“NE OLACAK TURAN VAR !”
HÜSEYİN MÜMTAZ
9 Eylül 1918 gecesi Gence tren istasyonunda; Osmanlı’nın son muzaffer ordusu olan “Kafkas-İslâm Ordusu”nun Komutanı Halil Paşa’nın saz şairine verdiği; “Bugün Bakü, yarın Merv, öbür gün Karakurum. Ne olacak Turan var…” cevabında kalmıştık geçen yazımızda.
Halil Paşa 15 Eylül günü İngiliz, Rus, Ermeni işgali altındaki Bakü’yü General Tomson’un elinden kurtaracaktır.
Emir Subayı, Yüzbaşı Selahattin’dir.
Bildiğiniz Yüzbaşılardan değildir Selahattin.
1894’te Edirne’de doğdu. Önce Mahalle Mektebi’ne gitti. Edirne Askeri İdadisi’ni bitirdi. İstanbul’da Harbiye’den mezun oldu. İtalyan Harbi’ni Çanakkale’de yaşadı. Balkan Harbi’ne katıldı. İstanbul’da İttihat ve Terakki’nin eylemlerine karıştı. Birinci Dünya Savaşı’nda Beşinci Kuvve-i Seferiyye Karargâhında idi. Kafkas-İslâm ordusu ile İran ve Kafkas muharebelerinde çarpıştı. Irak muharebelerinde dövüştü. Bağdat’ı savundu. Bakü’nun zaptında bulundu.20 Aralık 1914’te İstanbul’dan 20 yaşında bir teğmen olarak ayrılmış, Turan’ı fethetmeye çıkmıştı.5 Şubat 1919’da 25 yaşında bir yüzbaşı olarak yenik ve yıkık Osmanlı payitahtına döndü. Bir süre sonra Albay Bekir Sami Beyin emir subayı olarak Anadolu’ya geçti. Milli Mücadele’ye katıldı.
Burada mecburen yine Kafkaslara dönüyoruz.
Çünkü Bakû ve Kafkaslar, “Yüzbaşı Selâhattin”siz anlaşılamaz.
Notları yayına hazırlayan İlhan Selçuk, Yüzbaşı Selahattin (Yurtoğlu)’in anıları için; “Bir kişinin değil, bir kuşağın romanıdır, Osmanlı İmparatorluğunun son kuşağının romanı” der önsözde. [i]
“Yüzbaşı Selâhattin, koskoca bir İmparatorluğun yıkılışını ve yerine yeni bir devletin kuruluşunu yaşamıştı. Ateş çemberinde geçirmişti yıllarını. Önemli kişilerin yamacında görev almıştı. İtalyan Harbi, Balkan Harbi, Birinci Dünya Savaşı, Millî Kurtuluş Savaşı’nı kapsayan dönemde iç ve dış çatışmaların, devrimlerin, isyanların, kahramanlıkların, cinayetlerin tanığı olmuştu. Turancılık özlemine kapılıp Asya’nın eşiğini zorlayan kuşağın ateşli örneklerinden biriydi. ‘Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan, Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir Turan’ dedikten sonra, Mütareke’nin karanlığında yenilginin çukuruna düşmek ve yıkıntının üstesinden Anadolu’ya geçerek Millî Kurtuluş Savaşı’nı sürdürecek gücü yüreğinde duyabilmek, bir insanın yaşamını alabildiğine değerlendiren büyüklüklerdi. Yüzbaşı bir kuşağın dramını kişiliğinde yansıtan subaydı. Romanının gerçekliği, değerine katkıydı.
Yıkılan Osmanlılığın yerine Türklüğü koymak isteyen kuşağın, eski tragedyalara benzer ikilemini yüreğinde taşıyordu Yüzbaşı”. (S.7)
Kitap iki cilt, yaklaşık 800 sayfa.
Ufak bir önerim olacak… Şimdiki sistem nasıldır, kaç yıldır bilmiyorum ama Subay çıkaracak okulların ilk yılı bu kitaba ayrılsın, her ders saatinde, kitabın her sayfası haritalar üzerinde tarih ve taktik/strateji hocaları tarafından anlatılsın, tartışılsın…
Ve bütün üniversitelerin bütün tarih bölümlerinde.
Bir yıl yeter mi bilmem ama emin olun değecektir…
…
Ve burası, tarihe ışık tutacak en çarpıcı bölümdür:
“Demek ki 1911 yılında Arnavutluk’ta isyan, Yemen’de isyan, Bağdat’ta isyan, Trablus’ta muharebe vardı. Erzurum ve Van illerinde Ermeniler ayaklanıyor. Kürtler’le birlikte, hükümet kuvvetlerine karşı koyuyorlardı. Eşkıyalık ve çete muharebeleri devam ediyordu. Edirne, Serez, Selanik, Kosova, Üsküp’te Bulgarlar her tarafı ateş içinde bırakıyorlardı… Osmanlı İmparatorluğu göçüyordu”. (S.41)
Balkan Harbi yenilgisinden sonrayı anlatıyor;
“Hastaneden bir arabayla Kadıköy iskelesine hareket ettim. Beş ay önce ne umutlarla baktığım İstanbul’da Galata köprüsünü ezik bir ruhla, yenik bir ordunun subayı ve tepelenmiş bir ulusun evladı olarak geçiyordum. Beni götüren erin koluna dayanmış, büyük bir hüzün içinde köprüye ve denize bakıyordum. Nefer koluma girip beni Kadıköy vapuruna götürürken yanımdan geçen Rum palikaryalar eğlenerek bana bakıyorlar, alay ediyorlardı. Tam vapura bineceğim sırada bir palikarya (Rum külhanbeyi) koluma çarptı. Zaten maddî ve manevî ıstırabım çoktu.- Hayvan!, diye bağırdım. Neye yarardı, Rum gülüyordu:- Zararı yok pasam, bak maşallah siz yaralısınız, kahramansınız, böyle şeylere aldırmazsınız.
Vatanda garip olmuştuk”. (S.82)
“TURAN” diye çıkılan yolda, “Öz yurdunda garip” noktasına gelinmişti.
…
“İstanbul sokakları facialarla doluydu. Her gün Bulgar Zulmünden kaçan Rumeli halkı vapurlarla İstanbul’a doluyor, kolera, tifüs gibi hastalıklar kol geziyordu. Hastanelerde yatacak yatak ve verilecek ilaç kalmamıştı. Rumeli’de katliam devam ediyordu. Yanya, İşkodra, Edirne kaleleri de düşmüştü. İstanbul’da Türk subayı gören Rum ve Ermeni çocukları bağırıyorlardı: -Zabit zabit, Bulgar geliyor, kaç!” (S.85)
…
“İngilizler 12 Mart 1917 günü Bağdat’ı ele geçirmişler ve 15 Mart 1917 günü yavaş yavaş kuzeye doğru yürümeye başlamışlardı. Biz de Bağdat’ın 15 kilometre kuzeyindeki Belet istasyonunda düşmana karşı koymaya çalışıyorduk. İngiliz siyasî tarihinde (3-B)’ler diye adlandırılan B’lerden birincisi Britanya’nın eline geçmişti. Diğer ikisi Batum ve Bakü idi. Londra bu 3-B’nin kontrolünü ele geçirmek istiyordu”. (S.280)
“O gün mevzileri gezerken Topçu kumandanı Binbaşı Kemal: -Kumandanım inşallah yakında Bağdat’ı alırız… dedi. Kemal’in bu sözüne karşılık Karabekir: -Kemal Bey, Türk’ün asırlarca kanını ve emeğini emen bu topraklardan kurtulmak, Türk’ün saadetine hizmet eder. Gönül buralarını bu suretle bırakmaya razı değildi. Fakat mademki oldu, artık biz Türk emeğini Türk topraklarına verelim. Arabistan’ı Arap’a bırakalım”. (S.287)
1918 işte böyle karışık ve sancılı bir yıldır.
Sonrasını… zaten biliyorsunuz… 9 Haziran 2022
[i] “YÜZBAŞI SELÂHATTİN’İN ANILARI” 2 Cilt. İlhan Selçuk. İstanbul 1975