BUGÜN BAKÜ, YARIN MERV, ÖBÜRGÜN KARAKURUM

“Bugün Bakü, yarın Merv, öbür gün Karakurum”. - 230px SultanGaliyev0011

“Bugün Bakü, yarın Merv, öbür gün Karakurum”.

hÜSEYİN mümtaz

Ukrayna savaşı iler ilgili son yazıda lâfı bir yerde “1920 BAKÜ KURULTAYI”na bağlamıştık.[i]

Günümüz şartlarında mutlaka tekrar incelenmesi ve değerlendirilmesi gereken bir süreçtir o toplantılar.

   “İttihat ve Terakki”nin batıdaki 1909 Selânik Kongresi’nden sonra sözün bu defa en doğuya,  “1920 BİRİNCİ ŞARK MİLEL-İ MAZLUMESİ KURULTAYI-BAKÜ”ye (BAKÜ BİRİNCİ DOĞU HALKLARI KONGRESİ) ve nihayet Mir Sultan Galiyev’e gelmesi kaçınılmazdı.

Bakû ve Kafkaslar, “Yüzbaşı Selâhattin”siz anlaşılamaz.[ii]

İlhan Selçuk, Yüzbaşı Selahattin (Yurtoğlu)’in anıları için; “Bir kişinin değil, bir kuşağın romanıdır, Osmanlı İmparatorluğunun son kuşağının romanı” der önsözde.

“Yıkılan Osmanlılığın yerine Türklüğü koymak isteyen kuşağın, eski tragedyalara benzer ikilemini yüreğinde taşıyordu Yüzbaşı”. (S.7)

“Demek ki 1911 yılında Arnavutluk’ta isyan, Yemen’de isyan, Bağdat’ta isyan, Trablus’ta muharebe vardı. Erzurum ve Van illerinde Ermeniler ayaklanıyor. Kürtler’le birlikte,  hükümet kuvvetlerine karşı koyuyorlardı. Eşkıyalık ve çete muharebeleri devam ediyordu. Edirne, Serez, Selanik,  Kosova, Üsküp’te Bulgarlar her tarafı ateş içinde bırakıyorlardı… Osmanlı İmparatorluğu göçüyordu”. (S.41)

1918 çok karışık, sancılı bir yıldır.

19 Mayıs 1919’a “bir yıl” vardır.

Bolşevik devriminden sonra Doğu Anadolu’daki Rus kuvvetleri çekilmekte ve yerlerini, o ana kadar Osmanlı’ya karşı örgütleyerek beraber çarpıştıkları Ermeni çapul/çetelerine bırakmaktadırlar.

1918 şöyle geçer:

12-13 Şubat 1918: Erzincan’ın Rus-Ermenilerden kurtuluşu.

23-25 Şubat 1918: Rus birliklerinin Trabzon’u teslim etmesi.

10-12 Mart 1918: Erzurum’un Ermenilerden kurtarılması.

3 Nisan 1918: Ermenilere karşı 2’inci Sarıkamış taarruzu.

Yine Ermenilere karşı 11 Mart-6 Nisan 1918 Van; 6-14 Nisan 1918 Batum; 10-25 Nisan 1918 Kars; 15-16 Mayıs 1918 Gümrü ve 13 Mayıs-8 Haziran 1918’de Tebriz çatışmaları kazanılır.

Ve nihayet 1918’de bir de “Kafkas-İslâm Ordusu” kurulur.

Yüzbaşı Selahattin; Balkanlar, Çanakkale ve Filistin’den sonra Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa’nın yaveri olarak bu orduyla Kafkas Harekâtı’na da katılır.

“Tiflis’teki karardan sonra Bakü’yü çeviren Ordu Karargâhında bulunmak üzere Azerbaycan sınırlarına girdik. İlk istasyon, Ahıstafa idi. Burada bizi Enver Paşa’nın küçük kardeşi, Halil Paşa’nın yeğeni ve İslâm Ordusu Başkumandanı 29 yaşındaki Nuri Paşa karşıladı. Geceyarısından bir saat sonra Gence’ye vardık. İstasyonda bizim şerefimize çay hazırlanmıştı. Çaylarımızı içerken bir saz şairi bize saz çaldı. Sınırlar ötesindeki bu Türk sesi hepimizi duygulandırıyordu. Turan yolunda Türklerle karşılaşıyorduk. Saz şairi yüzyıllardan beri süregelen Türk ıstıraplarını öyle güzel anlatıyordu ki, gözlerimiz yaşlanıyordu. Saz şairi:  ‘Trenler koşun taşır Baku’ya/Bunda bir iş var / Söyle Halil Paşa Allah aşkına / Bunda bir iş var..’ diyordu.

Zaten herkesin heyecanı son haddindeydi. Çay bitmişti. Biz ayağa kalkarken şair bağırıyordu: ’Söyle Halil Paşa Allah aşkına / Bunda ne iş var?’

Kumandan dayanamadı ve bağırdı:- ‘Bugün Bakü, yarın Merv, öbür gün Karakurum. Ne olacak Turan var…’ dedi. Bir alkış, bir hıçkırık, bir ürperti sardı her yanı…

Tren hareket ederken saz şairi söylüyordu: ‘Allah yolunu açsın Turan’a / Seni verdim Yaradana / Senden isterim Baku’yu / Türk Halil Paşa.’

Tren Gence istasyonundan kalktıktan sonra tepeleri karlı Kafkas dağlarını seyrederek ve şairin heyecanlı sesinden aldığımız ilhamla cepheye gidiyorduk. Ertesi günü öğleyin 10 Eylül 1918 günü Bakü’nün karşısında bir köyde bulunan İslâm ordusu karargâhına geldik. Trenden sonra bir saat otomobille ilerledik. Vardığımız yerden Bakü’nün güzel manzarasını ve Hazer denizini görüyorduk. Bakü şehrinin savunması İngiliz Generali Tomson’a verilmişti. Kentte İngiliz, Rus, Ermeni birlikleri vardı”. (S.408)

Beş gün sonra, 15 Eylül 1918 günü “İngiliz, Rus ve Ermenilerden” Bakü de “kurtarılır”.

Ve böylece Bakü’ye gelmiş olduk.

1909-20 arası, savaşların yanı sıra dünyanın çeşitli açılardan yeniden şekillendirilmesi çabaları içinde geçer.

Odak noktası; Orta Avrupa’dan, Kafkaslara-Orta Asya’ya kadar uzanan Türk dünyasıdır.

             1909 Selanik İttihat Terakki Kongresinden sonra 1-7 Eylül 1920’de Bakû’de “Birinci Doğu Halkları Kurultayı” toplanır ve hayrettir, katılanlar arasında İTC üyeleri (temsilcileri?) de mevcuttur.

Hem İttihatçı, hem TURANCI hem de Türkiye Komünist Fırkası üyesi Şevket Süreyya Aydemir de toplantıya NUHA (Azerbaycan. Şeki) delegesi olarak katılır.

Dr. İbrahim Tali Öngören, Trabzon Mebusu Hafız Mehmet, Erzurum Mebusu Cevat Dursunoğlu ve Süleyman Necati Albayrak Ankara kurultayın temsilcileridir. Albay Arif ve Teğmen Asım, Kazım Karabekir’in gözlemcileri; Mustafa Suphi, Süleyman Nuri, Tahsin Bahri, İsmail Hakkı ve kardeşi Naciye Hanım “komünist”; Halil (Kut) Paşa, Bahaettin Şakir, Azmi, Küçük Talat (Muşkara), ‘Yenibahçeli’ Nail de İttihatçı olan Kurultay üyelerdir.

Kurultayın düzenlenmesi Üçüncü Enternasyonal’in ikinci kongresinde kararlaştırılmıştı. Kurultayın başkanlığını, “Lenin’in sağ kolu” diye bilinen Alexander Zinovyev üstlendi. Kurultay hazırlıklarını yapmakla görevlendirilen komite, bütün Doğu ülkelerine çağrı yaptı ve delege göndermelerini istedi. 2000’e yakın delegenin katıldığı kongrede (Azeriler dahil) Türkler, 235 delegeyle kurultaya katılan en büyük grubu oluşturdu.

Kurultay, 1 Eylül 1920 ‘de Azerbaycan Cumhurbaşkanı Neriman Nerimanov’un bir konuşmasıyla açıldı.

Enver Paşa, Halil Paşa ve Bahattin Şakir kurultaya; Fas, Cezayir, Tunus, Trablusgarp, Mısır, Arabistan ve Hindistan Devrimci Örgütleri Birliği’ni temsilen kabul edilmişti.

Kongrenin dördüncü oturumunda Enver Paşa’nın ve İbrahim Tali Bey’in kurultaya sundukları birer bildiri okundu. Kurultay, Ankara hükûmeti önderliğindeki kurtuluş hareketini destekleme kararı aldı. Bu nedenle kurultayın Türk Kurtuluş Savaşı tarihinde önemli yeri vardır. Kurultay, 7 Eylül’de coşkun konuşmalar, alkışlar ve Enternasyonal marşlarıyla kapandı.

20’inci YY. başlarında Çarlık yıkılmış, hem merkezde hem de Kafkasya dâhil olmak üzere bütün bölgelerde merkezi yönetime karşı ayaklanmalar ve başkaldırmalar başlamış ve Ekim Devrimi’nin ardından bütün bölgelerde bağımsız cumhuriyetler kurulmuştu.

Ancak bu cumhuriyetler kısa bir süre ayakta kalabildiler. 1920 yılına gelindiğinde içeride ve dışarıda şartların lehine değişmesiyle Sovyet Rusya da, Kafkasya cumhuriyetlerinin “Sovyetleştirilmesine” başladı.

Birinci Doğu Halklarının Kurultayı gibi iç ve dış etkenlerden dolayı zorluk derecesi yüksek bir kurultayın toplanmaya çalışılması, Sovyet Rusya’nın yaşam mücadelesidir.

Çarlık Rusya’sının veraset haklarını yeni bir ideoloji ve isim altında yeniden oluşturmayı amaç edinen Sovyet Rusya ilk iş olarak, Ekim Devrimi’nin ardından hürriyetlerini kazanmış olan Kafkasya devletlerinin “Sovyetleştirilmesine” başladı ve işte bu amaçla Bakü Birinci Doğu Halkları Kurultayını topladı.

Kurultayın Bakü’de toplanmış olmasının en büyük nedeni ise; Çarlığı Sovyetleştirmeye dönüştürmenin önündeki en büyük engelin eski sınırlar içindeki Türk devletleri olması; Bakü’nün de bir anlamda bu etnik topluluğun merkezi konumunda bulunmuş olmasıdır.

Tahmin ediyorum sözün burasında, artık Mir Sultan Galiyev’e geliyoruz…

Konuya damardan girmeye ne dersiniz?

Yerleşik kanıya göre solculuğun ilk koşulu dine ve milliyete uzak durmak; sağcılığın ise millici ve dinci olmaktır. Alternatif söylemleri istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz ama kısa keselim.

Yâni bir insan hem solcu (hâttâ komünist) hem Türkçü hem Müslüman olamaz. (mı)?

Olur… Sultan Galiyev’seniz, bal gibi olur!

 Sultangaliyev, öğretmen Mir Said Haydar Galiyev’in çocuğu olarak 13 Temmuz 1892 tarihinde, Başkurdistan’ın Sterlitamak şehrinin Kırımsakalı kasabasına bağlı Elimbetova köyünde dünyaya geldi. İlk eğitimini doğduğu köyde aldı, 1907’den itibaren Kazan’da Tatar Pedagoji Enstitüsü’nde eğitimine devam etti. 1912 yazında Moskova’da Yaz Pedagoji kurslarına gitti. Tatar köylerinde öğretmenlik yaptı. Ufa’da belediye kütüphanesinde çalıştı; Ufa, Kazan, Bakü gibi çeşitli şehirlerde gazetecilik yaptı. Bakü’de Mehmet Emin Resulzade’nin çıkardığı Açık Söz’de çalıştıktan sonra Menşeviklerin yayınladığı Bakü gazetesinde “Müslüman dünyasından haberler” köşesini hazırladı. 1917 Şubat Devrimi sırasında Bakü’deydi.

Şubat Devrimi sonrası 1 Mayıs 1917’de Moskova’da düzenlenen Bütün Rusya Müslümanları Kongresi’ne çağrılan Sultangaliyev burada Müslüman Kongresi Yürütme Komitesi Sekreter oldu ve Kazan’a geçti. Kazan’da ünlü Tatar Bolşevik Molla Nur Vahidov’un başkanlığındaki Müslüman Sosyalistler Komitesi’ne katıldı ve burada da Müslüman Sosyalist Komite komiserliğine getirildi. Aynı zamanda Komünist Parti saflarında hızla yükselerek Sovyet Milliyetler Komitesi’nin ikinci sekreteri oldu ve örgütün resmî yayın organı Jiznnatsionalnostey’in editörlüğünü yapmaya başladı.

Galiyev’in 1919 ve 1920’de İdil-Ural Cumhuriyeti kurma projesi Lenin tarafından şovenist eğilimler taşıdığı gerekçesiyle reddedildi. 1920 yılında Zeki Velidi ve bir grup önde gelen Müslüman aydınla Turan Federe Sosyalist Devleti oluşturmayı amaçlayan İttihat ve Terakkî adlı örgütü kurdu. Böylelikle Moskova’daki liderlikle Sultan Galiyev arasındaki fikir ayrılıkları belirginleşmeye başladı ve giderek diktatörleşen Moskova, Müslüman halkların beklentilerini kısıtlama yoluna gitti. 1921’de neşrettiği çeşitli makalelerde Bolşevikler’in İslâm ve din karşıtı çalışmalarını eleştirmesi Stalin ile ilişkilerini gerginleştirdi. 1923’te burjuva milliyetçisi olmak, Türkiye ve İran gibi ülkelerde bağlantılar tesis ederek Sovyetler’in milletler politikasına karşı faaliyette bulunmak gibi ithamlarla tutuklandı ama aynı yıl içerisinde devrime olan büyük katkılarından dolayı serbest bırakıldı. 1923-1928 yılları arasında bir taraftan teorilerini geliştirirken bir taraftan da örgütlenme faaliyetlerine devam edip Türkistan Sosyalist Partisi’ni kurdu.

Galiyev 1928’de Turancı, karşı devrimci ve Troçkist gibi suçlamalarla yeniden tutuklandı. Partisi tasfiye edildi, on yıl çalışma kampı cezasına çarptırılarak Sibirya’da Solovki çalışma kampına gönderildi. 1939’da serbest kaldığı söylenilen Galiyev’in ancak 1940 veya 1941’de idam edildiğine inanılmaktadır.

Yâni bütün bunları sadece 48 yıllık bir zaman dilimine sığdırdı.

Stalin’in katı merkeziyetçi politikalarının Müslüman Türk halkları arasında başarılı olamayacağını savunan Galiyev, Müslüman topluluklarda da devrimi tamamlayabilmek için hem eşitliğe hem de halkın din, gelenek ve yaşayışına saygılı olunması gerektiğini belirtiyordu.

“Galiyevizm”, yâni “sömürgeler enternasyonali” genel anlamda iki aşamalı bir programdı. İlk aşamada sırasıyla Tatar-Başkırt Devleti, Türkistan Cumhuriyeti ve Turan Federal Halklar Sosyalist Cumhuriyeti tesis edilecek, daha sonra Azerbaycan ile Altay ve Çuvaş bölgesindeki Türk toplulukları dahil edilerek Sovyetler Birliği’ndeki bütün Müslüman ve Türk halklarının siyasî birliği tamamlanacak, ikinci aşamada ise benzer birliklerini oluşturmuş bütün dünyanın mazlum halklarının sömürgeler enternasyonali gerçekleştirilecekti.

Galiyev hem müslüman toplumlarda din karşıtı bir tavırla değişimin mümkün olamayacağını ileri sürüyor hem de sosyalizm söz konusu olunca bir din olarak İslâm’ın insanlar arasında adalet ve eşitliğe verdiği önemin, demokratik mesajının ve Batı’da sanıldığının aksine yeniliklere açık karakterinin göz ardı edilmemesi gerektiğini vurgulamaktaydı.

Galiyev’in Türkiye Komünist Partisi’nin kurucusu Mustafa Suphi ile de yakın irtibatı bulunuyordu. Bu bağ Türkiye’deki sol çizgi içerisinde Kemal Tahir, Şevket Süreyya Aydemir gibi isimlerle devam etmiş, ancak daha sonra Türkiye’de farklı bir komünist çizgi geliştiği için Sultan Galiyev ve düşünceleri yakın zamanlara kadar ihmal edilmiştir.

Gelin kısaca bir daha tekrarlayalım madde başlarını…

İdil-Ural Cumhuriyeti,  İttihat ve Terakki Cemiyeti aracılığı ile Turan Federe Sosyalist Devleti, Türkistan Sosyalist Partisi, Ceditçilik-Türkçülük-Turancılık, ve iki aşamalı Galiyevizm; ilk aşama Tatar-Başkırt Devleti, Türkistan Cumhuriyeti ve Turan Federal Halklar Sosyalist Cumhuriyeti, ikinci aşamada da Azerbaycan ile Altay ve Çuvaş bölgesindeki Türk topluluklarının katılımıyla Sovyetler Birliği’ndeki bütün Müslüman ve Türk halklarının siyasî birliğinin tamamlanması..

Ve bunların hepsini bırakın gerçekleştirmeyi, düşünmeye bile niyet edene şimdiye kadar hiç rastladınız mı, hatırlıyor musunuz?

Üstelik hepsi, Stalin tarafından kurşuna dizilerek son bulan sadece 48 yıllık bir ömür dilimine sığmıştır.

Bu arada, satır arasına sıkışmış İttihat ve Terakki’ciliğin de altını çizmenizi öneriyorum.

Türkiye’de uzun zaman görmezden gelinmiş Galiyev’i; Şevket Süreyya, Kemal Tahir ve Attila İlhan, bir de Halit Kakınç zaman zaman incelemişlerdir.

Oğuz Şaban Duman; Galiyev’le Zeki Velidî, Molla Nur Vahidov, Mustafa Suphi ilişkilerini etraflıca inceler. (“Sultan Galiyev”.  Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı. İstanbul 1999)

Attila İlhan ise önce, Atatürk’ün düşünce ve söylemlerinde Galiyev’in izlerini sürer…

(“Hangi Atatürk”. Bilgi Yay. Ankara. Ağustos 1996.)

“Şarktan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün Şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklâl ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih olacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün manilere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale ulaşacaklardır.

…Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerinde milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir âhenk ve işbirliği çağı hâkim olacaktır.” (S.249)

“Türkiye’nin bugünkü mücadelesinin yalnız Türkiye’ye ait olmadığını, bütün arkadaşlarımız ifade etmiş iseler de bunu bir defa daha teyit etmek lüzumunu hissediyorum. Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir…” (S.250)

Galiyev’in hayatını kısaca şöyle özetler İlhan;

“Kazanlı bir Türktür Galiyev, gerçek adı da sanırım Mir Said Sultan Alioğlu’dur: Sosyalist bir devrimcidir, Rusya’da devrim patladığı zaman Türkler arasında sosyalistlik için uğraşmış, Molla Nur Vahıdof ile birlikte önemli sorumluluklar yüklenmiştir. Stalin, Milliyetler Komiseri iken, uzun yıllar birlikte çalıştığı Galiyev’i 1923’ten itibaren kuşkuyla izlemeye başlamış, 1928’deyse açıkça suçlayarak on yıl Sibirya sürgününe mahkûm ettirmiştir. Galiyev’in 1939’da sürgünden dönüp Kazan’da oturması yasaklandığı için Kuybişev’e yerleştiği, bu arada edebiyatla uğraşmak için izin istediği biliniyor.

Sonrası meçhul! Bir rivayet Stalin’in onu da diğer birçok devrimci arkadaşları gibi kestirdiğidir”. (S.253)

“Yok ama, beni asıl şaşırtan, sağda da solda da, Türkiye ile onca ilgili Sultan Galiyev üzerinde yeterince bilginin olmayışı: Galiba, sağcılar onu solcu diye bir köşede bırakmışlar, solcular ise sağcı diye! Malûm ya, Rusya Türkleri arasında, Bolşevik partisine üye oluşu, liberal demokrat Müslümanlarla (Sadri Maksudi vs.), cedit hareketinin ileri gelenleriyle bu sıfatla mücadele edip, uzun süre Milliyetler Komiserliğinde Stalin’le birlikte çalışışı onu Bolşeviğin önde gideni saymaya yeter; öte yandan, Rusya Türklerinin haklan için savaşmış, bu yüzden Stalin’le uyuşmazlığa düşüp bu uyuşmazlığı hayatıyla ödemiş olması da sağcılığına kanıt sayılabilir.

Oysa, ne yanından bakılırsa bakılsın, ilginç bir adam bu Sultan Galiyev! O dönem için ileri sürdüğü fikirlerin değişikliğiyle ilginç, Rusya Türkleri arasındaki büyük etkisiyle ilginç, mücadele gücünün yüksekliğiyle ilginç, nihayet Türkiye Türklerinin kaderine karışan bazı eylemleri ve çabalarıyla ilginç! O yüzden biraz daha üzerinde oyalanacağız.

Haberiniz var mıydı? Bizim Sivas Kongresi’nde, SSCB Dışişleri Komiserliği gözlemcisi olarak Mahmudov adında Rusyalı bir Türk de bulunuyordu. Gönderten de, kimdi derseniz, Sultan Galiyev’di elbet! 1919 Ağustosu’nda Rusya’daki ‘Jöntürklerle’ ‘İslâmın Kurtuluşu Birliği’ diye bir örgüt kurduran da, daha sonra Mustafa Suphi’yi oralarda sorumlu kılan da, hâttâ Rusların elindeki Türk tutsaklarından iki bin kadarını örgütleyip devrimci bir parti kurmaya iteleyen de, hep o!” (S.255)

“Belçika’daki Mouton Yayınevi’nin ‘Le Souttangaliyevisme’ adlı ilginç incelemesinde, Galiyev’in ve arkadaşı Nur Vahidof’un, Müslüman İşleri Komiserliği’nde, önce Kazan ve çevresinde, daha sonra idil ve Ural çevresinde, nihayet bütün Rusya Müslümanlarını içine alacak boyutta bir Turan Sosyalist Cumhuriyeti için Lenin ve Troçkiy’le anlaştığı, Stalin’le bunun anlaşmasını imzaladığı, fakat beyazlara karşı Kazan’ı savunurken kırılan Müslüman Kızılordusu gücünü yitirdikten sonra, Stalin’in bu anlaşmayı geçerli saymadığı yazılmaktadır. Hesapça, Galiyev’in ‘resmi’ tutumu (ki Mustafa Suphi’nin de bunu uygulamaya çalıştığı görülmektedir) Sovyet iktidarı zayıf iken Bolşevik Partisi’nce onaylanmış, fakat Galiyev ve yandaşları zayıflayınca eleştirilmeye başlanmıştır. Mustafa Suphi’nin Yeni Dünya’da yayımladığı yazılar, Müslüman ‘zahmetkeşleri’ne yayımladığı bildiriler, Galiyev tezlerinden izler taşımaktadır. Daha da ilginci, Anadolu Hareketi’nin güçlendiği sırada, Rusya’da Gaiiyev hareketinin eleştirilmeye başlamış olması, Mustafa Suphi’nin Anadolu’ya geçmek istediği sıralarda, Galiyevciliğin gittikçe bir suçlanma konusu haline gelmesidir.

Belki bu durum, Mustafa Suphi’nin Kemal Paşa’nın koşullarını kabul etmekteki aşırı uysallığını açıklar”. (S.266-67)

“Fakat Galiyev’le Mustafa Kemal arasındaki asıl önemli benzerlik, ikisinin de emperyalizme karşı mücadeleye öncelik vermesi kadar, mazlum milletlerin kurtarılması, bağımsızlığına kavuşturulması konusunda, Rus Bolşeviklerine karşı da aynı tutumda bulunmasıdır. Sultan Galiyev’in önce el üstünde tutulurken, sonra Moskova’da kötü kişi olması, dünyanın bütün mazlum milletlerine tanınan bağımsızlık ve özgürlük hakkından, Sovyetler Birliği sınırları içinde Müslümanların ve Türklerin de yararlanmasını istemesi olmuştur. Başka bir deyişle, Rusya’daki Türk halkının, kendi kaderini kendisinin tayin etmesini istiyor, sosyalizm yapacaksa, kuşkusuz bunu Ruslarla işbirliği halinde, fakat kendi kafasına göre yapmasını arzuluyordu. Mustafa Kemal’in tutumu da bundan farksızdır. Bunun en ilginç belirtilişi, Moskova’ya delege giden Tevfik Rüştü’nün, Kars’ta rastladığı Mustafa Suphi’ye, ‘Biz Ankara komünistiyiz’ demesidir. Zira Tevfik Rüştü yola çıkarken, Mustafa Kemal ona şunları demiştir: ‘Bizi dünya tanımazsa, komünistlerle birlik olur, kurulan yeni dünyada yerimizi alırız. Fakat memlekete yabancı eli sokmayız. Görüşümüzde samimiyiz, bu bir oyun değildir. Ama ne olursak biz oluruz, asla yabancı eli karıştırmayız.’

Demek ki, ‘yabancı eli’ kavramına, ‘Rus Bolşevikleri’ de giriyordu: Hem Galiyev için, hem Mustafa Kemal için.  (S.267-68)”.

‘Şimdilik’ biraz ara verelim mi? “Hazmettikten” sonra devam ederiz…

Yukarıda okuduğunuz bölümlerin çoğu 2010’lu yılların sonunda yazılmış yazılarımızdan alınmıştır, okuyucularımız mutlaka hatırlayacaktır.

Yeterince “hazmedilmediğini” gördüğümüz için tekrar aynı konulara girmekte fayda gördük…

27 Mayıs 2022


[i] https://www.turkishnews.com/tr/content/2022/05/16/ukrayna-savasi-ve-1920-baku-kurultayi-huseyin-mumtaz/

[ii] https://www.turkishnews.com/tr/content/2020/06/10/yuzbasi-selahattin-eski-defterler-11-huseyin-mumtaz/

“Bugün Bakü, yarın Merv, öbür gün Karakurum”. - 230px SultanGaliyev0011

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir