TARİHTEN KENDİNE ÖZGÜ BİR YAPRAK: 27 MAYIS…
Dr. Noyan UMRUK
Bugün 27 Mayıs… 68 kuşağının “Anayasa ve Özgürlük Bayramı”… Yakın tarihimizin önemli bir köşe başı…
Sosyal bilimlerde altın bir kural var: Her olguyu kendi “zaman”, “zemin”, “mekan” boyutları içinde el almak, değerlendirmek… Aksi takdirde, şaşkın ördek misali suya tersinden girmek yanlışına düşmek mümkün…
Gelin, o günlere bir bakalım:
Toplumların tarihlerinde, devlet işlerinin iyi gitmediğini düşünen basiret sahibi, ciddi fikir adamları ve düşünürlerin iktidarların uyarmalarına dair ilginç örnekler vardır.
Örneğin Koçi Bey’in, muhatabı Sultan IV. Murad’a sunduğu ünlü “Koçi Bey Risale”si…
Bu eserin, Osmanlı’nın 16. yy. itibarıyla gerileme sebeplerini öylesine bir vukufla ele aldığı söylenir ki; Hammer onu, Roma’nın yıkılış sebeplerini izah eden Montesquieu’nün “Décadence” eserine denk sayar ve yazarı Koçi Bey’i de “Türk Montesquieu’sü” diye niteler.
Ayrıca Sultan IV. Murad’ın, Devlet düzenini bir ölçüde yeniden sağlamasında Risale’nin de önemli payı olduğu söylenir. (Ömer Faruk Akün, “Koçi Bey” mad.; TDV. Ansiklopedisi, Cilt: 26, s. 145.)
1958 devalüasyonu, ABD ile ilişkilerin gerginleşmesi, Sovyetler Birliğinden ekonomik destek arayışları ile gelişen 27 Mayıs öncesi dönemin en ciddi ve Meclise yargı yetkisi vererek iktidar çoğunluğuna beğenmediği muhalif millet vekillerinin “defterini dürme yetkisini ”veren “Tahkikat Komisyonları ile başlayan “hukuk temelli” uyarı ve eleştirileri ise, aslında dönemin iktidarını destekleyen ciddi Anayasa hukukçularından rahmetli Ord. Prof. Ali Fuad Başgil’den gelmiştir.
Başgil, “hukuk temelli” endişelerinde – maalesef – haklı çıkmış, uyarısılarından bir ay gibi kısa bir zaman sonra dönemin deyişi ile “27 Mayıs İhtilali” ile Adnan Menderes önce iktidarını, sonra da maalesef çok üzücü bir biçimde hayatını kaybetmiştir.
O dönemin diğer tespit ve tasvirleri ise şöyleydi:
“… yaşları ne olursa olsun Türkiye deyince, akıllarına bizim yetiştiğimiz Atatürk’ün Türkiyesi gelenler, son yılda sudan çıkmış balığa dönmüştük. Bir umutsuzluk, daha kötüsü bir nevi utanç çöreklenmişti içimize. Elimden ne gelirdi? Yazmak, konuşmak, tenkit yasaktı, neredeyse insan gibi yaşamak, bir Atatürk çocuğu gibi düşünmek, davranmak yasaktı…”
28 Mayıs 1960 “Ne haber” Tunç Yalman – Vatan Gazetesi
“Kara cüppeli” diye aşağılanan, saygıdeğer hocalarım, yurdumun çile çekmiş aydınları, sayın profesörlerim! En kara günlerde alınlarınızda parlayan ışıklar, tükettiğiniz soluk boşa gitmedi…”
28 Mayıs 1960 “Az gittik Uz gittik” Aziz Nesin – Akşam
“ Yıllar boyu aklımızın erdiği kadar tarihten örnekler verdik, hukuk prensipleri sıraladık, kinayeli fıkralar anlattık…Anayasayı çiğnediler; hukuk dışı komisyonlar kurdular…Artık yazı yazmıyor, yazı taklidi yapıyorduk… Atatürk’ün gençliğe hitabesini, Nutuk’un tefrikası halinde yayınlamak dahi suç sayılır olmuştu. Atatürk’ten bahsedilsin istemiyorlardı. Onun kurduğu Cumhuriyete bir beyefendiler saltanatı halinde çöreklenmek ve memleketi basınsız, üniversitesiz, meclissiz idare etmek istiyorlardı… Kurucu meclisin faaliyete geçmesini sevinçle bekliyoruz…Bu hareketin meşruluğu ve büyüklüğü, yıkılanların gayrimeşruluğu ve küçüklüğü ile bir abide gibi ortaya çıkmaktadır…Türkler, âlimleri dalkavuk, üniversitelileri maktul, gazetecileri korkuluk ve bütün aydınları sürüngen hale getirererek, bir çete gibi davrananların rezaletlerini dünya önünde reddetmişlerdir.”
Çetin Altan; “Bugün canım yazı yazmak istiyor.”,Milliyet G., ’28.05.1960
“Örfî idareye bir gece yarısı ifade vermek üzere götürüldüğümüz zaman bizi kucaklayıp bağırlarına basan subaylarımız, “On beş gün daha dişinizi sıkın” demişlerdi. Gazete kapatıldığı gün de tekrarlamışlardı: “On beş gün daha sabredin.” Sabrettik, şimdi sevinçten ağlıyoruz.”
30 Mayıs 1960 Abdi ipekçi – Milliyet
“Koltukları ve keseleri uğruna millet kanı dökmüş her siyaset zorbasının sonu mutlaka bir faciayla biter… Gazete sütunlarından uzanan parmaklar, onlara: “Dikkat edin, sonunuzu iyi görmüyoruz” diyorlardı. Onlar ise bu parmakları kırmakla akıbetlerinden kurtulacaklarını sandılar. Kur’an’da Allah’a, peygambere ve idare edenlere itaat olunması buyrulmuşur. Lâkin adaletten ayrılmamaları şartiyle. Adaletten ayrılırlarsa onlara itaat etmemeyi emreder. Bu sebeple Türk Ordusu’nun 27 Mayıs’ta zalimlere vurduğu kansız darbe her şeyden evvel Allah’ın buyruğuna uygundur, Allah’ın emriyle olmuştur.”
2 Haziran 1960 “Merhaba” Kadircan Kaflı – Tercüman
27 Mayıs’ın topluma armağanı ise döneminde dünyanın en demokratik, ileri anayasalarından biri olan 1961 Anayasası idi. Anayasa temel hak ve özgürlükler yanında, ekonomik ve sosyal hakları da güvence altına alarak, kuvvetler ayrılığını ve adil bir seçim sistemini getirerek, ekonomik kalkınmada planlama anlayışını esas alarak “düzeni” değiştirdi. Böylece;
*Emekçiler, sosyal devlet, sendikal hareket ve toplu sözleşme düzeni,
*Toplum, “Tahkikat Komisyonları” yerine bağımsız yargıya,
*Seçmen daha adil ve tutarlı bir seçim sistemi
*Halk temel insan hak ve özgürlükleri
*Ekonomik hayat, sürdürülebilir, sağlıklı bir kalkınma, görece adil bir bölüşümü öngören planlama anlayışı ile kucaklaştı.
Kısaca bir Kemalist devrim sürecinin devamı olarak bir “burjuva devrimi” yaşandığı söylemek siyaset bilimi söylemine uygun düşer…
Keşke 27 Mayıs hareketi anayasasıyla taçlandırdığı zirveye magazine dönüşen Yassıada Mahkemeleri gibi saçma sapan bir yargı kepazeliği, süreci ve toplumda derin yaralar açan idamları olmadan varsaydı…
Lakin uluslararası düzen ve işbirlikçi sermayenin beklediği herhalde bu anayasal demokratik düzen değildi… 27 Mayıs Devrimi ile temelleri atılan demokrasi süreci uzun sürmedi.
1970’lerden itibaren, “Bu gömleğin topluma bol geldiği”, “Sosyal gelişmenin boyutlarının, ekonomik gelişmeyi aştığı” söylemlerinin eşliğinde budanan 61 Mayıs anayasasının, her fırsatta kanatları yolundu. 1982 Anayasası ile iyice budandı. Bu anayasa ile budanan yargı bağımsızlığına, 2010 değişikliği ve art arda değişikliklerle kanatları yolunmuş kuşa dönüştürüldü. 20 Temmuz sonrası ise artık bir anayasa var mı yok mu belli değil…
Bu da kesmedi. Parlamenter sistemden başkanlık rejimine karambol bir referandumla geçerken Cumhuriyetin kurucu iradesi, kurumları ve değerlerinin de sür’atle aşındırılması ile girilen ekonomik buhran süreci maalesef çöküşe doğru hızla yol almakta …
Uzun lafın kısası, Tanrı daha uzun ömürler versin Muazzez İlmiye Çığ’ın dediği gibi:
“Bizler kazandığımız şeylerin değerini bildik. Çünkü zor elde ettik. Siz bunları kaybettiğinizde anlayacaksınız…”
Doğrudur… Yitirdiklerimizi ne denli anlayabildiğimizi gösterecek zorlu sınavına gireceğimiz günler yakın… Toplumumuza iyice yakınlaşan bu zorlu sınavda başarı dileklerimle…