı tüketir, hazine boşalır, tulumbada su kalmaz. Büyük bir maddi sıkıntıya düşer.
Danışmanlarına akıl danışır. Kolay ve basit bir çıkış yolu önermelerini ister. Danışmanları çare olarak şehirdeki dokumacılara fazladan vergi koymasını tavsiye ederler.
Esat Paşa, “varsayalım koyduk. Ne kadar gelir elde ederiz” diye sorar.
Yanıt; “ Elli, altmış kese altın elde edilebilir şeklinde olur.
Esat Paşa, devlet adamı ve vicdan sahibidir. Der ki; “ Bu insanlar zaten zar zor ayakta duruyor. Bu vergiyi nasıl ödeyecekler?”
Yanıt acımasızcadır: “ Yastık altındaki altınlarını, eşlerinin mücevherlerini satarlar Paşam”
Esat Paşa, çareyi de, yöntemi de akıllıca bulmaz. Ve “ Ben bu meblağı daha güzel bir yöntemle elde etsem nasıl olur ?” diye sorar.
Danışmanları derin bir sessizliğe bürünürler. Yanıt yoktur.
Ama Paşa, aklından geçen yöntemi uygulamaya sokar.
Ertesi gün Paşa, müftüye bir davet göndererek gece gizlice buluşalım der. Müftü gece Paşanın yanına gelir. Paşa gayet rahat ve emin “ Müftü efendi!” Diye başlar söze:” Bize ulaşan bilgilere göre özel hayatında şeriata aykırı davranıyor ve evinde gizlice içki içiyormuşsun. Bu durumu İstanbul’a bildirmem gerek. Ancak önceden seni haberdar edeyim istedim” der.
Bunu duyan müftü efendi, işin sonucunu anlar ve paşaya yalvarmaya başlar. Hem yalvarır hem de; İstanbul’a haber vermemesi için paşaya 1000 mecidiye vermeyi teklif eder. Paşa kabul etmez. Aralarında pazarlık başlar. Müftü iki katını teklif eder. Paşa yine kabul etmez. Sonunda 6 bin mecidiyede anlaşırlar. (İçmiyorum Paşam iftira diyemiyor)
Hasılat iyidir. Paşanın yüzü güler. Bu işin olacağına güveni gelir.
Sırada kadı efendi vardır. Esat Paşa Kadı efendiyi davet eder. “Kadı efendi; Rüşvet aldığın ve makamını şahsi menfaatin için kullandığına dair güvenilir kaynaklardan elimize bilgi ulaştı” der ve Kadı’yı can evinden vurur. Kadı efendi “Hayır efendim almadım iftiradır” diyemez, Paşaya yalvarmaya başlar: “Aman efendim beni görevimden almayın, insanlara rezil olurum” diyerek Müftü efendi gibi Esat Paşa ile pazarlığa başlar. Sonunda iş tatlıya bağlanır: 6 bin mecidiyede anlaşırlar.
Paşa bakar ki yöntem, iyi işliyor, herkes de bir şekilde kirli, devam eder operasyona.
Sonra sırasıyla Şam’ın eşraflarını, devlet görevlilerini defterdarı, karakol komutanını, esnaf ağasını ve büyük zenginleri tek tek davet eder.
Bu yöntemin sonunda Esat Paşa, helalinden tam 200 kese mecidiye altını toplar.
Operasyonun sonunda danışmanlarını çağırır: “ Şam halkına vergi koyduğumu hiç duydunuz mu ?” diye sorar. “Hayır Paşam asla duymadık” derler. “Bakın hiçbir vergi koymamama rağmen 50-60 kese yerine 200 kese mecidiye altını topladım” der.
Danışmanları merakla: “Bunu nasıl yaptınız Paşam ?” diye sorduklarında; O müthiş tarihi cevabı verir: “Kuzuların DERİLERİNİ yüzmektense koçların YÜNLERİNİ kırkmak daha iyidir” der.
Sonuç mu?
Ben de: Gariban vatandaşın enflasyonla, vergi ve zamlarla derisini yüzmek yerine yolsuzların, hırsızların yünlerinin kırkılacağı günleri görmek istiyorum.
Çok şey mi istiyorum?!
Esen kalınız. Nazım PEKER