Atatürk’ün en büyük eseri Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bu yeni ve çağdaş devleti kuran büyük önder, Türk vatanının ve devletinin bağımsızlığına,Türk ulusunun özgürlüğüne dayalı bu genç devletin kurulması savaşımlarını verdikten sonra, ‘ilelebed payidar olacağını’, sonsuza dek yaşayacağına inandığı cumhuriyeti geleceğin genç kuşaklarına emanet etmiştir. Cumhuriyet adını verdiği yeni devletin çağdaş demokratik yönetim temeline oturan toplum yapısını da çağdaş dünya görüşüne göre oluşturmuştur. Bu yapıyı oluşturan çağdaş dünya görüşü olan Türk devriminin korunmasi da bu kuşaklarin görevidir.Atatürk’ün ‘Türk Devrimi’ dediği toplumsal değişme ve oluşmanın değişmez ilkeleri, onun ölümünden sonra ‘Atatürk İlkeleri’ deyimiyle yeni Türkiye’nin yaşama felsefesinin ana kaynağı olmuştur.
Atatürk ilkeleri, Türk devriminin dayandığı temel düşünce ve inançların özüdür. Devrimler, yeni Türkiye’nin ruhu, ilkeler de bu ruhu yaşatan gücün kaynağıdır.Türk ulusunun çağdaşlaşmasının durmadan gelişip süreceği inancını özetleyen Atatürk İlkeleri, sonsuzluğa akıp giden ulus varlığının sonsuz dinamizmidir.
1924 ve 1961 Anayasalarında da açık seçik yerini bulan bu ilkeler, kaderde ve tasada birleşen bireylerinin ortak mutluluğunu amaçlayan ve birbirinden ayrılmaz bir bütün oluşturan bir ulusal inanç olarak yaşayacaktır. Türk ulusu ve gençliği, hergün ileriye doğru gelişen atılımlarında, şaşmaz bir hedef olarak Atatürk İlkeleri doğrultusunda inançla yürüyecektir.
Atatürk İlkelerinin Oluşumu ve Birbirleri ile İlişkisi
Atatürk İlkeleri, tarihsel süreci içinde Türk ulusunun ve toplumsal yapısının gereklerinden çıkmış, çağdaşlaşma gereksinimin yarattığı toplumsal ilkelerdir. Kavram ve sözcük olarak kullanılmaya başlanması, Türk ulusunun yaşam çizgisi sürecinde, toplumsal vicdanın özünde saklı birer inanç olarak olayların doğal gelişimiyle ortaya çıkışından sonradır.
Özgürlükçülük, Cumhuriyetcilik ve Milliyetçilik yeni devletin kurulmasında ulusun özünden kopmuş birer yaşama ve var olma savaşımının temel ilkeleridir. Halkcılık ve Devrimcilik bağımsızlığını kazanmış Türk ulusunun çağdaşlaşma gereksiniminin yaratıcı kaynaklarıdır. Laiklik ve Devletcilik, yeni devletin çağdaş bir kimlik kazanmasının doğal sonucudur. Barışcılık, Gerçekcilik ve Akılcılık, ötekilerin hepsinin itici gücü olmuş, ilkelerin tümünün birbirleriyle kaynaşık bir bütün oluşturmasını sağlamıştır.
Özgürlükçülük ilkesi, Kurtuluş Savaşının iki ana sloganıyla özetlenebilecek olan ‘Ya bağımsızlık, ya ölüm’ ve ‘milli misak (ulusal ant)’ın özünü belirler. Kaynağını Türk ulusunun tarihsel niteliklerinden alan bu ilke, kurtuluş savaşı boyunca ulusal direnişin itici gücünü oluşturmuştur. Ulusal Ant, Atatürk tarafindan kaleme alınıp 28 Ocak 1920’de kabul edilmişti.
Genç Türkiye devletinin demokratik esaslara dayalı ilk yönetim biçimi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi yönetiminin sağlam kurallara bağlanarak çalışmasını öngören ‘Halkçılık Programı’ da 13 Eylül 1920’de yine Atatürk tarafından meclise verilmişti.
Atatürk İlkelerinin tümü, yeni Türkiye’nin atılımlırına kaynak olarak ‘dokuz umde’ adıyla 8 Nisan 1923’te yine Atatürk tarafindan ortaya atılan programın uygulama eylemlerinin adım adım gerçekleştirilmesinde tarihsel süreçlerin doğal sonucu olmuştur.
Bu ilkeleri, bu tarihsel oluşum ve gelişimin ana çizgileri olarak anlamak ve birbirini bütünleyen bir demet halinde incelemek ve açıklamak gerekir. Bu incelememizde ilkelerin ilişkileri ve birbirlerini bütünleyişleri özellikle ön planda tutulacaktır.
Halkçılık
Devrim Tarihimizde üzerinde duyarlıkla titrediğimiz, 1924 ve 1961 anayasalarında yer alan halkcılık ilkesi, Atatürk ilkeleri arasında demokrasi ülküsünün temelini oluşturmaktadır. Bu ilkenin ana özelliği, ülke yönetiminin ve egemenliğin kaynağını halk dediğimiz ulus varlığında bulmaktır. Atatürk’ün daha 1920 yılında meclise sunduğu halkcılık programında halkı temsil eden meclisin ulusal egemenliği hangi yöntemlerle kullanacağını saptayan esaslar, 1937’de anayasamızda devletin temel ilkeleri arasında yer alan halkcılık adıyla yönetimin demokratik kaynağını saptıyordu.
Egemenliği bir zümre ya da bir aileye bağlayan çağdışı biçimlerin yerini alan ve halkın seçimle saptadığı bir meclis aracılığı ile yönetim ve egemenlik haklarını kullanması yönetimi, geniş anlamda ‘halkın, halk tarafindan halk için yönetimi’ halkçılığın özünü oluşturur. Devlet ile yurttaş arasındaki karşılıklı hak ve ödevlerin yerine getirilmesinde düzenleyici kuralları, yasaları yapma yetkisini halk egemenliğinde tanıyan halkçılık ilkesi, başlıca şu özellikleri kapsar:
Yasalar önünde salt bir eşitlik öngören ve hiçbir bireye, hiçbir aileye, hiçbir sınıfa, ayrıcalık tanımayan bireyler halktandir. Bu nitelikleri taşıyan bireylerin yönetimi ellerinde bulundurmaları halkçılığın temel özelliğidir. Bu bakimdan halkçılık:
Ülke yönetiminin demokratikliği,
Herhangi bir birey ve sınıfa ulusun genel hakları dışında ayrıcalık tanımamak,
Sınıf kavgasını kabul etmemek gibi öğelerden oluşur.
Halkcilik ilkesi, ulusal egemenliği geniş halk yığınlarının özgür iradesine bağlarken öteki ilkelerden soyutlanmadan değerlendirilmelidir. Akılcılık, özgürlükçülük, ve uygarlıkcılık ilkeleriyle çakışan bir ilke olarak halkın olumlu bilimin ve çağdaş uygarlığın gereklerine göre eğitilmesi, yurttaşlık bilincinin eğitim yolu ile aydınlatılması halkcılığın temel yöntemidir. Türk toplumunun sosyal, kültürel ve ekonomik kalkınmasının temelini oluşturan eğitim kalkınması milliyetçilik ilkesinin de ana ereğidir. Bu bakımdan eğitim yoluyla aydınlatılmış halk, ulusal egemenliğin güçlenmesi ve demokrasimizin yaşamasında halkcılık ile milliyetçilik ilkelerinin aydınlığında tek ve gerçek güvencedir.
Devletçilik
Anayasamızda da yer alan devletçilik ilkesi, tüm ülkelerin ortak amacı olan toplumun esenlik ve mutluluğunu sağlayıcı toplumsal, ekonomik ve kültürel kalkınmada devletin üstlenmesi gereken görevleri saptayan bir yöntemdir. Genel çizgileri ile özel girişimin yetki ve gücü dışında kalan ekonomik kalkınma ve örgütlenmeyi devlet eliyle ve aracları ile gerçekleştirmek ilkesidir.
Anayasamızın devletin görev ve sorumluluğuna bıraktığı, yerine getirmekle yükümlü olduğu bellibaşlı görevleri saptayan maddeleri, devletin, ulusun bireylerinin ve tümünün esenlik ve mutluluğu ile ülkenin güvenlik ve bağımsızlığının korunması esaslarını kapsar.
Genel olarak her devletin temel iki ödevi vardir:
Ülke içinde güvenliği ve adaleti kurmak ve sürdürmek, bu suretle yurttaşların her çesit özgürlüklerini dokunulmazlık altında bulundurmak,
Dış siyasal ve öteki uluslarla ilişkileri iyi yöneterek, ülkede her çeşit savunma güçlerini, her an hazır tutarak ulusun bağımsızlığını güvence altında tutmak ve bu uğurda başka çare kalmazsa, silahla savunmaktır.
Denebilir ki devletin oluşturulmasında amaç bu iki temel ödevin yerine getirilmesini sağlamaktır. Çünkü bu ödevlerin yurttaşların birey olarak yapmaya güçlerinin yetmeyeceği işlerdir.
Bunlardan başka devletin ilgilendiği bellibaşlı işler, bayındırlık, eğitim, kültür, sağlık ve sosyal yardım, tarım, ticaret ve sanayiye ilişkin ekonomik etkinliklerdir.
Tarımla, tecimle, sanayi ile ekonomik işlere devletin girmemesi, bireylere bırakması gerektiği görüşünde bulunan kurama ‘bireycilik’ derler. Ulusun genel ve ortak çıkarlarına ait, siyasal ve düşünsel işlerde olduğu gibi her türlü ekonomik işlerin de bireylere bırakılmayıp devlet tarafından yapılmasının daha uygun olacağını savunan kurama da ‘devletcilik’ denir.
Devletin temel iki ödevinin yanında ekonomik amaçlı ödevler, doğrudan doğruya devletin zorunlu görevlerinden görünmemekle birlikte, ana görevlerinin yerine getirilmesinde etkindirler. Vatandaşın güvenliğini ve esenliğini her şeyin başında düşünmek ve sağlamakla yükümlü olan devletin, ana görevlerinin yerine getirilmesinde son derece etkili ekonomik amaçlı ödevleri de bireylere ya da ortaklıklara tümüyle bırakabilmek için, bu işlerin devletin el koymasına ve yardımına gerek kalmadan yürütüleceğine, devletin temel ödevlerini yerine getirmekte güçlükler yaratmayacağına güvenmesi gerekir.
Bu gibi işlerde, bireylerin kurmaya olanak bulamayacakları geniş ve güçlü örgütler gerekebilir. Ya da bu gibi işlerde yeterince çıkar elde edemeyecekleri için, o işlerden vazgeçerler. Oysa ki o işler, ulusça yaşamsal bir önem taşıyabilir. İşte devlet onu yapmak zorunda bulunur.
Devletin, bireye göre amacı çok farklı bir özellik taşır. O, toplumun ortak çıkarını ve ilerlemesini düşünür. Bireyleri, özel çıkar hırsından ne ölçüde uzaklaştırmak olanaklıdır, düşünülmeye değer.
Anayasamızda da yer alan bu ilkenin, özellikle halkçılık ilkesini bütünleyici, halkçılık ilkesinin gerçekleşmesini sağlayacak bir yöntem olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Bu ilke, yüzyıllar boyu sağlanmış teknik gelişmeleri, sanayii kısa sürede yurtta sağlamayı istemekte, ona çalışmakla birlikte, bunları başarmış ülkelerin, yaptıkları büyük yanlışlıklara, içine düştükleri büyük zorluklara ve çelişkilere uğramamak için ortaya konmuş ve Atatürk tarafindan gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Atatürk ilkeleri arasında özel bir yer tutan devletcilik, ulus birliğini, ulus bütünlüğünü sınıflara parçalamamak; bu sınıflar arasında ulus varlığını sarsan, yıpratan çatışmalara, karşıtlıklara düşmemek amacına yöneliktir.
Devletcilik ilkesi, devlet ile bireyin etkinlik alanlarını saptarken özel ve bireysel ekonomik girişim ve etkinliklere set çeken, onları yok eden bir yöntem değil, ilke olarak devleti bireyin yerine koymamak, fakat bireyin gelişmesi için genel koşulları hazırlamak ve bireyin kişisel etkinliğini ekonomik ilerlemenin ana kaynağı olarak görmek anlayışıdır.
Kurtuluş Savaşımız, ‘birlik ve dayanışma’ ile anamalcılığın sömürgeciliğine karşı kazanılmıştı. Genç Türkiye Cumhuriyeti de bu birlik ve dayanışmayı toplumun gelişmesi atılımlarında gerçekleştirmek zorundadır. Nasıl, cumhuriyet yönetiminin kuruluş başlangıcında sömürücü, anamalcı ve işçi sınıfları yoksa, çağdaş uygarlık yolundaki gelişmelerde de sınıf karşıtlıklarına, çatışmalarına düşmeden toplum yapısında ekonomik ve kültürel dengeler sağlamak da devletciliğin amaçları arasındadır. Devletciliğin bu anlamda uygulanışı, çağımıza ve geleceğe uygun özgün bir girişimdir. Atatürk devletciliği, Türk ulusu için olduğu kadar, onun durumunda olan egemenlikleri, özgürlükleri için savaşan, anamalcı ülkelerin sömürülerinden kurtulmak çabasında olan uluslar için de toplumsal bir koşul, bir gerekirciliktir.
Devletcilik ilkesi, doğumu, denemesi, uygulanması ile ulusal; amacı ve geleceği ile evrenseldir.
Cumhuriyetçilik
Atatürk devriminde cumhuriyetcilik, ana ilke ve esas değerdir. Anayasalarımızda öteki Atatürk ilkelerinin yer alışında diziliş sırasında en baştadır. Öyle ki anayasamızda değiştirilmesi önerilemez maddelerin en başında gelir. Kısacası bu ilke anayasanin bağımsız ana maddesidir.Cumhuriyetcilik ilkesi, böylece devletin biçimini belirleyerek devlet düzen ve yönetiminde kişisellik ve keyfiliğin egemen olmasını önleyen en sağlam güvencedir.
Ulusal Kurtuluş Savaşı, başlangıcından ölümüne değin Atatürk, halk yönetimini, devleti halkın yönetmesini, yönetimin halkın eline geçmesini, devletin bir halk devleti haline gelmesini savunmuştur. Bu bakımdan Cumhuriyetcilik ilkesi, halkçılık ilkesiyle birleşir ve ‘Egemenlik Ulusundur’ özdeyişinde en özlü anlatımını bulur.
Egemenliğin ulus tarafindan kullanılmaya başlandığı 23 Nisan 1920 gününden itibaren özgürlük ve bağımsızlık savaşlarını kazanan Türk ulusu, kendi yönetim biçimini belirlemiş, bu yönetim biçimi aynı zamanda ulus şeref ve onurunu kurtarmak için en güçlü araç olmuştur. Cumhuriyet yönetimi daha o günden seçmiş olan Türk ulusuna seslenen büyük önder şu tümcelerle cumhuriyetin bağımsızlığın ayrılmaz parçası olduğunu vurgulamıştır:’ Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımlardan uyanmanın ve bu sevgili vatanın her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu Türk gençliğinin korumasına bırakıyorum.’
‘Ey Türk Gençliği: Birinci ödevin Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza değin korumak ve savunmaktır.’
Bu sözleri ruhuna ve varlığına perçinlemiş olan Türk ulusu, cumhuriyeti dünya durdukça korumaya and içmiçtir. Cumhuriyetcilik, öteki Atatürk ilkeleriyle birlikte uğrunda ölümü göze alma inancıdır. Çünkü, demokrasinin eşanlamlısı olan Cumhuriyet, ulus egemenliğini en iyi simgeleyen, en yüksek, dolayısıyla Türk ulusuna en layık ve onun yüce ruhuna en uygun bir devlet yönetimi biçimidir.
Milliyetçilik
Atatürk İlkeleri arasında son derece önemli bir ilke olan milliyetcilik, akılcılık, gerçekcilik, barışçılık ve cumhuriyetcilik ilkeleriyle bütünleşen ve bu ilkelerle çelişen yorumlara kapalı bir ilkedir.Milliyetcilik ilkesi, ulusal savaşımın çıkış noktasını oluşturmuş ve tüm tutsak ulusların kurtuluş hareketlerine ışık tutmustur.
Atatürk’ün türlü demeç ve söylevlerinde açıklık kazanmış olan bu ilke, Fransız devriminden sonra dünyaya yayılan özgürlük düşüncesinin tarihsel gelişimi içinde her ulusun kendi kaderini çizme inancının doğal bir sonucu olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğunun çöküş döneminde, ulusallık niteliğini yitirmekte olan dilimizin sadeleştirilmesi ve dünyaya yayılmış Türk toplumlarının araştırılıp incelenmesi hareketlerinin ortak adı olarak Türkçülük akımı biçiminde belirmiştir. Zaman zaman bütün Türk toplumlarını birleştirmeyi amaçlayan Turancılık, zaman zaman da İslam Birliği kurmak gibi bir amaca yönelik İslamcılık akımlarıyla karıştırılmaya başlanmıştı.
Bugün anayasamızda da yer alan milliyetcilik kavramı bir ilke olarak, Türk ulusunun egemenliğini kendi iradesine aldığı süreç içinde gerçek anlamını kazanmıştır. Akılcı, gerçekci, barıçı ve cumhuriyetci bir nitelik aldıktan sonra Atatürk tarafindan ‘Türk Milliyetciliği’ deyimiyle bütün açıklık ve kapsamını, gerçek anlam ve kılavuzluğunu bulmuştur. Bugün Atatürk ilkeleri arasında yer alan milliyetcilik, çagdaş anlamıyla siyasal, ekonomik ve kültürel bir devlet sistemi olmuştur.
Milliyetcilik ilkesine göre, Türk ulusu büyük insanlük ailesinin yüksek onurlu bir üyesidir. Bu bakımdan bütün insanlığı sever; ulusal onur ve çıkarlarına dokunulmadıkça başka uluslara karşı düşmanlık beslemez ve aşılamaz.
Milliyetcilik ilkesi, bütün çağdaş uluslarla uyum içinde yaşamakla birlikte, Türk toplumsal varlığının özel karakterini ve başlıbaşına bağımsız kimliğini saklı tutmayı esas sayar. Bu bakımdan kendi özüne aykırı akımların ülkeye girmesini ve yayılmasını istemez.
Atatürk milliyetciliği, gerek bağımsız, gerek başka devletlerin uyruğu olarak yaşayan bütün Türkleri, hangi dinden olurlarsa olsunlar derin bir kardeşlik duygusuyla candan sevmek ve onların refah ve gelişmesini candan dilemekle birlikte, siyasal sınır olarak Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını tanır.
Milliyetcilik ilkesine göre, Türkiye Cumhuriyeti içinde, Türk dili ile konuşan, Türk kültürü ile yetişen, Türk ulusunun her yönden yükselmesi düşüncesini benimseyen her birey, hangi dinden olursa olsun Türk’tür.
Milliyetcilik ilkesini, ulusal bilincimize Kurtuluş Savaşı ile perçinleyen güç, Türk toplumunu birbirine bağlayan en yüce bağın ulusçu bağ olduğu inancıdır. Bu ulusçu bağın en özlü deyişi ‘Ulusal Birlik Duygusu’dur.
Milliyetcilik ilkesi özet olarak: ‘Türk ulusunun yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan gelen zekasını, bilime bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, ulusal birlik duygusunu aralıksız olarak ve her türlü araç ve önlemlerle besleyerek geliştirmek’tir.
Milliyetcilik ilkesi, Türk ulusunun ‘bütün bireylerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak bir bütün halinde ulusal bilinç ve ülküler çevresinde toplamak’ inancıdır.
Devrimcilik
Devrimcilik ilkesi, Atatürk ilkeleri arasında devingenlik, eylem ve atılım kavramlarını içlem ve kaplamına almış tek ilkedir.Atatürk, Büyük Söylevinin sonunda: ‘Bu açıklamalarımla ulusal yaşamı sona ermiş varsayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını ve bilim ve tekniğin en son esaslarına dayalı ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım,’ diye değindiği çağdaş devlet kavramıyla devrimcilik ilkesinin şaşmaz işaretini veriyordu.
Çağdaş devleti kuran bir ulusun çağdışı niteliklerden kurtulması gerekirdi. İşte, Türk ulusunun, çağdışı niteliklerden kurtulmak, çağdaşlaşmak için giriştiği atılımların tümü devrimcilik ilkesinin kapsamı içine girer.
Devrim, sözcüğünün şu ya da bu anlama geldiğini tartışmanın devrimcilik kavramının anlamını değiştirmeye bir yararı yoktur. Devrimcilik Atatürk’ün Türk ulusunu çağdaşlaştırmak için giriştiği eylemlerin tümünün, tek ve değişmez amacıdır.
‘Türk ulusunu son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak, yerlerine ulusun en yüksek uygarlık gereklerine göre ilerlemesini sağlayacak yeni kurumları koymuş olmaktır’ tümcesiyle tanımlamış olduğu devrim atılımlarını gerçekleştiren Atatürk, ‘ulusu ve toplumsal ortamı hazırlamak’ yöntemini uygulamıştır.
Devrimcilik, bu ana yönteme uyarak, yalnızca çağdışı kurumları yıkmak yerine, çağdaşlarını kurmakla yetinmemek, ulusu çağdaşlaşmanın gerektirdiği yeni kurumlara bilimin ve uygarlığın kılavuzluğunda çağdaş değerlere kavuşturmaktır. Bu bakımdan devrimciliği dar anlamda yıkıp yapmak sınırları içinde düşünmek, onun biçimsel yönünü görmekten ileri gitmeyen bir dar görüşlülüktür.
Devrimcilik devrime konu olan eylemlerin türüne, niteliğine göre bir atılım süreci saptamaktır. Atatürk bu süreci saptamakta eşsiz bir başarı göstermiştir.
Devrimcilik, Atatürk ilkelerinin hemen hemen tümüyle birleşir. Bütün ilkelerin ya neden, ya da sonuç olarak devrimcilikle sımsıkı bir ilintisi vardır. Bu bakımdan devrimcilik, Atatürk ilkelerinin tümünü gerçekleştirmeye, korumaya ve yaşatmaya kesin kararlılıktır.
Devrimcilik gerçek anlamıyla ‘Türkiye Cumhuriyeti halkını bütünüyle çağcıl ve bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplumsal kurul (heyeti içtimaiye) durumuna vardırmaktır.’ Devrimcilik, devrim atılımlarını yalnızca biçimsel yanıyla döndürüp yüce anlam ve amacını yitirenlerle savaşmaktır. Devrimcilik, ulusun ve ülkenin yücelmesi için sürekli çaba göstermektir. Çünkü ‘devrimler başlar, ama devrimin bitişi diye bir şey yoktur. Başlamak ve bitmemek gerek doğada, gerek toplumda devrimin, evrimle benzer olan ortak yasasıdır.’
Laiklik
Atatürk ilkeleri arasında devrimcilik, cumhuriyetcilik ve uygarlıkcılık ilkeleri ile sımsıkı ilişkili olan laiklik ilkesi, yaygın anlatımıyla din ile dünya, din ile devlet işlerinin ayrılmasını öngören akılcı bir yöntemdir.
Laiklik, geniş anlamıyla çağdaşlaşmanın doğal bir sonucudur. Din, bireylerin dilediği inancı taşımasıdır. Nasıl bireyleri belli bir inanca zorlamak insan haklarına aykırı ise, devleti de belli bir inancin buyruğu altına sokmak çağdaş devlet anlayışına aykırıdır.
Devlet yönetiminin dinsel kural ve kurumlardan ayrılması, çağdaş Türk toplumunun yüzyıllardır beklediği bir devrim atılımıdır. Yalnızca, basımevinin ülkeye girmesine engel olup üç yüz yıl geciktiren dinsel otoritenin, Türk ulusunun çağdışı kalşındaki olumsuz etkisi bile, din ile devlet işlerinin ayrılması için yeter ve gerek bir koşuldur.
Laiklik ilkesi, kimi gerici çevrelerin yorumladıkları gibi, dinsizlik anlamında düşünülmemelidir. Tersine her yurttaşı din ve inancında özgür bırakan temiz ruhlu halkımızı, özellikle köylümüzü, kutsal din duygusunu sömürerek çıkar sağlayan güçlerin baskısından kurtaran laiklik ilkesi, toplumdaki mezhep farklılığından ileri gelen karşıtlık ve çatışmaları da önleyen en etkili ve olumlu bir yöntem oldu.
Laiklik, devlet yönetiminde bütün yasaların, kuralların ve yöntemlerin, bilimsel ve teknik bulgularla çağdaş uygarlığın sağladığı verilere ve dünya gereksinmelerine göre yapılması ve uygulanması ilkesidir.
T.C KEPSUT KAYMAKAMLIĞI / TURKISHFORUM – ABDULLAH TÜRER YENER