Prof. Dr. Hakkı Keskin, Siyaset Bilimci, Almanya Parlamentosu ve Avrupa Parlamenterler Meclisi Eski Üyesi
www.keskin.de hakki@keskin.de Tel.: 0537 648 233 35
18 Nisan 2022
ERMENİ SORUNU DOSYASI
Türkiye ve Türk Diasporası, Vizyon, Strateji, İletişim ve Yöntem
Özellikle batılı demokrasilerde, önem verilen bir konuda kamuoyunu etkilemek ve kazanmak son derece önemlidir. Halkın ve daha da önemlisi, medyanın desteğini sağlamak, siyasi yöneticilerin ve hükümetlerin üzerinde önemle durdukları bir konudur. Bunu sağlayabilmek için öncelikle bir vizyon belirlenir. Bu vizyona ulaşabilmek için de stratejiler geliştirilir. İzlenecek stratejiler için de tabii ki uygun yöntem ve araçlara gereksinim vardır.
Çok haklı olduğunuz bir konuda bile, vizyonunuz, stratejiniz, kullanacağınız araçlar ve uygulayacağınız yöntem doğru seçilmemişse, vizyonunuza ulaşmak kolay olmayacaktır. Haklı olduğunuz konuda öncelikle kendi toplumunuzu, insanınızı, özellikle de katalizör görevi yapabilecek kesimleri ikna etmeniz ve kazanmanız gerekir. Halkınızdan alacağınız destek, sizi Dünya kamuoyunda daha güçlü ve inandırıcı yapar.
Kuşkusuz ülkelerin kendi çıkarları, diğer ülkelerle ilişkilerde belirleyici olmaktadır. Yine de günümüzde medyanın ve geniş kamuoyunun etkilenerek, daha objektif tavır alabildiği, böylece de hükümetlerin, parlamenterlerin de etkilenebildiği unutulmamalıdır. Ancak medya, siyasi partiler, belli sayıda parlamenterler, hükümetler, sivil toplum kuruluşları ve aralarında işveren, sendika gibi değişik kurum temsilcileri ile düzenli, sürekli bir diyalog ve bilgi alışverişi içerisinde olmak gerekir. En haklı davanızda bile, haklı olduğunuzun kanıtlanması, bu iletişimin ve diyalogun sağlanabilmesine, inandırıcı yöntemlerin kullanılmasına, sürekli ve kararlı çalışmaların yapılabilmesine bağlıdır.
Bu stratejileri, yöntemleri ve çalışmaları özellikle ABD ve batı Avrupa ülkeleri çok iyi bilmekte ve öteden beri uygulamaktadırlar. Bunun için farklı araçlar, yöntemler kullanılmaktadır. Bu söylediklerimi Türkiye’nin önem vermesi gereken bir konuya ilişkin olarak somutlaştırmak istiyorum. Diaspora Ermenileri ve Ermenistan destekli Ermeni lobisi, yakın tarihte olan Dağlık Karabağ’ı, Hocalı katliamını ve Azerbaycan topraklarının işgalini, işgal edilen yerlerden bir milyona yakın Azerbaycanlı Türkün topraklarından ve evinden kovulmasını, gündemden uzak tutmak amacıyla son derece başarılı bir strateji izliyordu.
Bir asır önce olmuş olan 1915 Ermeni Tehcir olayını, sürekli olarak değişik yöntemlerle Dünya kamuoyuna, ülke parlamentolarına, hükümetlere, kiliselere, gerçekler çarpıtılarak ve yanlış veriler kullanılarak taşınıyor. Bu çalışmalarında Ermeni diasporası büyük bir süreklilik ve kararlılık gösteriyor.
Ermeni Diasporası Sözde Soykırım İddialarını tartışmaya yanaşmıyor
Ermeni Lobisi öteden beri kendilerince ilginç bir strateji izleyerek, bizlerle sözde Soykırım iddialarını, farklı görüşlerle tartışmaktan ısrarla kaçmaktadır. Buna karşın büyük paralarla sözde soykırıma ilişkin yapılmış olan belgesel filmler çekiliyor, televizyon kurumlarına, yazılı basına servis ediliyor. Özellikle kiliselerin ve belediyelerin de desteğiyle, konferanslar, toplantılar düzenleniyor, kitaplar yayınlanıyor. Ermeni lobisi bu çalışmalarında başarılı oldu. Bazı ülke parlamentoları, Katolik Dünyası lideri Papa, ondan hemen sonra Avrupa Parlamentosu, 1915 tehcir olayını “soykırım” olarak kabul ettiler. Bu kararlar Bundestag, Alman Parlamentosu üzerinde de büyük etki yarattı.
Gerçeklerin çarpıtılarak, sahte, yanlış ve yalan verilere dayanılarak Tük Halkı, bir soykırım yalanıyla ve suçlamasıyla karşı karşıyadır. Ne var ki Ermeni Lobisi bu yalınında yine de başarılı olmuştur. Çünkü ortaya konan bir vizyon var. Soykırım iddiaları, diaspora Ermenilerini bir araya getiren ortak ilke ve hatta kimlik sorunu yapıldı. Buna uygun olarak özetlediğim strateji belirlendi. Özellikle değişik iletişim araçları kararlılıkla ve büyük bir süreklilikle kullanıldı. «Dünya›da İlk Hıristiyan Ülke olma» algısı da medya üzerinden ısrarla işlendi.
Türkiye’nin elindeki arşivler, kaynaklar, olaylara tanık olan binlerce kişinin anıları, ve hatta incelenmiş olan Rusya arşivleri, raporları, sözde soykırım iddialarının nedenli gerçek dışı ve asılsız olduğunu açıkça kanıtlıyor. O halde, Türkiye ve Türk diasporasının nasıl bir vizyona, stratejiye, iletişim ağına ve yönetişime gereksinim vardır?”
55 yıldır Almanya`da yaşayan, orada yükseköğrenimini ve doktorasını yapmış, orada 30 yıl öğretim üyeliği ve 8 yılda milletvekilliği yapmış birisi olarak, Almanya ve Avrupa’yı çok iyi tanıdığımdan emin olabilirsiniz.
Türkiye’nin soykırım iddialarına karşı izlediği, “yapmadık, etmedik” gibi sadece savunmayı öngören stratejinin etkisiz ve yanlış olduğu kanımca ortaya çıkmıştır. Vizyonumuz, ağır insanlık suçu olan “soykırım” yalanına karşı, elimizdeki arşiv kaynakları, belgeleri, bilimsel araştırmalar, yüz-binlerin anılarıyla ve özgüvenle hayır olmalıdır.
Soykırım İddialarına Karşı Politikamız Ne olmalıdır?
Ermeni Soykırım iddialarının 100. Yılı olan 2015 yaklaşırken, 2010 yılında, Berlin Büyükelçisi Ahmet Acet`e, Almanya`da yüksek öğrenimini tarih, hukuk, siyasal bilimler alanında yapmış olanlar, Almanya, İngiltere, Fransa`daki arşivleri taranarak, soykırım iddialarına ilişkin doktora çalışmalarının yapılmasını önerdim. Büyükelçi bu önerimi önemli bularak, benden bu çalışmayı yapacak kişileri bulmamı istedi. Zaten Almanya Türk Toplumu örgütü olarak bizim bu konuda öteden beri çalışmalarımız olduğundan, biri Alman üçü Türk kökenli olan dört üniversite mezununu Berlin`e davet ederek bunlarla görüşüldü. Doktora çalışmasını yapacak olan bu öğrencilere, üç yıl süreyle ayda 1000`er Avro Burs verilmesini önerdim.
Büyükelçi konuyu Ankara’ya bildirdi. Dışişleri Bakanlığı ve Tarih Kurumu yetkilileriyle görüşmek üzere Ankara’ya davet edildim. Görüştüğüm dört yetkili, bu bursların nasıl karşılanacağını bana sordular. Ben de Türkiye`deki üniversitelerin bu bursları karşılayabileceğini söyledim. 4 kişiye verilecek 3 yıllık bursun topluca 144 bin avro yapacağını, bunun üç-dört üniversite tarafından rahatlıkla karşılanabileceğini önerdim. Bu defa bu bursların Türkiye tarafından karşılanmasının Ermeni diasporası tarafından istismar edilebileceğini, bu nedenle Amerika’daki bir Türk şirketi tarafından karşılanmasının daha uygun olacağını, benim İstanbul`da bürosu bulunan bu şirket yetkilileriyle görüşmem istendi. İstanbul`a giderek bu görüşmeyi yaptım. Sonuç olarak bu burslar sağlanamadığından, çok iyi öğrenim görmüş, birkaç dili iyi bilen bu öğrencilere bu önemli doktora çalışmaları yapılamadı.
Bu örnekten de görüleceği gibi, Türkiye hükümet yetkilileri sadece AKP döneminde değil, geçmişte de bilimsel verilerle sözde soykırım iddialarının gerçek dışı olduğu ispatlanabilirdi.
Rusya arşivleri taranarak bunun en güzel örneğini Prof. Musa Qasımlı1) ve Dr. Mehmet Perinçek 2) bilimsel çalışmalarıyla ortaya koydular. Bilimsel çalışmalarla gerçeklerin ortaya çıkabilmesi için benzer çalışmaların, ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, Hollanda, Belçika gibi ülkelerde de, bu çalışmaların daha fazla zaman kaybına uğratılmadan, mutlaka yapılmasında büyük yarar vardır.
Öte yandan bundan böyle izleyeceğimiz strateji ve uygulanacak yöntem ise, batılı ülkelerin anlayacağı dilden olmalıdır. Almanya, Fransa, İngiltere, Belçika, Hollanda, Italya, ABD veya bir başka ülke, “soykırım” iddialarını gündemine alıyorsa, o ülkenin yaptığı gerçek soykırım ve katliamlar, Türkiye üniversitelerinde önceden araştırılmalı, paneller ve konferanslar düzenlenmeli, Televizyon kanallarında tartışmalar yapılmalı, gazetelerde yazılar yayınlanmalıdır. Gerekiyorsa TBMM’sinde bu konu görüşülmeli ve kararlar alınmalıdır.
İşte o zaman ilgili ülkeler bizi anında anlayacaktır. Stratejimiz, bizden hesap soruyorsan, gel sende yaptıklarının hesabını ver olmalıdır. Bu konuyu parlamento gündemine almış olan ve alacak olan ülkelerin tarihlerine ilişkin olarak, üniversitelerde, televizyonlarında, yazılı basında ve konferanslarda çalışmaların Türkiye`de yapılması gerekmektedir. Bu ülkelerin gerçek soykırımlarına ilişkin yapılacak bilimsel çalışmalar, konferanslar, paneller, medya yayınları son derece etkili olacak, dikkatle izlenecek ve ancak o zaman yaptıkları hatayı anlayabileceklerdir. Bu görüşümü öteden beri söylüyor ve yazıyorum.
2. Haziran 2016’da Almanya Parlamentosunda 1915 olaylarını soykırım olarak tanımlayan, parlamentodaki tüm siyasi partiler tarafından desteklenen bir tasarı görüşülerek, ne yazık ki kabul edildi. Ermeni lobisinin neredeyse 100 yıla yakın yaptığı sürekli, sistematik ve çok yönlü etkinlikler onlara bu başarıyı sağlamada belirleyici etken oldu.
Atatürkçü Düşünce Dernekleri, Almanya Türk Toplumuna bağlı kuruluşlar ve bazı diğer dernekler olarak, Almanya`da ve Berlin`de bir dizi etkinlik yaptık. Tüm Milletvekillerine, bakanlara, Parti ve Gurup Başkanlarına, görevde bulunan Şansölye Merkel ve Cumhurbaşkanı’na gönderilmek üzere mart ayında hazırladığım mektup, dernek başkanlarıyla görüşülerek onaylandı ve 21 Nisan’da bu kişilere postalandı. 25 Mayıs günü bir basın konferansı düzenledik. 28 Mayıs Cumartesi günü de Berlin` de büyük bir protesto yürüyüşü ve mitingi düzenledik. Bu etkinliklerimiz Alman medyasında da, sınırlı da olsa yer aldı.
Ancak bizlerin bu girişimleri daha çok tepki niteliğindeydi. Oysa bu çalışmaların bu alanda örgütlü, uzun süreli, sistemli ve özellikle medya, sivil toplum kuruluşları, milletvekilleri, parlamentolar, hükümetler ve kiliselere yönelik yapılaması gerekiyordu. Türkiye Hükümetleri bu konuda son derece duyarsız ve ilgisiz kaldı ve konuya ilgi gösterenlere gerekli destek verilmedi. Türk kuruluşlarının önemli bir kesimi, özellikle de camiler etrafında örgütleneneler, nedense bu konuya fazla ilgi göstermediler.
Birleşmiş Milletler tarafından Soykırım Konvansiyonu 1948 de onaylanmış ve 1951 tarihinde yürürlüğe konulmuştur. Buna göre soykırım: “ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir azınlığın, tümünü ya da bir bölümünü, planlı, programlı olarak yok etmek” olarak tanımlanmıştır.
Soykırım bir insanlık suçudur. Buna parlamentolar veya parlamenterler karar verme yetkisinde değildirler. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 13 Aralık 2014 de ve yetkili üst dairesi de 15 Ekim 2015 tarihli Perinçek kararlarında bu gerçeğin altını çizerek, 1915 tehcir olayının, Almanya’nın “Holocaust” soykırımıyla karşılaştırılamayacağına vurgu yapmaktadır.
Almanya 1904 ve 1908 tarihlerinde Afrika kolonisi Namibya’da Herero ve Aman halklarına karşı büyük katliamlar yapmıştır. Sol Parti tarafından Alman Parlamentosuna verilen karar önergelerinde, Namibya’da soykırım yapıldığının kabul edilmesini istemiştir. Alman hükümeti 2011 ve 2012 yıllarında verilen önergelere yanıtında, “Birleşmiş Milletler 1948 Konvansiyonunun, geriye dönüşlü uygulanamayacağını” belirtmekte ve “tarihi olayların değerlendirilmesinin, bilimsel araştırmaların konusu olduğuna” vurgu yapmaktadır. Alman Parlamentosu, hükümetin bu doğru politikasının aksine bir karar alarak, 1915 olaylarını soykırım olarak görmektedir. İşte bu batılı ülkelerin inanılmaz çifte standardı, ikiyüzlülüğü ve utanmazlığıdır. Ancak Alman Parlamentosu 1915 olaylarını “Soykırım” olarak kabul etikten sonra durum değişti. Sol Parti yeniden önerge vererek, Afrika kolonisi Namibya’da Herero ve Aman halklarına karşı yapılan büyük katliamların, soykırım olarak kabul edilmesini istedi ve bu önerge artık zorunlu olarak Alman Parlamentosu tarafından kabul edildi.
1915 olaylarına ilişkin olarak yıllardır önermekteyim. Tarihçilerden oluşacak bir Uzman Tarihçiler Komisyonu kurulsun ve nerede varsa tüm arşivler, kaynaklar, belgeler ışığında 1915 olayları değerlendirilsin. Gerçek ortaya konsun ve bu tarihçiler komisyonu kararını herkes kabul etsin. Ermenistan Türkiye tarafından yapılan bu öneriyi kabul etmemiştir. Çünkü gerçeklerin ortaya çıkmasından korkmaktadır. Ancak Türkiye etkin bir biçimce ve sürekli olarak bu önerisini Dünya gündemine taşımalıdır. Ermenistan`ın neden bu öneriye yanaşmadığına vurgu yapılmalıdır.
- Musa Qasımlı, “Ermeni Meselesinden den Ermeni Soykırımına”: Gerçek Tarih Aktarışında (1724-1920), 2014.
- Dr. Mehmet Perinçek, Rus Devlet Arşivlerinden 150 Belgede Ermeni Meselesi, Istanbul 2016.