Daha çok diplomatik yazışmalarda kullanılan, gizlilik taşıyan resmi belgelere “kripto” denmekle birlikte, inancını ve özellikle kimliğini gizleyen kişilere de “kripto” denir.
1996’da ADD Samsun Şubesi Başkanı iken, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi profesörü Niyazi Öktem’i bir konferans vermek üzere Samsun’a davet etmiştik. O sırada Cumhuriyet gazetesinde “Dinamik Atatürkçülük” başlıklı yazıları çıkmıştı. Sonra Fetö’ye takıldı, Abant toplantılarının ayrılmazı oldu.
Konferanstan sonra özel olarak ağırladık, sohbet ettik… “Laiklik, Din ve Alevilik” adlı bir kitabı vardı. Söyleşimiz sırasında bu konuya girişinin nedenini açıkladı: “Tasavvuf üzerinde araştırma yapıyordum. İzzettin ağabey (bir Alevi dedesi olan Prof. Dr. İzzettin Doğan) ‘Anadolu Aleviliğini incele, tasavvufa dair çok şey bulursun’ deyince bu konuya yöneldim” demiş ve devam etmişti; “Anadolu’nun değişik yörelerdeki Alevilerle görüşünce gördüm ki 1915’deki tehcir sırasında Doğu Anadolu’da bazı Ermeniler ve Cumhuriyet’ten sonra yapılan mübadele sırasında da Karadeniz’de bazı Pontus Rumları ‘biz Müslümanız’ diyerek kendilerini gizlemişler ve gitmemişler. Bunların, ‘Alevi’ olduklarını öne sürerek ‘namaz kılmak, oruç tutmak gibi’ Sünni ibadetleri yapmaktan kurtulmuş olduklarını, ancak Alevilik ile hiç ilgilerinin bulunmadığını, saptadım…”
Daha sonra kriptolar üzerine yayınlar oldu. Geçenlerde Almanya’daki bir Alevi Kültür Derneği Başkanı’nın öldükten sonra Ermeni mezarlığına gömüldüğü bildirildi…
AKP, FETÖ darbe girişimine kadar, Cumhuriyetçi güçlere karşı iktidarını sürdürmek için arkasını ABD ve AB (AB-D)’ye dayadı. Bunun bedeli, onların istediği bir politika uygulamaktı. Onlar da hiç unutmadıkları, er ya da geç, gerçekleşmesini diledikleri Sevr’i, günün koşullarına göre uygulatmak istediler. Ancak elbet böyle demiyorlar, “demokratikleşme” adı altında Türkiye’nin bölünmesinin alt yapısının oluşturulmasını istiyorlardı. Bunları yaparsak “bizi AB’ye alacaklarını” söylüyorlardı!..
AB’ye girmek söz konusu olunca, kapağı Avrupa’ya atarak iş bulmayı uman garibanından, Batı hayranı mankurtlara (yozlaşmışlara)ve Batı’ya göbeği ile bağlı sermayeye/ TÜSİAD’cılara kadar, herkes AKP’nin arkasına geçti. “Büyük resme dikkat edilmesini” istediğiniz ve “bu gidişin iyi olmadığını” söylediğinizde, “demokrasi, AB ve barış karşıtı” olmakla suçlayarak, sizi susturuyorlardı. Durum tam Mütareke yıllarına benziyordu. İngiliz Muhibbi mandacı liberaller, İslam Tealici gericiler ve Kürt Tealici bölücülerin günümüzdeki uzantıları olan gayrı milliciler birleşmiş, AB-D’nin kolları altında ulusalcılara/ millicilere saldırıyorlardı.
AKP iktidarı bu dönemde bazı “açılım” politikalarını uygulamaya koydu. Bunların başında kuşkusuz “PKK ve Kıbrıs” gelir. Yaşanan birçok rezalet nedeniyle iyi bilindiği için PKK Açılımından söz etmeyeceğim. Kıbrıs Açılımı da açgözlü Rumların Annan Planı’nı kabul etmemeleri nedeniyle suya düştü ve soydaşlarımız kurtuldu…
O dönemde PKK Açılımı kadar tehlikeli olan, ancak kamuoyunun dikkatini fazla çekmeyen Yunanistan, Patrikhane ve Pontus Rum Açılımı ile Misyoner ve Ermeni Açılımları da yaşandı.
Yunanistan ve Patrikhane açılımını Sayın Mehmet Ali Güller, 11 Haziran tarihli Cumhuriyet’teki yazısında kısa ve öz olarak ortaya koydu ). Bu kapsamda, karasularımız içinde ve kıyılarımıza yüzme mesafesinde bulunan 18 adamız Yunanistan’a verildi. Sevr’i dayatanların Lozan’da kabul ettiremedikleri “Patrikhane’ye ekümeniklik” verilme aşamasına gelindi…
AKP iktidara gelince, ABD’nin 19. yüzyılda Osmanlı topraklarında 2000 misyoner okulu ve hastaneler açarak başlattığına benzer, bir misyoner açılımı başladı. Misyonerler, serbestçe her tarafta cirit atıyor ve her yolu kullanarak Hristiyanlık propagandası yapıyorlardı. Kısa sürede kentlerimizi yeni yeni kiliseler süslemeye(!) başladı. Bu arada Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bulunan, çoğu harabeye dönmüş, hatta izi bile kaybolmuş birçok kilise kalıntısı hükümet tarafından restore edilerek Rum ve Ermeni patriklerine teslim edildi. Patrikhane, tek bir cemaati olmayan bu kiliselere metropolitler atadı ve yurtdışından da gelen konuklarının katılımıyla ayinler düzenleyerek açılışlarını yaptı. Ermenilerin 1915’de Van’da yaptıkları katliamlarının acı anıları ile anımsanan Akdamar Adası’ndaki kilise de Ermenistan’dan gelenlerle birlikte yapılan ayinle açıldı. Mütareke yıllarındaki Babıâli Basınına dönüşmüş olan, Yılmaz Özdil’in deyişiyle “bizim şerefsiz medya” en çok bu kilisenin açılışına ilgi gösterdi, alkışladı ve günlerce gündemde tuttu!..
Misyoner akımına benzer şekilde, Doğu Karadeniz’e turist kılığında Yunan istihbaratçı akını başladı. Bunların misyonu da Pontus Rum Devleti’ni kurmak üzere, kripto Pontus Rumlarını bulmaktı. Kısa sürede epeyce buldular. Zaten açılımlar bunları cesaretlendirmiş ve kendilerini deşifre etmeye başlamışlardı. Yunan Hükümeti, bazı ailelerin çocuklarına burs vererek Yunanistan üniversitelerinde okumalarını sağladı…
Kendisini deşifre edenlerden biri de Abdurrahman Lermi adlı Trabzonlu halk müziği sanatçısı; Abdurrahman’ı Apolas yaptı ve Apolas Lermi adıyla Pontus Rum şarkıları söylemeye başladı…
Apolas Lermi, ”Şerefsiz Medya” sayesinde hızla popülerleşti. O da kendisini Pontus davasına adayarak, Sümela Manastırı, Gümüşhane’deki Santa harabeleri ve Ordu’daki Yason Burnu gibi Pontus kalıntılarının olduğu yerlerde klipler çekti. Bu arada, Pontus Rum kökenli Yunan sanatçılar Giorgos Ioannidis ve İrodina Kandrali ile düet yaptı. Ermeni ve PKK’lı sanatçılarla kasetler yaptı; bunlara Akdamar Adasında ve Tunceli’de klipler çekti. Konserler vermek üzere Yunanistan’a davet edildi.
Konserde kendisini izleyicilere sunan, Pontus kökenli Yunanistanlı sanatçı Matthaios Tsahouridis, 19 Mayıs’ı “Pontus Rum Soykırımı Günü”, Atatürk’ü soykırımcı” kabul eden ve Karadeniz’de Pontus Rum Devleti kurmak isteyenlerden. Videosunda şöyle diyor: “Trabzonlu Apolas Lermi’nin anavatanında (yaniYunanistan’da) özgürce şarkı söylemesi bizim büyük sevincimiz. Türkiye’nin Pontuslu Rumlara soykırımı, Ermenilere, Kürtlere soykırımı için çok uzaklardan gelip bize modern bir marş söylemesi bizim büyük sevincimiz. Söyleyeceği şarkı vatanımı kaybettim.” Videoda görüldüğü gibi Apolas bu sözleri başıyla ve mimikleriyle onaylıyor. Bakınız: )
Trabzonspor, 14 Mayıs’taki şampiyonluk kutlamalarına Apolas Lermi ile birlikte Matthaios Tsahouridis’i de davet etmiş. Ancak Tsahouridis’ın Pontus davasının militanlarından olduğunu öğrenen halkın tepkisi üzerine programdan çıkarılmış. Bunun üzerine Apolas Lermi, “Matthaios yoksa ben de yokum” demiş ve sahneye çıkmayı reddetmiş!..
Buna karşın, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 19 Mayıs’ı kutlamak üzere Güngören’de düzenlediği konsere Apolas Lermi’yi davet etmiş ve halkımızın 19 Mayıs’ı Pontus şarkıları ile kutlamasını sağlamış. Kim bilir, halkımız onu coşku ile alkışlarken Apolas Rumca neler söyledi!?..
Benzer bir olay Zorlu PSM’de yaşanacaktı. Türkleri Ermenilere soykırım yapmakla suçlayan ve Atatürk’e “soykırımcı, psikopat” diyen Ermeni sanatçı Ara Malikian 9 Haziran’da Zorlu PSM’de konser verecekmiş. Ancak gelen tepkiler üzerine konser iptal edilmiş.
Ey halkım, bazı bilinçli ve uyanık yurttaşlarımız tepki verince gerçekleştirilmek istenen ihanetler önlenebiliyor. Artık topyekûn uyanma ve topyekûn tepki verme zamanı geldi. Yoksa bilinçli yurttaşlarımızın kapıdan kovdukları bacadan yeniden girebiliyorlar.
Prof. Dr. Süleyman Çelik ([email protected])
Bir yanıt yazın