ABDÜLHAMİT GERÇEĞİ
Ortak yol, ortak payda, asgari müşterek nedir bilemiyoruz. Tarihi kişiliklere önyargısız yaklaşmalıyız. Bizse tam tersini yapıyoruz. Ya yerin dibine sokuyor ya da göklere çıkarıyoruz.
Bunlardan bir tarihi kişilikte, Abdülhamit’tir. Sahi kim bu Abdülhamit? “Kızıl Sultan mı, Evliya mı?”
Söz konusu Abdülhamit ise önce “Evliya mı, Kızıl Sultan” mı” sorusunu soruyoruz. İşimize gelen ikisinden birini seçiyoruz. Durmak yok, seçtiğimiz yargıyı destekleyecek bilgiler toplamaya başlıyoruz. Eğer ki bu bilgilerden işimize gelmeyen tarihi gerçekleri varsa bunları, elimizin tersiyle bir kenara itiyoruz. Kendimizi işte böyle kandırıyor, beynimizi işte böyle yanlışlarla dolduruyoruz.
Oysa her madalyonun iki yüzü vardı değil mi? Biz, bize uygun olanı alıp, öbür yüzü hiç görmüyoruz. Sağlıklı mı? Asla!
Türk kamuoyuna mal olmuş bazı tarihi kişiliklerde böyle yaptılar; N. Fazıl Kısakürek ve Nihal Atsız gibi. Asla madalyonun iki yüzünü bizlere göstermediler.
Tarafsız olma gayretiyle, derleyebildiğim kadarıyla Abdülhamit madalyonunun iki yüzü:
Birilerine göre: “Abdülhamit Osmanlıyı yönettiği 33 yıl boyunca üstün bir zekâ, dahice bir siyaset sergilemiş, dünya dengelerini gözeterek bütün Avrupa’yı alt etmiş, işte bu yüzden onun döneminde bir karış toprak kaybedilmemiştir.” Deniyor.
Gerçek ise: “Osmanlı Padişahları içinde en büyük toprak kaybı Abdülhamit döneminde olmuş. İki Türkiye büyüklüğünde toprak kaybedilmiş, Kıbrıs bile onun döneminde İngilizlere verilmiştir.
Birilerine göre: kurduğu: “Yıldız İstihbarat Teşkilatı” ile Avrupa’yı dinlemiş, onlara nefes aldırmamıştır.
Gerçek ise: Saltanatının 33 yılı boyunca tahtını korumak için gösterdiği özeni devleti korumak için göstermemiştir. Kurduğu istihbarat teşkilatı ile Balkanlardaki isyan çetelerini değil İstanbul’daki muhaliflerini fişleyip takip ve sürgün ettirmiştir. Osmanlı Donanmasını da ‘Top namlularını Yıldız Sarayı’na çevirip kendisini tahttan indirirler’ korkusuyla Haliç’e zincirleyip çürütmüştür.”
Birilerine göre: Abdülhamit çok samimi bir Müslümandı, abdestsiz yere basmazdı, hatta kendisinin evliya mertebesinde olduğunu bile rahatlıkla söyleyebiliyorlar. Buhari’yi ezbere bildiğini söylerler”
Bu iddiaya Kur’an açısından bakılırsa: Kuran’a göre Müslümanlığın gerçek ölçüsü; kul hakkı yememektir. Yüce Tanrı’nın af edemeyeceği tek günah, kul hakkıdır. Abdestsiz yere basmayan Abdülhamit, yetim mallarından oluşan hazineyi yağmalamış, bugünün parası ile 90 Milyar Dolar taşınmaz mal, 70 Milyar Dolar nakit servet edinmiştir. Nasıl beğendiniz mi? Yoksa hayretten dudaklarınızı mı yemektesiniz? Biz günümüzde zenginlerin paralarının İsviçre bankalarında olduğunu bilirdik. Gerçeği Damat Şerif Paşa’nın hatıralarından öğreniyoruz, Gök Sultan Abdülhamit’in Osmanlı Bankası’ndaki büyük servetinden başka, Deutsche Bank, Deutsche Orientbank, Swissbank, Kredi Lione gibi yabancı bankalarda da kişisel hatırı sayılır paraları varmış.. Yalnız Deutsche Bank’taki parası 1.080.000(Bir milyon seksen bin) altındır. Sorulmaz mı ey evliya, bu kadar serveti nereden kazandın diye? Ama biz seviyoruz ya, görmeyiz madalyonun diğer yüzünü.
Tahttan indirildikten sonra, bu olanaksız dudak uçuklatan serveti ne oldu diye bir soru haklı olarak akıllara gelir/gelmelidir. Acı ama yadsınamaz gerçek şu ki, Enver ve Mahmut Şevket Paşa’nın emriyle başına silah dayanarak alınan bir vekâletle: servet İstanbul’a getirilir ve ordunun modernleştirilmesinde kullanılır. Yine madalyonun öbür yüzüne bakarsak: Şanlı Çanakkale Savaşı Abdülhamit’in millileştirilen soygun paralarıyla alınan silahlarla kazanılmıştır da diyebiliriz.
Birilerine göre: Abdestsiz yere basmazdı, O bir Kutuptu deniliyor.
Gerçek şu ki; İstanbul’da ilk genelevi, ilk rakı, ilk bira, ilk viski fabrikalarını da kuran kişidir…”
Birilerine göre: Ona “Kızıl Sultan” sanını, bazı ayetlerin anlamı değiştirilen Kur’an’ın basımına izin vermediği, O iyi bir Türkçü idi, İstanbul’daki azınlık okullarına Türkçe eğitim şartını koyduğu için kendisini sevmeyen Yahudilerce ya da Ermenilerce verildiği söylenir.
Gerçek ise: Bu sanı, ona milli şairimiz M. Akif Ersoy vermiştir.
Şimdi gelelim madalyonun iki yüzüne: Evet azınlık okullarına Türkçe eğitim şartı koyduğu tarihi bir gerçektir.
Bir başka tarihi gerçekte, bürokraside, hükümet kademelerinde Ermeniler, Yahudiler, Rumlar her zaman çoğunlukta olmuş. Türkçü Abdülhamit (!) döneminde Türklerin oranı bu kurumlarda % 20’lere bile ulaşamamıştır.
Soralım: Türkçülük bu mudur, Türkçülük böyle mi olur?
Gelelim işin aslına: Tarihe de, tarihi kişiliklere de tarafsız bakmamız gereklidir diye düşünüyorum. Unutmayalım ki her madalyonun iki yüzü vardır. Siz de belki benim bu yazım için, “Siz de bir yüzünün anlatmışsınız” diyebilirsiniz.
Öyleyse araştırmanız gerekecek.
Esen kalınız. Nazım PEKER
Bir yanıt yazın