Prof. Dr. Hakkı Keskin, Siyaset Bilimci
Almanya Parlamentosu ve Avrupa Parlamenterler Meclisi Eski Üyesi
www.keskin.de – [email protected] Tel.: 0537 648 23 35
28 Nisan 2022
Demokratik Laik Sosyal Hukuk Devleti ve Kalkınmış Çağdaş Bir Türkiye İçin Öneriler
Türkiye`de Genel Durum Değerlendirmesi
Yaşayarak görüyoruz. Dünyada benzeri olmayan bir kişinin, ülke için tüm önemli kararları alabildiği ucube “Başkanlık Sistemi”, Türkiye`yi her alanda çok ağır siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunlar yumağına dönüştürmüştür.
Öncelikle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının değişmez ilkelerine dayanan, “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” anlayışından tamamen uzaklaşılmıştır. Yargı bağımsızlığı, insan haklarına saygı, basın ve düşünce özgürlüğü, büyük ölçüde yok olma aşamasına getirilmiştir.
Türkiye için Atatürk`ün dış politikada temel ilke olarak belirlediği “yurtta barış, dünyada barış” ilkesi ve tüm komşu ülkelerle dostane ilişkiler terk edilmiştir. Ülke yararına hiçbir haklı gerekçesi olmaksızın Suriye ile savaş ortamına girilirken, İhvancı bir anlayışla Mısır, birçok Arap ülkesi ve İsrail ile daha önce var olan dostane ilişkiler kopma noktasına getirilmiştir. Terk edilen Kopenhag Kriterleri nedeniyle de Avrupa Birliği ile tam üyeliği öngören hedeften tamamen uzaklaşılmıştır.
Dünyada ve özellikle de İslam ülkelerinde örnek ülke olarak gösterilen, laik Türkiye Cumhuriyeti`nin saygınlığı, bu politikalar sonucu büyük ölçüde kayba uğratılmıştır.
İşsizlik, enflasyon, Türk lirasının değer kaybı, dış borçlanma, gelir dağılımındaki sosyal adaletsizlik, halktan toplanan vergilerin ve devlet kaynaklarının denetimsiz ve keyfi kurallara göre belli kesimlere aktarılması, Türkiye Cumhuriyeti`nin yüz yıla yaklaşan tarihinde, hiçbir hükümet döneminde yaşanmamıştır. Halkın yarısına yakın kesimi büyük bir geçim sıkıntısına sokulmuştur.
“Yolsuzlukla, yasaklarla, yoksullukla mücadele edeceklerini” söyleyerek 20 yıl önce iktidar olan AKP, Türkiye`yi, bu söylemlerinin tam aksine, görülmemiş bir yolsuzluğun, yoksulluğun ve yasakların en acımasızca yaşandığı bir ülke yapmıştır.
Kısaca özetlenen bu genel durum, tek kişi otoritesine dayanan “Cumhurbaşkanlığı Sisteminin” ve ülkeyi 20 yıldır yöneten AKP`nin, tüm bilimsel deneyimlerden uzak ve tamamen yanlış politikalarının sonucudur. Muhalefet partilerinden ve bilim insanlarından gelen tüm uyarılara karşın yanlışlarını göremeyen, görmemekte direnen Erdoğan ve partisinin bu politikalarına, Türk halkının artık tahammülü kalmamıştır. Bu otoriter, demokratik kontrol ve denetimden uzak yönetimin ivedi olarak sonlandırılması, büyük bir yurtseverlik görevi olmuştur.
Bu sorunlara ivedi çözüm getirecek “çağdaş, hızla kalkınan, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti” için, tüm muhalefet partilerine ve toplumsal kuruluşlara büyük sorumluluk düşmektedir!
6 muhalefet partisi liderinin, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” mutabakatı, bunun ilk önemli adımıdır. İvedi çözüm bekleyen yukarıdaki sorunlar yumağının, sen-ben davası güdülmeden tüm muhalefet partileri ve tarafından ele alınması ve somut önerilerle halkın desteğine sunulması gerekmektedir.
6 Siyasi Parti, Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme ilişkin yapılan çalışmada olduğu gibi, parti temsilcilerinden oluşacak yetkililerin önümüzdeki seçim sonrası, öncelikle enflasyon, işsizlik, yoksulluk, Türk parasının değer kaybı olmak üzere, aşağıdaki listede belirtilen sorunların hangi önlemlerle nasıl çözüleceğinin, ortak ilkeler olarak açıklanması ve seçmenlere sözlü ve hazırlanacak broşürlerle tek tek anlatılması ve açıklanması gerekmektedir.
Bu konularda diğer Muhalefet Partilerinin, Sendikaların ve Sivil Toplum Kuruluşlarının da görüşlerini ortaya koymaları ve muhalefeti oluşturan tüm güçlerin asgari müştereklere ilişkin görüş alışverişinde bulunmaları son derece yararlı olacaktır. Bu asgari müştereklerde uzlaşma kültürü, her siyasi partinin seçmenlerine bu asgari müştereklerin yanı sıra, kendi siyası görüşlerini açıklaması da son derece normal karşılanmalıdır.
Ancak burada kısaca özetlenen son derece önemli sorunların çözümünde, demokrasi, hukuk devleti, bağımsız yargı, basın, fikir özgürlüğü ve insan haklarına saygılı siyasi partilerin, bu temel ilkelere dayalı asgari müştereklerde anlaşmaları, vazgeçilemez bir yurtseverlik görevidir.
Bu amaçla, Türkiye`deki tüm sorunların kaynağı olan tek kişiye dayalı otoriter yönetimin ivedi olarak sonlandırılabilmesi için, asgari müştereklerde nelerin yapılmasına ilişkin önerilerimi, çok kısa olarak tüm muhalefet partilerine ve kamuoyuna iletmeyi görev bilmekteyim.
- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının, Cumhuriyetin niteliklerini belirten ve değiştirilemez olan 2. maddesinin muhalefetteki partilerin hiçbiri tarafından asla tartışma konusu yapılmaması gerekmektedir.
Bu maddede, özellikle laiklik konusunda bazı siyasi partilerin çekinceleri olduğu söyleniyor. Oysa laiklik, Türkiye`deki farklı dini inanç anlayışlarını bir arada tutan, Türkiye`nin çimentosu olarak çok önemli bir görevi yerine getirmektedir.
Laiklik; din anlayışının, devletin, hukukun, eğitimin ve siyasetin çalışma alanlarına müdahale etmemesi ve bu alanların siyasi çıkarlar için bir araç olarak kullanılmasının önlenmesini güvence altına alan yasal ilkedir. Laiklik aynı zamanda, kişilerin dini inanç ve ibadet özgürlüğünün devlet tarafından güvence altına alınmasıdır.
Dünyada nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan 50 kadar İslam ülkesi bulunuyor. Din anlayışına göre yönetilen bu ülkelerin neredeyse hiçbirinde, gerçek anlamda demokrasinin ve hukukun geçerli olmayışı, bu ülkelerde laiklik ilkesinin anayasalarında bulunmayışından ve de uygulanmayışından kaynaklanmaktadır. Anayasal düzeninde laiklik ilkesi olan Türkiye, bu nedenle tüm bu ülkelerin halkları tarafından imrenilen örnek bir ülke olarak gösterilmektedir
AKP`nin ve başkanı Erdoğan’ın dini ne denli istismar ettiğine, her cuma namazından sonra cami çıkışında basına yaptığı siyasi içerikli açıklamalar ve dine dayalı söylemleriyle tanık oluyoruz. Dinin, siyasi amaçlar için istismarının önlenebilmesi, laiklik ilkesine yeniden bağlı kalınmasıyla sağlanmalıdır.
- 6 muhalefet partisi liderinin, önemli bir hazırlık sürecinden sonra “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” mutabakatı, siyasi yetkinin bir kişiden alınarak yeniden Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi’ne verilmesini öngören bu anlaşma, demokrasinin çok önemli ve vazgeçilemez bir ilkesidir. Demokrasilerde en yetkili kurumlar, halkın özgür iradesiyle seçtiği parlamentolardır. Unutulmamalıdır ki Ulusal Kurtuluş Savaşı’mıza ilişkin kararların bile alındığı kurum ve yer, belki de dünyada bir ilk olarak TBMM olmuştur.
- Türkiye Cumhuriyeti dış politikası, yeniden “yurtta barış, dünyada barışa” dayalı ve öncelikle de tüm komşu ülkelerle iyi komşuluk ve dostluk kurmayı gerektirmektedir. Bunun gereği olarak da öncelikle Suriye ile, bu ülkenin içişlerine karışılmayacağı ve yeniden iki dost ülke ilişkilerine dönüleceği, ikili görüşmelerle sağlanmalıdır. Bu bağlamda Türkiye`de bulunan Suriyeli sığınmacıların kendi ülkelerine dönmeleri için ivedi görüşmelerin yapılacağı ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayanların Suriye`ye dönmeleri için gerekli siyasi önlemlerin alınacağı ortak politika olarak deklere edilmelidir.
AKP tarafından izlenen İhvancı politika nedeniyle ilişiklerimizin bozulduğu Mısır ve diğer bazı Arap ülkeleriyle ilişkilerin, yeniden iyi komşuluk, dostluk ilişkilerine dönüştürüleceği ilke kararı olarak açıklanmalıdır. İran, Rusya gibi komşu devletlerle ve Ukrayna ile ilişkilerin kararlılıkla sürdürüleceği belirtilmelidir.
AKP tarafından göz ardı edilen ve Yunanistan`a ait olmadığı halde Yunanistan tarafından silahlandırılan Ege kıyımızdaki adalar ile Doğu Akdeniz’deki Kıta Sahanlığı ve Mavi Vatan sorunu, önemle ele alınması gereken dış politika alanındaki en önemli görevimiz olmalıdır.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti`nin, bağımsız ülke olarak tanınması ve Güney Kıbrıs ile eşit haklara sahip Avrupa Birliği üyesi olması yönünde kararlı bir politika izlenerek, buna ilişkin siyasi adımlar atılmalıdır.
- Türkiye`de hızla demokrasi, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, insan hak ve özgürlüklerine saygı, basın ve düşünce özgürlüğünün yeniden güvence altına alınıp Kopenhag Kriterleri yerine getirilerek Avrupa Birliği ile tam üyelik görüşmelerinin kararlılıkla sürdürüleceği açıklanmalıdır.
- Türk halkının en acil çözüm bekleyen sorunlarının başında gelen aşırı enflasyonun, büyük işsizliğin ve sosyal adaletteki aşırı dengesizliğin, alınacak ekonomik ve sosyal kararlarla en kısa sürede giderilmesi, en önemli görevimizdir. Halkın çok büyük kesimini yakından ilgilendiren ve ivedi çözüm bekleyen bu önemli sorunların hangi somut kararlarla ve adımlarla nasıl çözüleceği, gerekli önlemler paketi olarak halka ortak karar olarak ayrıntılı şekilde anlatılmalıdır.
- Türkiye`nin izleyeceği tarım politikasıyla, 2000`li yıllar başındaki gibi, halkının yiyecek ihtiyaçlarını yerli üretimle karşılayan ülkelerden biri olacağı ve bu amaçla tarım politikasına büyük önem verileceği, bu yönde çiftçilerin devletten gerekli desteği zamanında alacağı ve dış rekabete karşı korunacağı açıklanmalıdır. Yerli tarım üretimiyle, tarımdaki dışa bağımlılık ivedi olarak en aza indirilmelidir. Bilinmelidir ki Avrupa Birliği, çiftçisine her yıl 50 milyar avro vererek ve tarım politikasını büyük ölçüde destekleyerek, onu dıştan gelecek rekabete karşı korumaktadır.
- Türkiye sanayi üretiminin yüzde 70`lere varan ölçüde ithalata (montaj sanayisine) bağımlı olması, yanlış tarım politikalarının sonucu birçok tarım ürününün de ithal edilmesi, dış ticaretteki ihracat-ithalat dengesizliğinin ve dış borçlanmanın nedenidir. Türkiye sanayisi ve tarımının dışa bağımlılığı, alınacak yapısal önlemlerle ivedi olarak giderilmelidir. Böylece Türkiye`nin dış ticaret açığı en aza indirilecek ve dış borçlanmaya belki de gerek kalmayacaktır.
- Türkiye enerji politikası bakımından çok büyük ölçüde dışa, özellikle de Rusya`ya bağımlı durumdadır. Türkiye, yenilenebilir enerji kaynakları bakımından çok zengin bir ülkedir. Yenilenebilir enerji kaynaklarının en önemlisi de güneş enerjisidir. Türkiye, büyük bir kararlılıkla başta güneş ve rüzgâr enerjisinden büyük ölçüde yararlanarak dışa bağımlılığını en aza indirmelidir. Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan ve İran`dan da gerekli oranda petrol ve gaz ithal edilerek Rusya`ya olan aşırı enerji bağımlılığı en aza indirgenmelidir.
- Türkiye’nin sanayi, tarım, enerji, eğitim, turizm, çevrenin korunmasına ilişkin kısa, orta ve uzun süreli politikalarını yıllık, beş yıllık ve 15 yıllık kalkınma planlarına göre düzenlemesi büyük önem taşımaktadır. Bu amaçla 60`lı yıllarda kurulmuş olan ve bu alanda önemli görevleri yerine getirmiş olan, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), tam teşekküllü bir kurum olarak yeniden oluşturulmalıdır. Bu denli önemli bir kurumun AKP tarafından kapatılması, plansız, programsız, kontrolsüz ve keyfi politikaların Türkiye`yi günümüzde nasıl bir çıkmaza sürüklediği açıkça görülmektedir.
- AKP iktidarı tarafından ihale yasaları göz ardı edilerek ve yapılan ihaleler yoluyla beş firmaya özel imtiyazlar verilerek, yapılan yol, köprü, alt geçit, hava alanı ve devlet hasta haneleri nedeniyle, Türkiye döviz olarak uzun yıllar ödemeleri yapılacak büyük bir yükümlülüğün altına sokulmuştur. Üstelik bu yükümlülüklerdeki herhangi bir uyuşmazlık durumunda, mahkeme yetkisi İngiltere’deki yargıya verilmiştir. Bu yönde yapılan ihaleler ve anlaşmalar ayrıntılı olarak incelenerek, yasal yollardan gerekli düzenlemelere gidilecektir.
- AKP`nin Milli Eğitim politikası, 8 bakan değişikliğiyle ve her yeni bakanın farklı bir eğitim politikası izlemesiyle yaz-boz tahtasına dönüşerek, tam anlamıyla çıkmaza sürüklenmiştir. Devlet okulları eğitim sistemi büyük ölçüde ihmal edilerek, mecburi eğitim sistemi paralı özel okullarla yapılır duruma getirilmiştir. Kimi kentlerde profesörü veya doçenti bile bulunmayan göstermelik üniversiteler açılarak üniversite eğitim ve öğretimi, bilimsel araştırmalardan tamamen uzaklaştırılmıştır.
İlk orta ve yükseköğrenimdeki bu yanlış uygulamalar ivedi olarak giderilmeli ve özellikle devlet okullarındaki eğitim kalitesi artırılarak, isteyen her vatandaşın çocuğunu parasız olan bu okullara göndermesi sağlanmalıdır.
Üniversitelerde rektörlerinin seçiminin cumhurbaşkanı atamasıyla yapılmasına son verilerek, rektörler ve yönetim kurulları, üniversitelerin kendi öğretim üyeleri ve belli oranda da kendi öğrenci temsilcilerinin katılımıyla demokratik kurallara göre belirlenmelidir.
- Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, siyasi otoriteden tam bağımsız bir kurum olarak asli görevi olan para ve döviz politikasına ilişkin alanlarda çalışacaktır. Bunlar; fiyat istikrarını sağlayarak enflasyonu kontrol altında tutmak, döviz kuru sistemini belirlemek, Türkiye`nin altın ve döviz rezervlerini yönetmek, devlet adına piyasaya para sürmektir. Merkez Bankası başkanının, Cumhurbaşkanı tarafından talimatla iş yapması ve keyfi uygulamalarla görevinden uzaklaştırılması kesinlikle son bulmalıdır
- Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), tüm ekonomik gelişmelere ilişkin istatistik bilgileri ve Türkiye`deki fiyat artışlarını, tam bağımsız bir kurum olarak gerçeklere uygun şekilde kamuoyuna sunmalıdır. TÜİK bilgileri, AKP dönemi öncesinde olduğu gibi, inanılan ve güvenilen veriler olarak herkes tarafından kullanılır duruma gelmelidir.
- Tüm demokratik ülkelerde çalışanların ekonomik ve sosyal haklarını savunmak ve güvence altına almak amacıyla kurulan sendikalar vardır. Sendikalar ve işyeri işçi temsilciliklerinin, çalışanların haklarının sağlanması amacıyla sözleşmeler, grevler ve protesto gösterileri yapabilmeleri, anayasal hak olarak, anayasamızda bulunmaktadır. Ancak AKP iktidarı bu hakların özgürce kullanılabilmesini büyük ölçüde engellemiştir. Bu nedenle de yüksek enflasyon altında ezilen çalışanlar, hak ettikleri ücret artışlarını alamayarak giderek yoksullaşmışlardır.
Yeni hükümet, tüm çalışanların haklarının sağlanmasında, sendikaları ve işyeri işçi temsilciliklerini, demokratik hukuk devletinin vazgeçilemez örgütleri olarak görüp, bunların bu amaçla grev ve benzeri direnişler göstermelerini, yasal bir hak olarak tanımalı ve güvence altına almalıdır.
- Türkiye, artan düzeyde kadın cinayetlerinin işlendiği ülke olmuştur. Alınacak önlemlerle ülkemiz bu büyük ayıptan kurtarılmalıdır. Yeni hükümetin göreve gelmesiyle de kadın hakları korunarak kadın cinayetlerine karşı gerekli önlemleri öngören İstanbul Anlaşması yeniden uygulamaya konmalıdır. Türkiye`nin, adı İstanbul Anlaşması olan bu uluslararası anlaşmadan, Cumhurbaşkanı Erdoğan`ın keyfi kararıyla çıkması ayıbı da giderilmelidir.
- Ormanlar, ülkemizin önemli ve çok yönlü yarar sağlayan kaynağıdır. Öncelikle orman yangınlarının önlenmesi için derhal gerekli yangın söndürme uçak ve araçları sağlanarak, Türkiye`nin farklı ormanlık bölgelerinde hazır duruma getirilmelidir. Ormanların spekülatif amaçlarla imara açılması ve ormanlara orantısız büyük zarar verecek maden arama işlemleri, yeni yasal düzenlemelerle önlenmelidir.
- AKP hükümetleri, tüm siyasi partilere yayın politikasında tarafsız davranması ve eşit ölçüde yer vermesi gereken TRT`yi, tamamen kendi parti yayın organı konumuna getirmiştir. Oysa demokratik ülkelerde, devlet televizyon ve radyo kanalları yayınlarında muhalefetteki siyasi partilere de geniş yer verir. TRT`nin kabul edilemez bu yayın politikası sonlandırılarak, bu yayın politikasını sürdüren yetkililerin görevlerine son verilmelidir.
- Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK), Türkiye`deki yayın hizmetlerini Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalara uygunluğu açısından izlemek ve denetlemek görevi vardır. RTÜK`ün bu görevini nesnel verilere göre ve tarafsız bir değerlendirme sistemiyle yapması gerekirken bunun tam aksine, yasalara uygun olarak hükümeti eleştiren muhalif olan televizyon ve radyo kurumlarına verilen yayın yasakları ve para cezalarıyla, bu kurumlar çalışamaz duruma sokulmaktadır.
RTÜK`ün hükümet yanlısı ve muhalefeti susturma amaçlı bu politikasına derhal son verilerek, görevini kötüye kullanan yetkililer hakkında gerekli yasal işlemler yapılmalıdır.
- Türkiye`de Geçici Koruma statüsüne sahip olan kayıtlı Suriyeli sayısı, 24 Mart 2022’de resmi verilerle 3 milyon 754 bin 591 kişidir. Kayıtlı olmayanlarla birlikte bu sayının beş milyonu aştığı belirtilmektedir. Afganistan, Irak, Pakistan ve kimi Afrika ülkelerinden gelenlerle birlikte Türkiye`de Geçici Koruma statüsünde olanların sayısı 7-8 milyon olarak tahmin edilmektedir.
Türkiye, Cenevre Sözleşmesi’ne göre geçici koruma statüsünde olanları ülkelerine geri gönderme hakkına sahiptir. Türkiye`de 5 milyonu aşan ve özellikle de Suriye`ye yakın kentlerde -Kilis, Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa`da- sayıları hızla artmakta olan Suriyelilerin sosyal, siyasal, kültürel ve etnik bakımdan gelecekte artan boyutta sorunlar yaratabileceği kamuoyunda endişeyle izlenmekte ve tartışılmaktadır.
Türkiye, daha fazla zaman kaybetmeksizin savaş koşullarının ortadan kalkması nedeniyle, bayramları Suriye`de geçiren sığınmacıların Türkiye`ye yeniden dönüşünü kabul etmemelidir. Öte yandan Esat yönetimi de dış ülkelere kaçan Suriyelileri ülkelerine dönmeye çağırmaktadır.
Yeni hükümet, Suriye yönetimiyle ivedi görüşmeler yaparak ve gerekli güven ortamı yaratılarak, Suriyeli kaçkınların ülkelerine dönmeleri sağlanmalıdır. Öte yandan İran üzerinden Türkiye`ye gelen ve gelmekte olan Afganlıların İran`a geri gönderileceği İran hükümetine bildirilmelidir.
- AKP yönetiminde, bakanların, müsteşarların veya diğer üst düzey yetkililerin, asli görevleri dışında birkaç göreve atanarak buralardan da ücret aldıkları yaygın bir uygulamaya dönüşmüştür. Bu uygulama, yasal bir düzenlemeyle ortadan kaldırılmalıdır. Öte yandan, bakanlıklarda, değişik devlet kurumlarında ve hatta üniversitelerde yetki sahibi kişilerin akraba ve yakınlarını, görev ve yetkileri olan bu kurumlarda işe almalarına, yasal bir düzenlemeyle izin verilmemelidir.
- Cumhurbaşkanlarına “hakaret” gerekçesiyle açılan davalar, Erdoğan öncesi Cumhurbaşkanlarında toplamda 1716 iken, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından hakaret olarak görülen dava sayısı 2014-2020 yıllarında 160 bin 169’a ulaşmıştır. Oysa Demokratik hukuk devletlerinde basın ve fikir özgürlüğü kapsamında yapılan eleştiriler yasal haktır. Yeni hükümet, yapacağı yasal düzenlemeyle, fikir ve düşünce özgürlüğüne getirilen bu engel ve keyfiliği kaldırmalıdır.
- AKP hükümetleri Türkiye`yi, Avrupa ülkelerinden getirilen ve çevreye çok büyük zararı olan plastik ve kimyasal maddelerin çöplüğü yapmıştır. Avrupa ülkeleri bu atıkların çevreye verdikleri zararı çok iyi bildikleri için, bunları kendi ülkelerinden başka ülkelere göndermektedirler. AKP hükümetleri “plastik ve kimyasal çöp ithalatın” da rekor kırarak, Türkiye`yi 2020’de Avrupa ülkelerinden her gün 241 kamyon dolusu plastik çöp alan ülke yapmıştır. “2019’da Avrupa`dan Türkiye`ye 582 bin ton plastik atık ithal edildiği.” belirtilmektedir. Dünya Çevre Örgütü Greenpeace göre “Türkiye Avrupa`dan en çok plastik çöp alan ülke” olmuştur. Yeni hükümet, çevre ve insan sağlığı bakımından büyük tehdit oluşturan plastik ve kimyasal çöp ithalatı ayıbına derhal son vermelidir.
Bir yanıt yazın