Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü sayın İbrahim Kalın, ABD Başkanı Joe Biden’ın 24 Nisan açıklamasında ‘Ermeni Soykırım’ ifadesine tepki gösterirken haklıdır. ABD Başkanı Biden’ın açıklamasına “Milyonları ölüme götüren, dünya savaşları çıkartan, kitlesel imha silahları yapan, atom bombası atan, köle ticareti yapan, insanları hayvanat bahçelerinde sergileyen modern barbarlar… Bizim tarihimizde soykırım, etnik temizlik, Holokost lekesi yok. Siz aynada kendinize bakın” derken önemli bir tespitte bulunmuştur. Normal şartlarda Biden’a cevap vermesi gereken makam Cumhurbaşkanlığı’dır. Çünkü yukarıdaki açıklamayı ABD Başkanı yapmıştır. Bu durumda kendisine yukarıdaki cevabı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vermesi uygun olurdu.
Diplomasideki “mütekabiliyet” ilkesi bunu gerektirir. Mütekabiliyet, “karşılıklı olma durumu” anlamına gelen diplomatik bir terimdir. Devletler arası ilişkilerde maruz kalınan davranışa aynı şekilde karşılık verme ilkesidir. Bu süreçte dikkatimi çeken husus ABD iken Türkleri soykırım yapmakla suçlayan ABD Büyükelçisi’nin bu konuda ağzını açmamasıdır. Sanırım Büyükelçi bu konuda susma talimatı almış olsa gerek. Çünkü ABD’de iken Türkleri Biden gibi soykırım yapmakla suçlamıştı.
ABD yönetiminin Ankara Büyükelçiliği’ne aday gösterdiği Jeff Flake Senato Dış İlişkiler Komitesi onay oturumunda Komite Başkanı Demokrat Senatör Bob Menendez’in “Eğer onaylanırsanız, Ermeni Soykırımı’nı Anma Günü olan 24 Nisan’a dair bu taahhüdü tekrarlayacak mısınız” sorusuna, “Yapacağım” cevabın vererek atandığı takdirde soykırımı tanıyacağını açıklamıştır. Flake, daha önce 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanıyan tasarılara destek vermemişti.
Euronews’in bu konudaki yorumu şöyledir: “Türkiye Dışişleri Bakanlığı, ABD’nin Osmanlı İmparatorluğu döneminde Ermenileri tehcir ve öldürme kararını soykırım olarak niteleme kararı üzerine ABD’nin Ankara Büyükelçisini çağırarak ‘Bildirinin uluslararası hukuk açısından yasal bir dayanağı yok’ dedi ve ‘Türk halkına zarar verdi, ilişkilerimizde onarılması zor bir yara açtı’ açıklamasında bulunmuştur. 1915’te başlayan ve tahminen 1,5 milyon Osmanlı Ermeni’sinin öldürüldüğü olayları bir soykırım olarak tanımaya yönelik açıklama, Türk yetkililerin anında tepkisine neden oldu. Ancak Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan henüz konuyu doğrudan ele almadı.”
Euronews, benim yorumumun aynısını yapmıştır. Aynı yorumu Cumhurbaşkanı Erdoğan yapsaydı, ABD ile olan ilişkiler kopma noktasına gelebilirdi. Bunun için yorumu bir üst bürokrat yapmıştır. Şüphesiz anlayana!
Euronews’in haberinde yer alan şu kısım çok önemlidir: “Ancak Ermeniler Biden’in açıklamasını memnuniyetle karşıladılar. Ermeni Soykırımı Müze-Enstitüsü bilimsel direktör yardımcısı Edita Gzoyan, bunun Avrupa şehirlerinde ve ABD’de Türk topluluklarıyla birlikte yaşayan Ermenilerin korunmasına yardımcı olacağına inandığını söyledi. ‘Bütün bu tanımalardan sonra,’ dedi, ‘Sanırım Türk halkı… hükümetlerine sorular sormaya başlayacak ve tarihiyle yüzleşmeye çalışacak.’ (After all these recognitions, she said, “I guess that Turkish people… will start asking questions of their governments and will try to face their history”.)
Edita Gzoyan’n açıklaması Türkiye’ye ulaşınca HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan, “Ermeni Soykırımı’nın Tanınması, Soykırım Faillerinin İsimlerinin Kamusal Alandan Kaldırılması” konulu kanun teklifini TBMM Başkanlığı’na sunmuştur. Paylan, “Ermeni halkının yarasını iyileştirecek tek toplum Türkiye toplumu, (Türkiye toplumu yoktur, Türk Toplumu vardır, tıpkı Almanya toplumu değil Alman toplumu gibi) tek meclis ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Ermeni soykırımı bu topraklarda gerçekleşti ve adaleti ancak bu topraklarda, Türkiye’de sağlanabilir” ifadelerini kullanmıştır. Paylan, “Ermeni soykırımının tanınması, sorumluların saptanması, sorumluluğu bulunan kişilerin isimlerinin kamusal alanlardan kaldırılması, mağdurlara ve ailelerine vatandaşlık verilmesi”ni gündeme getirmiştir.
Paylan’a en iyi cevabı Kazım Karabekir Paşa vermiştir: “Askerimizin Erzincan’a girmesini müteakip bizzat Erzincan’a gittim. Kendi gözlerimle gördüm ki, saç ve sakalı bembeyaz ihtiyarlar, çocuğunu bağrına basmış kadınlar, mini mini yavrular… yan yana uzanmış yatıyorlar…Taşlarla kafaları ezilmiş, karınları deşilip bağırsakları boyunlarına geçirilmiş, alet-i tenasüliyesi kesilmiş, el ve ayakları doğranıp atılmış biçarelerin sayısı bini aşkındı. Kuyulara doldurulmuş, fırınlarda diri diri yakılmış, evlere doldurularak bu suretle yakılmış insanların görünüşleri pek gönül harap edici idi. Toplattırılarak, kısmen fotoğraflarını aldırdıktan sonra defnettirdiğim İslâm ahalinin yalnız Erzincan’a ait miktarı iki bini aşkındı. Bayburt’ta Arsak namındaki eşkıyanın yakmak suretiyle telef ettiği Müslümanlar bine yakındı… Erzincan Kelkit hattından ta hududa kadar ordunun devam eden ileri harekatında küçük ve büyük şehir ve kasabalar dahil olduğu halde bu mıntıkada Ermeniler tarafından yıpratılmamış bir ırz, çalınmaya uğramamış bir mal/ kasta maruz kalmamış bir can yoktur.” (Kazım Karabekir, Ermeni Mezalimi, Emre Yayınları, İstanbul, 2000, s. 114-115.)
Şimdi bir sorum var Paylan’a. Acaba bir Azeri kökenli Ermeni vatandaşı Ermenistan Parlamentosu’nda Hocalı’da Ermenilerin yaptıkları katliamın bir soykırım olarak kabul edilmesine ilişkin önerge verebilir mi? Şüphesiz veremez. O halde bu kişi hakkında TBMM Başkanlığı gereğini yapmalıdır.
Hocalı Katliamı’nı 5 ülke parlamentosu kınarken, ABD’de 16 Eyalet Meclisi katliamı “soykırım” olarak kabul etmiştir. İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) ise Dağlık Karabağ Savaşı sırasında işlenenleri “katliam” olarak nitelendirmiştir. Birleşmiş Milletler, Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’nin bağlayıcı bir karar almasını engellemektedir. Buna rağmen 1993 yılında BM Genel Kurulu, Ermenistan’ı kınamış, BM Güvenlik Konseyi de 822 sayılı Kararla, Ermenistan’dan işgal ettiği Azerbaycan topraklarını terk etmesini istemiştir.
Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki savaş sırasında Ermeni güçlerinin, 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gece, Dağlık Karabağ’ın Hocalı kasabasına girerek sivilleri hedef aldığı saldırıda, resmi rakamlara göre 83’ü çocuk, 106’sı kadın olmak üzere 613 Azeri hayatını kaybetmiştir. Ermeni güçlerinin 1991’in sonlarına doğru ablukaya aldığı Dağlık Karabağ’ın Hocalı bölgesi, 936 kilometrekarelik alana sahip, 2 bin 605 ailenin, toplam 7 bin kişinin yaşadığı bir kasabaydı. Aralık 1991’de Karabağ’ın başkenti olarak kabul edilen Hankendi şehrini ele geçiren Ermenilerin bir sonraki hedefi Hocalı olmuştur.
Eski ASALA eylemcilerinden Monte Melkonian, Hocalı’ya yakın bölgede Ermeni askeri birliklere komutanlık yapmış ve katliamdan bir gün sonra Hocalı çevresinde gördüklerini günlüğünde anlatmıştır.
Melkonian’ın ölümünden sonra Markar Melkonian ( ve Seta Melkonian) kardeşinin günlüğünü “Benim Kadeşimin Yolu”(My Brother’s Road: An American’s Fateful Journey to Armenia, I.B.Tauris,2005, s.235) isimli kitapta Hocalı katliamı için şunları yazmıştır:
“Hocalı stratejik bir amaç olmasından başka aynı zamanda bir öç alma eylemiydi: Khojalu had been a strategic goal, but it had also been an act of revenge.” (http://www.causes.com/actions/100539-melkonian-on-khojaly-massacre-in-my-brothers-road-an-americans-fateful-journey-to-armenia)
Büyük Ermenistan idealist ve yazarlarından Zori Balayan 1996 yılında yayınlanan Ruhumuzun Canlanması (Revival of Our Souls , Vanadzor Publishing House) kitabında (Balayan, böyle bir kitap yazmadığını söylemektedir) Hocalı’da soykırımın yapıldığını itiraf etmiştir:
“Arkadaşımız Haçatur’la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğunun bağırışları çok duyulmasın diye, Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş memesini çocuğun ağzına soktu. Daha sonra 13 yaşındaki Türk’e onların atalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Başından ve karnından derisini soydum.
Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından öldü. İlk mesleğim hekimlik olduğu için hümanist idim, bunun için de Türk çocuğuna yaptığım bu işkencelerden dolayı kendimi rahatsız hissetmedim. Ama ruhum halkımın yüzde birinin bile intikamını aldığım için sevinçten gururlanırdı. Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türk’le aynı kökten olan köpeklere attı. Akşam aynı şeyi üç Türk çocuğuna daha yaptık. Ben bir Ermeni vatansever olarak görevimi yerine getirdim. Haçatur da çok terlemişti, ama ben onun gözlerinde ve diğer askerlerimizin gözlerinde intikam ve güçlü hümanizmin mücadelesini gördüm.
Ertesi gün biz kiliseye giderek ruhumuzun dün gördüğü kirden temizlenmesi için dua ettik. Ancak biz Hocalı’yı ve vatanımızın bir parçasını işgal eden 30 bin kişilik pislikten temizlemeyi başardık.” (The next day we went to the church to clear our souls from what done previous day. But we were able to clear Khojali from slops of 30 thousand people) s. 260-262.
Balayan’ın bu kitabı yazmadığına Onur Caymaz ve Ayşe Günaysu gibi Ermeni kökenli olmayan Türk vatandaşları da inanmaktadır. Bunlardan Günaysu, The Ermenian Weekly’de yazmaktadır. (Gunaysu: The Reign of Lies in Turkey, )
Balayan inkar etse de, Ermeni yazar Avetis Aharonian, “From Sardarapat to Sevres and Lausanne,” Armenian Review, Vol. 16, No. 3-63, Autumn September 1963, s. 47-57’de Ermenilerin Zangezour, Surmali, Etchmiadzin, ve Zangibasar’de soykırım yaptıklarını kabul etmektedir. Unutmayalım, Ermenistan’ın eski Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan Karabağ’da katliam yapan Ermeni kuvvetlere komutanlık yapan kişidir.
Ermeni çeteleri Hocalı’da tarihin en vahşi katliamlarından birini yapmış, çocuk, yaşlı, kadın, bebek demeden birçok Azeri’yi vahşice katletmiştir. İnsanların kafa derilerini yüzmüş, sağ olarak ele geçirdiklerini işkenceye tabi tutmuş, testereler ile kol ve bacaklarını kesmiş, babanın gözü önünde evladını, evladın gözü önünde babayı kurşuna dizmiş, kesik kafaları sepetlere doldurmuş, 56 hamile kadının karnını yarmışlardır. Tüm bu gerçekleri görmek istemeyip sözde Ermeni soykırımını Türkiye’ye kabul ettirmek isteyenler, Ermeni isyanlarını konu alan ve Amerikalı yönetmen Philip M. Callaghan tarafından çekilen “Ermeni İsyanı 1894-1920” belgeselini izlemelidirler. ()
Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Justin Mc Carthy’nin Ermeni iddialarına yönelik kitaplarını mutlaka genç nesiller okumalıdır. Mc Carthy’nin 17 Nisan 2014 tarihinde açıkladığı Ermeniler bu kadar yıl geçmesine rağmen neden hala bu iddiaları sürdürdüklerine ilişkin görüşü önemlidir:
“Bunun nedeni çok basit. Çocuklara nefret etmeyi öğretirseniz, onlar nefretle büyür ve nefret ne olursa olsun büyümeye devam eder. Diğer bir diğer sebep de yurt dışındaki Ermeni milliyetçi gruplar bundan fayda sağlayacaklarına, para alacaklarına, Kars, Erzurum, Bitlis, Van’da toprak kazanacaklarına inanıyorlar. Bunlar yanlış ama yine de inanıyorlar.”
Paylan 31 Ocak 2018 tarihinde Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile (hangi sıfatla) Afrin’deki son gelişmeleri görüşmüştür. Paris’teki sözde Ermeni soykırım anıtlarına da çiçek koymuş olabilir. Fransa, Paris Büyükelçimizi ASALA terör örgütünden koruyamamış bir ülkedir. Ankara’nın seçkin semtinde uzun bir Paris Caddesi vardır ama Paris’te 148 metre uzunluğundaki Rue d’Ankara, işlemeyen bir arka sokaktır. Buna karşılık Constantinopolis Caddesi 488 metredir.
Paris’te ASALA’ın en etkin olduğu 1985-1990 yılları arasında görev yaptım. Bu dönemde önce ASALA sonra PKK terör örgütüne karşı devletin verdiği “koruma aracını” yanımda taşıdım. Çünkü 24 Ekim 1975 tarihinde Türkiye’nin Paris Büyükelçisi 56 yaşındaki İsmail Erez yerel saatle 13.26’da Seine nehri üzerindeki Bir Hakeim köprüsünde kavşakta otomobilinde pusuya düşürülerek şehit edilmiştir. Beş yıl boyunca bu köprüden her geçişimde bu kahpe tuzağı hatırlardım.
Cezayir’de işlediği soykırımı “Babalarının yanlışları için oğulları özür dilemez”yaklaşımıyla değerlendiren, Ruanda’daki soykırım suçunun faili olmakla suçlanan Fransa, tarihi ve hukuki gerçeklere dayanmayan Ermeni iddialarının siyasi takipçisidir.
- Fransa, Türkiye’yi tarihte yapılmayan sözde Ermeni soykırımı ile suçlayan ve bu konuda parlamentosundan yasa çıkaran ilk ülkedir. 29 Ocak 2001 tarihinde onaylanan bir cümlelik yasa şöyledir: “Fransa, Ermenilerin 1915 yılında maruz kaldığı soykırımı tanır.”
- Fransa, Osmanlı İmparatorluğunu tarihe gömen Sevr (Sevres) Anlaşması’nın imzalandığı Paris’in Sevr banliyösündeki Porselen müzesinin önüne Ermeniler tarafından 8 Mart 2001 tarihinde Ermeni Kin Anıtı açılmasına izin veren ülkedir. Bu sözde kin anıtının üzerinde “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından katledilen 1,5 milyon Ermeninin anısına” yazılıdır.
- Bu anıtın dikilmesindeki mesaj şudur: “Biz Ermeniler Türkiye Cumhuriyetini kuran Lozan Anlaşmasını tanımıyoruz. Bizler Sevr Anlaşmasının halen yürürlükte olduğunu kabul ediyoruz. Çünkü Sevr’de büyük Ermenistan vardır.” Ermenistan, Türkiye’nin doğu sınırlarını tanımamakta ve Ağrı dağını kendi toprağı olarak görmektedir.
- Fransa, 24 Nisan 2003 tarihinde Paris’te Kanada Meydanı’na Komitas Sogomonyan adında bir sözde Ermeni kin anıtı dikilmesini onaylamıştır. Fransa’nın hiçbir yerinde Karabağ’da Ermeniler tarafından yapılan soykırımı ile ilgili bir Hocalı Soykırım Anıtı yoktur.
- Fransa, dönemin Türk büyükelçisi tarafından terk edilen ülkedir. Eski Dışişleri ve Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık 1968’lerde Paris Büyükelçisi’dir. Fransa’daki Ermenilerin kışkırtıp dayatmasıyla Marsilya’da yapılacak olan Ermeni soykırımı anıtına karşı çıkar. Anıtın açılış törenine Fransız hükümetinin resmen katılmamasını ister. Ancak anıtın açılışına Fransız bakanlardan birinin katıldığını görünce sabrı taşar ve Ankara’ya sorma gereğini dahi duymadan Paris’i terk edip Ankara‘ya döner, gelişmelere karşı dik bir duruş sergiler. Hemingway’in “Cesaret, olaylar karşısında gösterilen zarafettir” sözüne sadık kalır.
- Fransa, Türkiye’nin Paris Büyükelçisini koruyamamış ve Büyükelçi İsmail Erez’in 1984 yılında Ermeni terör örgütü ASALA tarafından şehit edilmesine engel olamamıştır.
- Fransa, diplomatlarımızın ASALA teröristlerince şehit edildiği bir ülkedir.
- Fransa, Ruanda’da 1994’te yaklaşık 800 bin kişinin öldürüldüğü soykırıma bulaşmıştır. Fransa’yı soykırım suçunun işlenmesine katılmakla suçlayan Ruanda Hükümeti, 33 Fransız siyasi ve askeri yetkilinin adalet önüne çıkarılmalarını istemiştir. Fransa’nın soykırımdaki rolünü araştırmak için Adalet Bakanlığı bünyesinde kurulan bağımsız komisyon tarafından yayımlanan 500 sayfalık raporda, “Fransız desteğinin siyasi, askeri, diplomatik ve lojistik doğasının bulunduğu” ifade edilmiştir.
- Fransa, Terry George’ın 2004 yapımı “Otel Ruanda” filminde geçen olayları inkar eden bir ülkedir.
- Fransa, Cezayir’de gerçekleştirdiği soykırımın hesabını henüz verememiştir. Eski Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy 2006’da Cezayir’e yaptığı bir ziyarette“Babalarının yanlışları için oğulların özür dilemesi beklenemez” sözleriyle Fransa’nın Cezayir’de işlediği insanlık suçlarını tanımayacağını söylemiştir.
- Fransa eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand da “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil.” şeklinde açıklamada bulunmuştur. (Le Figaro, 12 Ocak 1998)
- Fransa, Avrupa Birliği müzakere sürecinde 5 müzakere başlığını veto ederek Türkiye-AB ilişkilerinin donmasına neden olmuştur.
- Fransa, Anayasa Mahkemesi’nin sözde soykırım yasasını iptal kararına rağmen sözde soykırım iddialarını ortaokul ders kitaplarına sokmuştur.
- Fransa, 29 Ekim 1919’da Kilis’i ve 5 Kasım 1919’da Antep’i işgal eden ülkedir.
- Fransa, Gaziantep ve Kahraman Maraş’ta Ermenilerce yapılan Türk katliamları için Fransa’da anıt açılmasına izin vermeyen ülkedir.
- Fransa, sözde Ermeni soykırımı anketi yapan bir ülkedir. Ankette yeni bir Ermeni soykırımı yasası gerekli mi diye sorulmuştur. ) Ankette 274.555 oy kullanılmıştır. Oyların yüzde 52’si yeni bir sözde Ermeni soykırım yasasının çıkarılmasından yanadır.
- Fransa, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni 22 Ocak’ta Afrin konusunda acil toplantıya çağıran ülkedir.
- Fransa, Cumhurbaşkanı Gül’ün telefonuna çıkmayan bir Cumhurbaşkanına sahip bir ülkedir. Gül, “Savaşta bile cumhurbaşkanları birbirleriyle konuşurlar” diyerek nazik bir şekilde tepkisini göstermiştir.
Bunları şunun için yazdım: “Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür.” Unutulmaması gereken bir konu da Orhan Pamuk vakasıdır.
Orhan Pamuk’a 29 Ekim 2012 tarihinde düzenlenen törenle Legion d’Honneur nişanı verilmiştir. Pamuk, İsviçre’nin günlük Tagesanzeiger gazetesinde 6 Şubat 2005 tarihinde yayınlanan röportajında “Türkiye’de otuz bin Kürt ve bir milyon Ermeni öldürüldü. Neredeyse benim dışımda hiç kimse konuşmaya cesaret edemiyor ve milliyetçiler bunun için benden nefret ediyorlar” demişti.
Türkiye’de bir milyon Ermeni öldürülmemiştir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında kurulmuştur. Pamuk, nişan almasından önce ABD‘de yayımlanan Time dergisinin 8 Mayıs 2006 tarihli sayısının “Time 100: Dünyamızı Biçimlendiren Kişiler” başlıklı kapak yazısında tanıtılan 100 kişiden biri olmuş, 2007 Mayıs‘ında yapılan 60. Cannes Film Festivali’nde jüri üyeliği yapmıştır. 12 Ekim 2006 tarihinde Fransızların Ermeni soykırımını inkara ceza yasasını parlamentolarından geçirdikleri gün Orhan Pamuk’a Nobel Edebiyat Ödülü verilmiştir. Acaba bu bir tesadüf müdür?
Garo Paylan cahil biri değildir. Öyle olsaydı 23 Nisan arifesinde böyle bir teklifte bulunmazdı. O da çok iyi biliyor ki, soykırımdan söz edebilmek için bir “yargı kararı” gerekir. Bu karar var mıdır? Hayır, aksine bir karar vardır. Sayın İbrahim Kalın’ın bu davaya değinmemesi bir nakisedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Dairesi 15 Ekim 2015 tarihinde “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır” sözleri nedeniyle İsviçre’yle davalık olan Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek lehine karar vermiştir. Türk Dışişleri, “Tarihin ve hukukun siyasi amaçlarla istismarına gereken cevabı vermesi bakımından önemli bir dönüm noktası” olarak nitelediği kararı memnuniyetle karşılamıştır. Bu karar dururken Paylan’ın çıkışı kabul edilemez.
Garo Paylan, neden Macron ile içli dışlıdır? Ermeni diasporasının çatı kuruluşu olan Ermeni Örgütleri Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF) 5 Şubat 2019 tarihindeki toplantısında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron 24 Nisan’ı sözde Ermeni soykırımı anma günü ilan edeceğini açıklamıştır. Macron Twitter’da yaptığı paylaşımda “Fransa tarihle yüzleşir. Gelecek birkaç hafta içerisinde söz verdiğim gibi 24 Nisan’ı Ermeni soykırımını anma günü ilan ediyoruz” demiştir. Fransa, gerek Cezayir ve gerekse Ruanda da yaptıkları soykırımlar ile yüzleşmemiş bir ülkedir.
Fransa’nın önceki Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de sözde Ermeni soykırımını iktidarda olduğu dönemde devamlı gündeme getirmişti: “Nicolas Sarkozy orders new Armenian genocide law: President Nicolas Sarkozy has ordered his government to draft a new law punishing denial of the Armenian genocide after France’s top court struck it down as unconstitutional.” (, Mr Sarkozy was accused of pandering to an estimated 400,000 voters of Armenian origin ahead of an April-May presidential election Photo: REUTERS9:49PM GMT 28 Feb 2012) Sarkozy Türkiye’nin AB üyeliğine de şiddetle karşı çıkmış ve “Türkiye Avrupalı değildir” demişti.
Ermeni Ulusal Komitesi Batı Bölgesi (ANCA-WR), HDP milletvekili Garo Paylan’ı ‘Özgürlük Ödülü” ile 15 Eylül 2017 tarihinde ile onurlandırmıştır. Paylan ödülünü, 8 Ekim’de Beverly Hilton Hotel’de almıştır. ANCA-WR Genel Sekreteri Nora Hovsepian Paylan için “Her yerdeki Ermeniler için adalet isteyen, çağdaş ve korkusuz bir Ermeni kahramanı” olduğunu şöyle açıklamıştır: “Toplumumuz hem onun ödül alacağı konferanstaki konuşmasını, hem de bitmeyen cesaretini onurlandırmayı heyecanla bekliyor” demiştir. ANCA-WR Özgürlük Ödülü’nü Alman Yeşil Parti Eş Başkanı Cem Özdemir de almıştır.
Ermenistan ile karşılıklı uçak seferleri başlamıştır ama Ermenistan devletinden dost olmaz. Çünkü;
- Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin 23 Ağustos 1990 tarihli Bağımsızlık Bildirisi’nin 12. maddesinde “Ermenistan Cumhuriyeti, 1915 Osmanlı Türkiye’si ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen soykırımın uluslararası alanda kabulünün sağlanması yönündeki çabaları destekleyecektir” ifadesine yer vermiştir.
- Ermenistan Parlamentosu, 23 Eylül 1991 tarihinde aldığı bağımsızlık kararında “Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi’ne sadık kalacağını” açıklamış ve taahhüt etmiştir.
- 1995 yılında kabul edilen Ermeni Anayasası’nda “Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirisi’ndeki ulusal hedeflere bağlı kalacağı”bir anayasa hükmü olmuştur. Soykırım yalanının uluslararası alanda tanınmasının Ermenistan’ın dış politika hedefi olduğu belirtilmiştir.
- Erivan´da yapılan Gelişen Ermenistan Partisi’nin 4’ncü Kurultayına katılan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan, “Bağımsızlık Karabağ halkının seçimidir. Uluslararası hukuk dahi bu konuda farklı yaklaşım ortaya koyamaz” demiştir.
- Ermenistan’daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye’nin 12 ili yer almıştır.
- Ermenistan Milli Marşı’nda “Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün”yazılıdır.
- Karabağ’da katliam yapan Ermeni kuvvetlere komutanlık yapan eski Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’dır.
- Sarkisyan, İngiliz yazar Thomas De Waal’a, “Hocalı’dan önce Azeriler bizim şaka yaptığımızı sanıyordu, Ermenilerin sivil topluma karşı el kaldırmayacaklarını sanıyorlardı. Biz bunu- stereotipi- (zeka geriliği) kırmayı başardık” diyen kişidir.
Suyu olmayan kuyuya su dökerek ondan su çıkarmaya kalkışmayalım.
Normalleşmenin ne olduğunu anlaması için Ermenistan sözde soykırım iddialarından vazgeçmedikçe Ermenistan’a, Azerbaycan-Türkiye üzerinden çıkış yolu verilmemelidir. Balkanlar ve Ortadoğu uzmanı Fransız tarihçi Gaston Gaillard Fransa’da 1920 yılında yayınlanan “Osmanlı İmparatorluğu’nun Parçalanması” (Fragmentation de l’Empire Ottoman) kitabında Ermeni soykırımı olmadığını açıklamıştır. Kitap Türkçede “Türkler ve Avrupa” başlığı ile 2021 yılında yayınlanmıştır.
Gaillard’ın tespiti şöyledir: “Türkiye’yi derinden rahatsız eden ve Doğu Sorunu’nu daha da karmaşıklaştıran Ermeni sorunu, aslında, Rusya’nın Anadolu’ya ilişkin gizli emellerinden ve Rusya’nın Ermenileri koruma adına Türklerin işlerine karışmasından kaynaklanmaktadır görüşüne yer veriyor. Bu sorunun Slavlar ile Türklerin çatışmasının kendini gösterdiği çeşitli yüzlerden biri olduğunu ifade ederek, Rusya’nın sürekli olarak ya Anadolu ya da Trakya, hatta her ikisi üzerinden ulaşmaya çalıştığı Akdeniz kıyılarıyla arasında engel oluşturan Türklerle çatışmasının bir evresidir.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 23 Nisan 2014 tarihinde Ermenilere yönelik mesajı, bir iyi niyetin göstergesi olmasına rağmen karşı taraftan hiçbir olumlu karşılık bulmamıştır: “…20’inci yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz. Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir.”
Erdoğan bu açıklamasıyla Türk tarihinde resmi ağızdan ilk defa 1915 olaylarına ilişkin Ermenilere taziye mesajı iletilmiştir. Fakat karşı taraf mesajın içeriğini anlayacak durumda değildir. Çünkü, Türk ve Azerbaycan bayraklarını ayaklar altına alanlarla anlaşmak mümkün değildir. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 6 Eylül 2008 tarihinde futbol maçı izlemek için Erivan’a yaptığı ziyaretin ardından atılan adımlar, Türkiye-Ermenistan arasında başlayan yakınlaşma süreci karşılıklı olmadığı için sonuç vermemiştir. Zaten vermesi de beklenmemeliydi. Çünkü;
Erivan Belediyesi’nin çöp konteynerlerini Türk ve Azeri bayrakları renklerine boyaması, Türk bayrağının ayaklar altına alınması, Ermenilerin nasıl bir seviyesizlik içinde olduklarının ispatıdır. Dünyaca ünlü tıp dergisi Lancet’i bile kirli amaçları için kullanabilen Ermenilerden nefret etmeden 100 binden fazla Ermeni’nin Türkiye’de iş bulmasına imkan sağlayan yüce Türk milleti, hiçbir zaman Ermeni bayrağını ilkokul çocuklarının ayaklarının altına serip üzerinden geçmelerine izin vermemiştir. Ermenistan futbol takımının Azerbaycan bayrağını çiğnemesi de büyük provakosyondur.
Büyük önder Atatürk, her tarafı çiçeklerle bezenmiş bir otomobil ile Karşıyaka’ya gidip köşke girmiş. Mermer merdivenlerde yere serilmiş kocaman bir Yunan bayrağı. Gazi sormuş: Nedir bu? Halk anlatmış: Yunan kralı bu eve girerken bu basamaklarda Türk bayrağını çiğnemişti, Paşam! Gazi kaşlarını çatmış ve demiş ki: “Hata etmiş! Ben bu hatayı tekrar edemem. Bayrak bir milletin şerefidir, ne olursa olsun yerlere serilmez ve çiğnenmez, kaldırınız!” Atatürk ne demiş, Ermeniler ne yapmış.
ABD Büyükelçisi Jeff Flake, ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in önünde yemin etmiştir. Flake, sözde Ermenin soykırımını destekleyen biridir. Aslında Türkiye’nin bu kişiyi kabul etmemesi gerekirdi.
Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Bob Menendez, tutumunu değiştirip değiştirmediğini ve “Ermeni soykırımını yeniden teyit etmek için bu kuruma ve yönetime katılmaya” hazır olup olmadığını sorduğunda Flake, yankılanan bir sesle “evet” demiştir. Kamala Harris de, “Bugün Ermeni Soykırımı başlayalı 104 yıl oldu. 1915 ile 1923 yılları arasında katledilen 1,5 milyon Ermeni’yi unutamayız.Kaybedilenleri anan ve ABD’nin tarihteki bu korkunç bölümü kabul etmesini sağlayan bir Senato kararına ortak sponsor olmaktan gurur duyuyorum” açıklamasında bulunmuştu.
Ermeni tehciri, (Ermenistan’a göre soykırım) BM’in kabul ettiği uluslararası soykırım tanımına uymamaktadır. Eğer Ermenistan’ın tanımını esas alırsak ANZAK askerlerinin 250 bin Türk askerini katletmesi de bir soykırımdır. Çünkü “ insanın (Türklerin) ortak varoluşlarına son vermek amacıyla örgütlü bir şekilde öldürülmesi” tanımına uymaktadır. Avustralya ve Yeni Zelanda askerleri, binlerce kilometre uzaktan gelerek 250 bin Türkü Gelibolu’da varoluşlarına son vermek amacıyla örgütlü bir şekilde öldürmüştür. Bu tanıma göre 18 Mayıs 1944 tarihinde 300 bin Kırım Türkü anavatanları Kırım’dan sürülerek “ortak varoluşlarına son vermek amacıyla örgütlü bir şekilde” katledilmiştir. Bu da bir soykırımdır. Rusya’nın Ukrayna’daki tehcir ve katliamları da soykırımdır.
Nazilerin 1940 yılında Polonya’nın Auschwitz kentinde kurduğu toplama kampı, Auschwitz1, Auschwitz2 ve Birkenau olmak üzere üç kamptan oluşur. Naziler, 1940-1945 yılları arasında Avrupa ülkelerinden topladıkları yüzde 90’ı Yahudi olan insanları trenlerle bu kampa getirdiler. Kampta 1,1 milyon ile 1,5 milyon arasında insan gaz odalarında katledilmiştir. Ölenleri fırına taşımak için kampa demiryolu döşediklerini görünce, katliamın boyutunun büyüklüğüne tanık oldum.
Kampı gezen bir Türk vatandaşının “Kampı gezerken, Türkiye’nin Almanya gibi katliam ve soykırımla anılan bir tarihe sahip olduğunu, ne var ki, bununla yüzleşmekten kaçınan da tek ülke olduğunu düşündüm” (https://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/155465-dersim-ve-mauthausen-gusen-nazi-toplama-kampi) diyenlere, sözde Ermeni soykırımının bir yalan olduğuna ilişkin tarihçilerin kitaplarını okumalarını öneririm.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris’in batı banliyösü Sevr (Sevres) kasabasındaki Seramik Müzesi’nde (Musée National de Céramique) Sevr Anlaşması imzalanmıştır. Müze, Türkiye için Anlaşma’nın imzalandığı yer olması bakımından önemlidir. Bir diğer önemi de Ermenilerin müzenin önüne 8 Mart 2001 tarihinde sözde Ermeni soykırım anıtı dikmesidir.
Anıtın üzerinde tarafımdan çekilen fotoğrafta da görülebileceği gibi “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından katledilen 1,5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır. Benzer şekilde 1,5 milyon rakamı, Auschwitz-Birkenau toplama kampının önündeki anıtta da yazılıdır: “…ABOUT ONE AND A HALF MILLION MEN, WOMEN AND CHILDREN MAINLY JEWS FROM VARIOUS COUNTRIES OF EUROPE.”
Müzenin önüne sözde Ermeni soykırım anıtı dikilmesinin sebebi şudur: “Biz Ermeniler Türkiye Cumhuriyetini kuran Lozan Anlaşmasını tanımıyoruz. Bizler Sevr Anlaşması’nın halen yürürlükte olduğunu kabul ediyoruz. Çünkü Sevr’de büyük Ermenistan vardır.” Fransa, 24 Nisan 2003 tarihinde Paris’te Kanada meydanına Gomitas Sogomonyan adına bir sözde Ermeni kin anıtı dikilmesini de onaylamıştır.
Kamboçya’da 1975-1979 yılları arasında gerçekleşen soykırım, yaklaşık 3,5 milyon insanın ölümü ile sonuçlanmıştır. Soykırım Pol Pot liderliğinde Kızıl Kemer üyeleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Tuol Sleng Soykırım Müzesi, başkent Phnom Penh’deki 1975-1979 yıllarında iktidarda olan Kızıl Kmerler tarafından yapılan soykırıma ilişkin belgelerin yer aldığı müzedir. Müzenin bulunduğu bina Kızıl Kmerler iktidarı döneminde hapishane olarak kullanılmış, yaklaşık 17 bin kişi burada hapsedilmiş, bunlardan sadece 12’si sağ çıkabilmiştir. Müzeyi 3 yıl önce gezdim ve işkence aletlerini görünce şok oldum. (A History of Democratic Kampuchea (1975-1979). Documentation Center of Cambodia, s. 74)
Katledildiği iddia edilen 1,5 milyon Ermeni’nin mezarları bulunup, neden Tuol Sleng Soykırım Müzesi’nde olduğu gibi sergilenmiyor? Herhalde Ermeni muhibbi Taner Akçam ya da sözde soykırım anıtına giderek çiçek koyan 18 Türk’ten biri cevap verebilir. Aslında cevap açık: Çünkü 1,5 milyon rakamı büyük bir yalandır ve Yahudi soykırımından çalınmadır.
1,5 milyon Ermeni katledilmiş ise mutlaka onlardan kalan kemikler bir yerlerde olmalıdır. Çünkü üzerinden yüzlerce yıl geçmemiştir. Basit bir hesapla 1,5 milyon rakamı gerçek ise, ortalama bir insanda 4 kg kemik olduğunu düşünürsek toplamda 6 milyon kg kemik eder ki, bunların yok olması mümkün değildir. Kutna Hora’yı gezenler bilir. 14. yüzyıldan kalan kemiklere bile bir şey olmamış. 1915’te 1,5 milyon Ermeni katledilmiş ise bunların kemikleri nerededir? Dile kolay tam tamına 6 milyon kg kemik yok olmaz.
1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni “soykırım suçu” işlemekle suçlama, ceza hukukunun temel ilkeleriyle de bağdaşmaz. Soykırım, bir suç tanımıdır. 1915 tehcirine ilişkin yetkili mahkeme kararı yoktur. Ceza hukuku, kişilerin suç oluşturan eylemleriyle ilgilenir. Yetkili Türk mahkemesinin ve yetkili Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin bu yönde kararı bulunmamaktadır. Parlamentolar ve uluslararası kuruluşlar 1915 tehcirini “soykırım” olarak niteleyemez. Bunlar siyasal amaçlı kararlardır. Ermeni tehciri “holocaust” diye anılan Yahudi soykırımından farklıdır.
Yahudi soykırımı, Nürnberg mahkemesinin kararıyla hükme bağlanmış bir soykırım suçudur. Bu suçu işleyenler uzaydan gelmiş yaratıklar değildir. Suçlanan da Almanya ya da Almanlar değildir. Mahkum olanlar soykırım suçunu işleyen Alman yetkililerdir. Diğer bir deyişle gerçek kişiler olup Alman’dır. Ermenistan’ın iddia ettiği gibi Nürnberg mahkemesi kararı sonucunda mahkum olanlar Alman olduklarına göre, Almanya’nın tarihte ilk soykırım suçu işlemiş bir ülke olması gerekir ama bu hukuken mümkün değildir. Soykırımı Almanlar değil, Alman kökenli Naziler işlemiştir.
Tehcir iddia edildiği gibi bir suç ise, tehcirin yapılmasının yolunu açan Talat Paşa olduğuna göre O’nun yargılanıp hüküm giymesi gerekirdi. Ama bu mümkün değildir. Çünkü o dönemde “Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme” yoktur ve bu sebeple suç yoktur. Talat Paşa’nın katili Teilirian Almanya’da yargılanmıştır ama suçluluğu mahkeme tarafından reddedilmiştir. Kararda cinayet, sanığın aile fertlerinin öldürülmesinin intikamını almak amacıyla işlenmiş, ahlaki bir eylem olarak haklı bulunmuştur.
Savunma, cürmün kişisel önemini vurguladığından, suikastın örgütlü yönü göz ardı edilmiş ve bunun sonucu olarak Ermeni terör örgütlerinin işleyeceği diğer cinayetlerin de önü açılmıştır (Şeref Ünal, Salomon Teilirian Davası -Talat Paşa Suikastı: Berlin, 2-3 Haziran 1921, 2004, s. 65-66). Talat Paşa davası ve jürinin kararı, Batı dünyasında “Talat Paşa’nın suçunun ispatı” olarak algılanmıştır. Karar, Almanya’nın da suçunun reddedilmesi demekti ve Almanya’yı suça iştirakten kurtarıyordu.
Kazım Karabekir Paşa bakın ne diyor:
“Askerimizin Erzincan’a girmesini müteakip bizzat Erzincan’a gittim. Kendi gözlerimle gördüm ki, saç ve sakalı bembeyaz ihtiyarlar, çocuğunu bağrına basmış kadınlar, mini mini yavrular… yan yana uzanmış yatıyorlar…Taşlarla kafaları ezilmiş, karınları deşilip bağırsakları boyunlarına geçirilmiş, alet-i tenasüliyesi kesilmiş, el ve ayakları doğranıp atılmış biçarelerin sayısı bini aşkındı. Kuyulara doldurulmuş, fırınlarda diri diri yakılmış, evlere doldurularak bu suretle yakılmış insanların görünüşleri pek gönül harap edici idi. Toplattırılarak, kısmen fotoğraflarını aldırdıktan sonra defnettirdiğim İslâm ahalinin yalnız Erzincan’a ait miktarı iki bini aşkındı. Bayburt’ta Arsak namındaki eşkıyanın yakmak suretiyle telef ettiği Müslümanlar bine yakındı… Erzincan Kelkit hattından ta hududa kadar ordunun devam eden ileri harekatında küçük ve büyük şehir ve kasabalar dahil olduğu halde bu mıntıkada Ermeniler tarafından yıpratılmamış bir ırz, çalınmaya uğramamış bir mal/ kasta maruz kalmamış bir can yoktur.” Kazım Karabekir, Ermeni Mezalimi, Emre Yayınları, İstanbul, 2000, s. 114-115.
Sevgili arkadaşım Uluç Gürkan son noktayı koymuştur:
“Son zamanlarda soykırım iddialarının temel dayanağı olarak sunulan tehcir (zorunlu göç) 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin 1977 tarihli Ek 3 Protokolü uyarınca askeri gereklilik kapsamında değerlendirilmeye açıktır. Birinci Dünya Savaşı koşullarında Osmanlı Ermenilerinin silahlı isyanı ve Osmanlı topraklarını işgal eden Çarlık Rusya’sının yanında savaşa katılması tehcir uygulamasının askeri gereklilik bağlamında değerlendirilmesini haklı kılmaktadır. İkinci nokta, İttihat ve Terakki Partisi liderlerinin Ermenilere yapılan toplu katliam suçlamalarıyla iki yılı aşkın süre Malta’da tutulmaları, ancak bu konuda hukuki geçerliliği olan hiçbir kanıt bulunamayınca Londra’daki İngiliz Kraliyet Başsavcılığı iradesiyle serbest bırakılmalarıdır. Sevr Anlaşması’nın imzalanmasından sonraki safhası, Yahudi Soykırımı yargılamasının yapıldığı Nürnberg Mahkemesi ile aynı koşullara sahip olan Malta’daki yargılama sürecinin ‘Ermeni Soykırımı’ iddialarını kökten çürüten, ancak, unuttuğumuz, bize unutturulmuş hukuki sonuçların yeniden gündeme getirilmeleridir.”
Bir nokta da benden.
Ermenistan’ın ilk Başbakanı Hovannes Kaçaznuni´nin (Hovannes Katchznouni) 1923 yılında Bükreş’te Taşnaksutyun genel kurultayına sunduğu raporu, partinin geçmişiyle keskin bir hesaplaşma ve özeleştiri niteliğindedir. Kitap haline getirilerek İngilizce “The Armenian Revolutionary Federation (Dashnagtzoutiun) has Nothing to do Anymore“, Almanca “Für Daschnakzutyun gibt es nichts mehr zu tun” adıyla yayımlanmıştır.
Kaçaznuni, tek taraflı olarak ileri sürülen Ermeni milliyetçi tezlerine karşı çıkmakta, 1915 ve 1920 felaketlerinde Türkler kadar Taşnaksutyun yönetiminin de suçlu olduğunu savunmakta, Ermenilerin yaptığı Müslüman katliamlarına değinmekte ve Taşnak partisinin artık kendini feshetmesi gerektiğini savunmaktadır. Rapor, 1923 yılında Bükreş’te Taşnaksutyun Partisi tarafından sunulduktan sonra Ermenistan’da yasaklanmıştır. Ayrıca farklı dillerde kitap haline getirildikten sonraki çevirileri de Avrupa’da birçok kütüphaneden toplanmış ve yok edilmiştir. Kitap, Mehmet Perinçek tarafından Rusya’da Lenin Kütüphanesinde bulunmuş, 2005 yılında Kaynak Yayınları tarafından basılmıştır.