“VAHİM SONDAN” ÖNCE SON ÇIKIŞ …
Dr. Noyan UMRUK
Evet… Keşke haftaya güzelliklerle başlayabilseydik… Maalesef… Neden mi? Nedenlere birlikte göz atalım:
*Günümüzün evrensel düzeyde stratejik sektör olarak tanımlanan, tüm ülkelerde ciddi ölçülerde desteklenen tarım ve hayvancılık yükselen maliyetler ve yetersiz destekler nedeniyle çöküntü sürecini yaşamakta…
*Bilinen nedenlerle aşırı desteğe mazhar olan inşaat ve bir bölüm savunma sanayi dışında reel üretim hızla gerilemekte, sınai yatırımcı ya yurt dışına yatırım yapmayı tercih etmekte, ya da rantiye-getirimci haline dönüşmekte…
*Ülke ekonomisine yıllık 40 milyar dolar civarında katkısı olan turizm sektörü dünyanın en ucuz ülkesi haline gelmenin sağladığı avantajla ayakta durmaya çalışmakta…
*Ekonomik bunalım zaten işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, kayıt dışılığa ve yasaklarla yaşamaya alıştırılmış olan gelişmekte( Yıllardır yükselmekte, gelişmekteler…) olan ülke halklarını, onların refah düzeyinden çok uzakta oldukları ve sosyopolitik bilinç düzeyi daha düşük olduğu için gelişmiş ülke halkları kadar derinden etkileyip, sarsmıyor. Bir yandan aile ve akrabalık sosyoloji ve ekonomileri çerçevesinde yaralar sarılmaya çalışılıyor. Ancak bu aile desteği – sosyolojik yardımlaşmanın da sonuna gelinmiş gibi görünüyor. 84 milyon nüfusun14.8 milyonu açlık sınırında ya da bu sınırın altında yaşıyor…
*Öte yandan sosyal, fiziki stoklar, ülkenin doğal ve yıllarca halklarının büyük özverileriyle edinilmiş varlıkları hızla tüketilerek ve ekonomik tercihler artık hukuk da işlemediğinden keyfi ve çıkarcı kararlarla, kendi lehlerine işletilerek yeni, reel üretimden uzak “özellikle beton sever” yandaş oligarşiler yaratılıyor…
Bütün bunların sonucu, FBMG 12000 dolardan 7500-8000 dolar aralığına sıkışmış, onunculuğa yükseleceğimiz vaat edilen dünyanın en büyük 20 ekonomisi liginde 21’inciliğe inerek küme düşmüş bir ülke olmaktayız…
Şimdi gelelim “zurnanın asıl zırt dediği” yere…
*Merkez Bankasının kullanılabilir rezervi 10,35 milyar dolar… Ancak emanet paraları çıkardığınızda (yükümlülükler ve swaplar) net rezerv eksi 52,95 milyar dolar. Bankalardaki tüm rezerv 8,5 milyar dolar civarında. Dış şubelerde ithalat vb. garantiler için 19 milyar dolarları var. Toplam bankalar dolar toplamı 27,5 milyar dolar. Yılsonu beklenen cari açık 50 milyar dolar (yalnızca Mayıs ayı 10,7 milyar dolar).
Kısa vadeli yılsonuna kadar borç ödemesi 181,4 milyar dolar. İç ve dış borç batağı 500 milyar doları aştı.
Dış borçlanma yapmaya yönelseniz CDS(Kredi risk primi, bir kredinin geri ödenmeme riskinin tespit edilmesini ve bu riske karşı kredinin sigortalanmasını sağlayan bir değerleme enstrümanıdır. Sigorta şirketleri borçların ödenememesi halinde alacaklının alacaklarını sigortalayan bir sözleşme satar ve bu sözleşmenin fiyatı da ülkenin CDS primidir.) endeksiniz (borcu geri ödeyebilme yeteneği diyelim) Bugün pris priminin (CDS)birkaç gün önce 791 baz puana yükselmesi ise iflas riskinin artması anlamına geliyor. (300 puanın üzerinin anlamı bu ülke temerrüde düşebilir yani borçlarını ödeyemeyebilir, dikkat edin demek). 2008 yılından bu yana kaydettiği zirve seviyeyi yenileyen 5 yıllık risk primi (CDS) 816 baz puan seviyesine ulaştı.
CDS, en son küresel finans krizi sırasında Ekim 2008’de bu seviyelere çıkarak Ekim 2008’de gün içi işlemlerde Türkiye’nin risk primi 904 baz puanı görmüştü.
CDS’nin bu seviyelere çıkması Türkiye’nin dış borçlanmada ödeyeceği faizi etkileyeceği düşünülürken Hazine’nin dolar cinsi borçlanmalarında faizin yüzde 10’un üzerine çıkması bekleniyor.
Türkiye’nin CDS’si en son etkisini derinden hissettiren 2001 ekonomik krizinde 1300 seviyelerindeydi.
Sözü kısası %10 un altında dış borçlanmanız mümkün değil… Buna rağmen borç vermeye de nazlanacaklar, çünkü bazı yorumlarda yılsonuna doğru Türkiye’nin temerrüde düşeceği, Türkçesi ile iflas edeceği, borçlarını ödeyemeyeceği öne çıkmaya başladı.
*Satacak bir şey kalmadı devlet arazilerini imara açmaya çalışıyorlar. Kentsel dönüşüm adı altında vatandaşı zorla mütevazi evlerinden zorla çıkarıyorlar…
*Çıkarmaya çalıştıkları oyuncakların (artık oyuncak demek doğru) toplamı asla 10-15 milyar doları geçemeyecek, çünkü TL’ler ya bağlı, ya ihtiyaç için gerekli ve o kadar TL mevduatı yok. Tüik’e göre bile yıllık enflasyon %73,5. Bunun üzerinde bir taahhüt vermeden para toplayamazsınız.
*Vatandaş kartı kartla ödeyerek ayakta durmaya çalışıyor. Şimdi o da sınırlanıyor. Borcunu ödeyemeyenlerin icralık sayısı günde 16.000 kişi artıyor ve 23 milyonu aştı. Yeni kredi ve kart limit ve ödemeleri açıklamalarıyla piyasada TL sıkıntısı yaratıp, insanları döviz bozdurmaya yönlendirmeye çalışıyorlar. Sanki yılbaşından bu yana likiditeyi 1 trilyon TL üzerinde arttıran onlar değilmiş gibi. Ocaktaki 5 trilyon likiditeyi 6,25 trilyona ben mi çıkardılar…
*20 yılda 1185 milyar dolar dış ticaret açığı oluşturup, 650 milyar dolar cari açık verenler aklımızla alay edip saçma sapan önlemleri ballandıra ballandıra anlatıyorlar.
*Ülkenin kaynaklarını betona gömdükleri yetmezmiş gibi Kanal İstanbul gibi ucube projeleri gündeme sokuyorlar.
*İhracat seferberliği adı altında ne var ne yok satmaya çalışıyorlar. Zaten üretim maliyetleri yükseldiği için üretim düşüyor, ihracat çılgınlığı da stokları da eritiyor…
Talep karşılanamadığı için piyasa ekonomisinin gereği olarak fiyatlar artıyor. Buna da komik bir gerekçe uydurdular, stokçuluk. Birkaç göstermelik cezayla kapitalist ekonominin arz-talebe dayalı normal seyrini durdurmaya çalışmak boşun çaba…
*Şimdi ne olacak görüldüğü gibi kısa vadede birileri dolar satacak, sonra belli bir yere kadar doları düşürüp yeniden alacaklar ve dolar olması gereken gibi tekrar yükselmeye devam edecek. Aynı Kur Korumalı Mevduattaki oyun tekrarlanacak. Yukarıdaki tabloya göre dövizi uzun vadede değil düşürmek, durdurmak bile mümkün değil.
*Yetmiyor, Yunanistan’a 20 yıldır susanlar (sanki adalar bu gün silahlandırılmış gibi) savaş çığırtkanlığına da başladılar. Kendi çocukları askere bile gitmiyor, yine Memet’i nöbete çağırıyorlar. Gündem de Suriye de var…
*Dış güçler diyorlar, bir an için doğru kabul edelim. Eğer dış güçlerin oyuncağı olmayı engelleyemiyorsanız, bu ülkeyi yönetemiyor ve koruyamıyorsunuz demektir bu ve bu olguyu siz açıkça söylüyorsunuz bu açıklamanızla.
*Gidin artık demek bile çözüm olmaktan çıkıyor, çünkü tüm köprüleri atarak gidiyorlar, gelen ne yapacak bilinemiyor…
*Bu aşamada onarımı çok güç ve ciddi bir stratejik planlama ile mümkün olabilecek bir yıkım bırakmaktalar…
*Ekonomik bunalım zaten işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, kayıt dışılığa ve yasaklarla yaşamaya alıştırılmış olan Türkiye gibi gelişmekte( Yıllardır yükselmekte, gelişmekteler…) olan ülke halklarını, onların refah düzeyinden çok uzakta oldukları ve sosyopolitik bilinç düzeyi daha düşük olduğu için gelişmiş ülke halkları kadar derinden etkileyip, sarsmıyor, tepkileri yoğunlaştırmayabiliyor. Bir yandan aile ve akrabalık sosyoloji ve ekonomileri çerçevesinde yaralar sarılmaya çalışılırken, öte yandan sosyal, fiziki stoklar, ülkelerin doğal ve yıllarca halklarının büyük özverileriyle edinilmiş varlıklar hızla tüketiliyor. Ekonomik tercihler artık hukuk da işlemediğinden keyfi ve çıkarcı kararlarla, kendi leyhlerine işletilerek yeni, reel üretimden uzak örneğin “beton sever” yandaş oligarşiler yaratılabiliyor…
*Ve de bu vahşi gidişata dur denilemezse, senaryo “cehalet içinde yoksulluk” diz boyu hale getirilerek, küçük yemlemelerle beslenmekle yetinen geniş toplumsal kesimler yaratılarak senaryo toplumsal çöküşle sonlanmaya hızla gidiyor…
*Bu ülkelerin, köktenci ve bütüncül önlemler almazlarsa, geçmişte yaşananlara göre daha acı günler yaşamaları, yoksullaşmaları kaçınılmazlaşıyor…
İşte, bu nedenle, her türlü emtia, altın ve dövizin şaha kalktığı, yoksulluğun, yolsuzluğun, işsizliğin diz boyu olduğu bu vahim ortamda Türkiye, Arjantin’in yakın geçmişte başına geldiği gibi “Moratoryum-Borçlarını ödeyemeyeceğini tüm dünyaya ilan etme durumuna” düşmemek için, sonu bir türlü getirilemeyen “21nci Yüzyıl Krizine” stratejik bir planlama anlayışı ile karşı geliştirebileceği özgün bir modeli, süratle, açıkça ve içtenlikle tartışmak, ortaya koymak ve de yaşama geçirmek zorunda…