Sosyal medya hesabımda “Nasıl Selam Vermeliyiz?” başlığı ile yaptığım paylaşımda da dediğim gibi, bana göre; selamlaşmanın bir şekli ve lafzı olmamalıdır. Selam, selam verilecek kişinin, cinsiyetine, yaşına, sosyal statüsüne, inancına, bulunduğu ortama ve durduğu pozisyona göre farklı şekillerde verilebilir. Zira bu işi belli bir forma sokarsanız, selam barışma ve sevgi ortamı yaratmaktan çıkar, tam tersine ayrışma sebebi bile olabilir.
Mesela; aslında “barış, esenlik, kurtuluş, selamet” gibi anlamlara da gelen “selam” kelimesini kullanarak verilecek “selamün aleyküm” şeklindeki bir selam, tıpkı başörtüsü gibi yerine göre bir şifre görevi de görebilir, sizin kültürel kimliğinizi ve dini inancınızı da açık edebilir. Mesela, kalabalık bir ortamda veya tanımadığınız insanların yanında bulunan bir tanıdığınızı bu şekilde selamlarsanız, onu rahatsız edebilir, ötekileri onun hakkında kuşkuya düşürebilirsiniz. Yani ille de herkesi “selamün aleyküm” diyerek selamlamak ve kendisiyle “Hayırlı günler” diyerek vedalaşmak zorunda değilsiniz. Bazen küçük bir el veya baş hareketi de aynı görevi görebilir.(1)
Ankara Ü. İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Nusret Çam diyor ki: “Ben şahsen küçük bir çocuğun bütün samimiyetiyle ve sevecenliğiyle telaffuz ettiği bir ‘merhaba’yı, hatta ‘meyaba’yı burnu ve başı havalarda birisinin ruhsuz bin selamına tercih ederim. Verdiğimiz bu örnek de gösteriyor ki esas olan, selamdaki samimiyet, güzellik ve ruhtur. Elbette bir Müslüman için en bildik selam formu bellidir. Fakat o sıcaklığı verenin de alanın da hissettiği ‘günaydın’, ‘tünaydın’, ‘hayırlı sabahlar’, ‘sabah-ı şerifleriniz hayır olsun’, ‘uğurlar olsun’, ‘güle güle’, ‘merhaba’, ‘iyi akşamlar’, ‘iyi geceler’ gibi güzel sözler niçin kullanılmasın? Mesele, o ruhu verebilmek ve alabilmektir. Önemli olan husus, her kelâmı muhatabına, yerine ve zamanına uygun biçimde yerli yerinde kullanabilmektir.”(2)
Selamlaşmanın Tarihi
Araştırmalar gösteriyor ki; selamlaşmak, insanlığın tarihi kadar eski bir gelenektir. Belki de ilk selamlaşma, ilk erkekle ilk kadının birbiriyle tanışmasıyla başlamış olmalıdır. Onun için de bütün toplumlarda olan ortak davranış kalıplarının başında gelmektedir.
Çünkü konu üzerinde düşünen ve araştırma yapan uzmanlar, karşılıklı selamlaşmanın, her toplumda, her kültürde olduğunu söylüyorlar. Onlardan birisi olan N.Çam’a göre: “Bütün kültürlerde selam ifade eden sözler, işaretler ve davranışlar hep var olmuştur. Bu durum onun öz olarak evrensel, biçim olarak kültürel yönüne işaret eder. Farklı olan şey, selam şeklinin ve sözlerinin kültürlere bağlı olarak değişmesidir. Zaten dinimizde de selamdan maksat insanın karşısındakine en güzel, en sıcak, an temiz duygularını iletmektir. Bu, bazen sözle olacağı gibi, tebessüm ederek, uzaktan el sallayarak veya bunların hepsini bir arada kullanarak da olur.”(3)
Kadir Albayrak’a göre ise; “Tarih boyunca birçok gelenekte sözlü ve fiilî selâm biçimleri süregelmiştir. Değişik din ve kültürlerde selâm için kullanılan kelimeler genellikle barış, güven, huzur, sağlık, uzun ömür dileme gibi temennileri içerir. Fiilen yani beden diliyle selâm verme şekillerinden en yaygın olanları el, yüz, dudak, alın ve omuz öpme, sarılma, sağ elle tokalaşma, başı hafifçe öne eğme, el kaldırma ve sallama, avuçları birbirine yapıştırarak göğüs hizasında kavuşturma, ayakları birleştirme, şapka çıkarma, dizleri biraz bükerek öne eğilme ve yere kapanmadır. Tokalaşma ve kucaklaşma barışın ve dostluğun sembolü olan bir selâm biçimidir…”(4)
İslam Literatüründe Selam ve Selamlaşmak
“Sözlükte ‘kusursuz olmak, kurtulmak, rahatlamak’ anlamındaki selâm, Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde ’eman, kurtuluş, esenlik, barış’ mânaları yanında ‘selâmlama’ anlamında da geçer…Aynı zamanda Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinden olan selâm kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de kırk kadar âyette geçer…Müslümanlar arasında bilinen şekilde selâmlaşmanın hicretten sonraki yıllarda başladığı anlaşılmaktadır. Resûl-i Ekrem’i öldürmek maksadıyla Mekke’den Medine’ye gelen ve niyeti anlaşılıp tutuklanan Umeyr b. Vehb el-Kureşî’nin, Resûlullah’ı o dönemin âdetine göre, ‘Sabahınız hoş olsun’ diyerek selâmlaması üzerine Allah’ın resulü şöyle demiştir: ‘Allah bize lutufta bulunarak seninkinden daha hayırlı olan ve cennet ehli tarafından da kullanılan ‘es-selâm’ sözüyle selâmlaşmayı öğretti.'(İbn Hişâm, II, 661-662)”(5)
Diyanet (TDV) yayını olan İslam Ansiklopedisinde yer alan bu ifadelere bakılırsa; “Selamün Aleyküm” ifadesiyle selam verilmesi ve “Aleyküm selam” ifadesiyle alınması şeklindeki selamlaşma usulü, Hz. Peygamber tarafından, Medine’ye hicret edildikten sonra ihdas edilmiştir.
Bu ifadeleri dikkate alan Prof. Dr. Nusret Çam diyor ki: “Peygamber’in, ‘selamun aleyküm’ veya ‘esselamu aleyküm’ şeklindeki selam formülünü, Mekke’de değil de Medine’de ihdas etmiş olması anlamlıdır. Demek oluyor ki Hz. Peygamber Mekke’de iken ya kendi yakın çevresi dâhil hiç kimseye selam vermiyordu, ya da Mekkelilerin kullandığı selam cümlelerini kullanıyordu. Hz Peygamber gibi, insanlarla diyalog kurmak, Kuran’ı onlara anlatmakla görevlendirilmiş olan bir kimsenin insanların arasına selamsız sabahsız girmesini beklemeyeceğimize göre geriye ikinci ihtimal kalıyor. Anlaşılan o ki İslâm Peygamberi Mekke’de bulunduğu sürece herkesle onlar gibi selamlaşmış, bu geleneği Medine’de Umeyr b. Vehb el-Kureşî’nin kendisini öldürme teşebbüsü hadisesine kadar sürdürmüş, bu olaydan sonra halen kullanmakta olduğumuz selam cümlesini kullanmaya başlamıştır”(6)
Acaba Hadise Gerçekten de Böyle mi Cereyan Etti?
İşin ilginç yanı ise, “selamün aleyküm” şeklindeki selamlaşma usulünün, Medine’ye geldikten sonra Allah tarafından Peygamber’e öğretildiğini söyleyen Diyanet yayınında, Yahudilikteki selamlaşmanın da tıpkı İslam’dakine benzer şekilde cereyan ettiğinin dile getirilmiş olmasıdır. deniliyor ki alıntı yaptığımız eserin aynı sayfalarında: “Yahudilik’te ‘barış ve esenlik’ anlamında bir selâmlaşma ifadesi olan ‘şalom’ bütünlük, uyum, sükûnet, bolluk ve barış durumunu anlatır. Eski Ahid’de, ‘Sana selâm olsun’ (Hâkimler, 19/20), ‘Ey Dâvûd!.. Selâm olsun sana, selâm, sana yardım edenlere de selâm olsun’ (I. Târihler, 12/18) gibi ifadeler yer alır.”(7)
Yahudi inancına mensup kişilere ait olduğu anlaşılan “şabat.org.” isimli muhtemelen yabancı bir internet sitesinde bulunan “Why Jews Greet With Shalom Aleichem/Neden Yahudiler Selamün Aleyküm diye selamlaşır?” başlıklı bir paylaşımda;
“Değerli Haham,
Bana ‘merhaba’ kelimesinin İbranice’ye tercümesi olmadığı söylendi. Yahudilerin ‘merhaba’ ve ‘elveda’ yerine ‘barış’ kelimesini kullandıkları söylenmişti.Yaptığım bazı araştırmalar sonunda öğrendim ki Yahudiler, geleneksel olarak, birbirlerini ‘barış üzerine olsun’ diye ve cevap olarak da ‘senin de barış üzerine olsun’ diyerek selamlarlar. Yahudi kültürüne has bu geleneklerini açıklayabilir misiniz?”
Şeklindeki soruya, muhtemelen Yahudi Din Adamı/Haham olan Dovid Zaklikowski, şu cevabı vermiştir:
“Yahudiler binlerce yıldır birbirlerini ‘barış üzerine olsun’ ya da İbranice’de ‘selamün aleyküm’ kutsamasıyla selamlar ve diğer kişi ‘senin de’ veya ‘aleyküm selam’ diye cevap verir.”
Haham, bu cevabı verdikten sonra, cevabını desteklemek için Tevrat ve Talmud’da “Selam” kelimesinin geçtiği bölümlerden örnekler de vermektedir aynı yerde.(8) Bu kaynağa atıf yapan bir başka kaynakta ise “Esselâmu aleyküm selamı, daha eskilere dayanan ve günümüzde Yahudiler tarafından hâlâ kullanılan ‘şalom aleichem’ selamından türemiştir” denilmektedir.(9)
Bu bilgilerden anlaşılan odur ki: Hz. Muhammed, Medine’ye hicret ettikten sonra, diğer bazı uygulamalarda olduğu gibi selamlaşma uygulamasını da değiştirdi; Mekke’deki selamlaşma şeklini bırakıp, Medine’de mukim Beni Kureyza, Beni Nadir ve Beni Kaynuka isimli Yahudi Kabileleri gibi selamlaşmaya başladı! Yani bir anlamda, Tanrıya ortak koşan Mekkeli putperest Müşriklerin selamlaşma şeklini bırakıp, Ehl-i Kitap olan ve tek tanrıya inanan Yahudiler gibi selamlaşmaya başladı!
Kanaatimizce, TDVİA “selam” maddesinde de yer alan “Resûl-i Ekrem’i öldürmek maksadıyla Mekke’den Medine’ye gelen ve niyeti anlaşılıp tutuklanan Umeyr b. Vehb el-Kureşî’nin, Resûlullah’ı o dönemin âdetine göre, ‘Sabahınız hoş olsun’ diyerek selâmlaması üzerine Allah’ın resulü şöyle demiştir: ‘Allah bize lutufta bulunarak seninkinden daha hayırlı olan ve cennet ehli tarafından da kullanılan ‘es-selâm’ sözüyle selâmlaşmayı öğretti.” şeklindeki İbn Hişam rivayeti, tamamen bir yakıştırmadan ve zayıf bir rivayetten ibarettir. Zira en başta İbn Hişam bir hadisçi değil, Peygamber’in vefatından 2 asır sonra yaşamış bir tarihçi ve nesep bilgini olarak bilinmektedir.(10)
Diğer taraftan, 33. ve 47. ayetlerinde “selam/selamlama” geçen Meryem suresi Mekke’de, 48. ve 69. ayetlerinde “selam/selamlama” geçen Hud Suresi (12, 17, 144, ayetleri dışında) Mekke’de, 52. ayetinde “selam/selamlama” geçen Hicr Suresi (87. ayeti dışında) Mekke’de, 25. ayetinde “selam/selamlama” geçen Zariyât Suresi Mekke’de inmiştir. Hatta “Selamün aleyküm” şeklindeki bugünkü selam verme şekli 24. ayetinde aynı şekilde geçen Rad Suresi ve 54. ayetinde aynı şekilde geçen “En’âm” Suresi bile Mekke’de nâzil olmuştur.(11)
Bu demektir ki; eğer İbn Hişam rivayetinde olduğu gibi, selamlamayı Allah öğrettiyse, bu iş Medine’de değil, Mekke’de gerçekleşmiş olmalıdır. Yani Kur’an’da yaklaşık kırk ayrı yerde geçtiği söylenen “selam” ve “selamün aleyküm” ibarelerinden hareketle bu şekildeki selamlaşmayı Hz. Peygamber bizzat Mekke’de ihdas etmiş olmalıdır. Gerçek durum belki de tamamıyla böyledir, kim bilir.
Eğer, bugünkü selamlaşma şeklinin Mekke’de değil de İbn Hişam rivayeti delil gösterilerek, Hicret sonrası Medine’de ihdas edildiği düşünülüyorsa, bu durumda iki ihtimal karşımıza çıkmaktadır.
Birinci ihtimal: Bu rivayet, Kur’an’da geçen “selam” ve “selamün aleyküm” ibarelerini dikkate alan ve bu şekildeki selamlaşma usulünün Yahudilerden alındığını hazmedemeyen Müslümanlarca yakıştırılmış/uydurulmuş bir rivayettir!
İkinci ihtimal: Hz. Peygamber, “selamün aleyküm” şeklindeki selamlaşma şeklini, Medine’de mukim bulunan Yahudi kabilelerine jest olarak, politika icabı veya güzel bulduğu için onlardan alıntılayarak belirlemiş olmalıdır. Çünkü Hz. Peygamberin, Medine’ye hicret ettikten sonra değiştirdiği, Medine’ye hakim Yahudilere jest yapmak veya politika icabı benimsediği başka uygulamalar da vardır.
Mesela, Bernard Lewis’in Hz. Muhammed’in Medine Yahudileriyle ilişkileri konusunda ilginç yaklaşımları bulunmaktadır ve yazarın bu konudaki bazı fikirleri, vaktiyle Merhum Muhammed Hamdi Yazır tarafından da dile getirilmiş bulunmaktadır. Şöyle diyor Bernard Lewis; “Hz. Muhammed Yahudilerden dostça bir karşılama bekliyordu; tek tanrılı bir dine inanmaları sebebiyle, Yahudilerin İslâmiyet’i oldukça büyük bir sempati ve anlayışla kabul edeceklerini düşünüyordu. Hz. Muhammed, onları teskin etmek maksadıyla, Kippur orucu ve Kudüs istikametinde namaza durmak gibi birkaç Yahudi âdetini benimsedi. Bununla beraber, Yahudiler yeni Peygambere itibar göstermediler ve kendisine, en hassas olduğu noktada, din konusunda muhalefet ettiler. İçlerinde anlaşmazlık bulunduğu ve genel olarak Medineliler tarafından sevilmedikleri için, bu muhalefette başarısızlığa uğradılar. Onların desteğini kazanamayacağını anlayan Hz. Muhammed, kabul ettiği Yahudi âdetlerinden bir müddet sonra vazgeçerek, kıbleyi Kudüs’ten Mekke’ye çevirdi.”(12)
Bir başka Fransız ilim adamı olan Henri Mosse’nin konuya ilişkin fikirleri de aşağı yukarı aynıdır. Şöyle diyor 1961’de Paris’te basıldığı anlaşılan “İslamiyet” isimli eserinin 30. sayfasında:
“İslamlar, Mekke’den Medine’ye göç ettikten hemen sonra, Muhammed yeni dinin abdest alma, ezan, oruç, namaz kılma, dualar gibi dinsel kurallarını tespit etmeye başlamıştır. İlk cami de gelişlerinden kısa bir süre sonra yapılmış. Fakat Medine’de parasal gücü olan Yahudiler, ona cephe almaya başlamış. Muhammed, çeşitli halklardan oluşan Medine ahalisi arasında hakemlik yapmak istemiş ve onlara yanaşmış. Bu arada Tevrat ile de temasa geçmiş ve Kur’an’a ondan aldığı çeşitli ayetlerde birçok yanlışlıklar olduğunu gören Yahudiler, peygamberliğin Yahudilerde olduğunu söyleyerek onunla alay etmişler ve kabileler arasındaki anlaşmazlıkları körüklemişler. Muhammed, bunların kendi otoritesini bozacağını düşünerek, onlarla ilişkisini kesmiş ve onları düşman ilan etmiştir. Bunun en büyük göstergesi de Medine’ye geldiklerinden 17 ay sonra İbrahim’i Kâbe’nin yapıcısı olarak ilan edip, kıbleyi, Kudüs’ten Kâbe’ye döndürmesi olmuştur. Böylece Arap geleneklerini Yahudi geleneklerinin etkisinden kurtarmayı ve İsmail’i ata olarak kabul etmeyi başarmıştır.”(13)
Özellikle Henri Mosse’nin yazdıklarında “Bu arada Tevrat ile de temasa geçmiş ve Kur’an’a ondan aldığı çeşitli ayetlerde birçok yanlışlıklar olduğunu gören Yahudiler…” ibaresi, Müslümanlar tarafından kabul edilebilecek ifadeler olmasa da, Hz. Peygamber’in, Yahudilerle temasa geçtiğinde ve onların bazı adetlerini benimsediğinde kuşku yoktur. Mesela, Medine’ye yerleştikten sonra Kudüs istikametinde namaz kılmaya başlaması, Bernard Lewis’in de dediği gibi, olsa olsa Yahudilerle iyi geçinmek, onları hoş tutmak ve bir nevi onlara yapılan jestle açıklanabilir. Yani bu uygulama, tamamıyla siyaseten yapılmış bir uygulama gibi gözükmektedir. Çünkü bu konuda Kur’an’da ayet bulunmamaktadır. Kıblenin değiştirilmesine ilişkin Bakara Suresi’nin 144. ayeti, kıblenin Kudüs’ten Mekke’deki “Mescid-i Haram” a çevrilmesine yöneliktir, Kudüs’e değil.(14)
Hz. Peygamber’in Medine’ye vardığında, şehrin hemen yakınındaki Kuba köyünde bir Mescit yaptırdığı biliniyor. Bu mescit, İslam’ın ilk mescidi olarak kabul edilmektedir. Oruç konusundaki hükümler de Medine’de gelmiştir(bkz. Bakara, 2/183-185, 187, Ahzâb 33/35). Abdest konusundaki âyet de (Mâide, 5/6) yine Medine’de inmiştir.
Demek oluyor ki; bu durum, batılı müsteşrikleri ve dinler tarihi araştırmacılarını, Hz. Muhammed’in bu tür ibadet ve uygulamaları, Medine Yahudilerinden aldığı gibi bir düşünceye itmiş bulunmaktadır.
Bununla birlikte demek gerekir ki; Hz. Muhammed, Medine’ye hicret ettikten sonra, Kur’an’da herhangi bir ayet bulunmamasına karşın Kudüs istikametinde namaz kılmaya başladıysa ve denildiği gibi Kippur Orucu’nu da tutmaya başladıysa, selamlaşma şeklini de oradaki Yahudilerden almış olabilir. Yani “Selamün Aleyküm” ibaresi, neden Tevrat’ta da geçen “Şalom Aleichem” den gelmiş olmasın?
___________
1-
2-Prof. Dr. Nusret Çam, “Selam barışmak için mi, ayrışmak için mi?” başlıklı makalesi,
3- Nusret Çam, agm.
4- Kadir Albayrak, TDVİA “Selam” maddesi, c,36.
5- Mehmet Efendioğlu; TDVİA, “Selam” maddesi, c,36. .
6-Prof. Nusret Çam, agm.
7- Kadir Albayrak, TDVİA “Selam” maddesi, c,36.
8-
Paylaşımın aslı İngilizce olup, İngilizce bilen kızımın da yardımıyla tarafımızca Türkçeye çevrilmiştir. Yanlış yapmamak için İngilizce metnini de veriyorum:
“Dear Rabbi,
I was told that there is no translation for “hello” into Hebrew. I was told that Jews say “peace” instead of “hello” and “goodbye.” I did some further research and found that, traditionally, Jews greet each other by saying, “peace unto you,” and responding, “unto you peace.” Could you explain these peculiar Jewish customs?
Answer:
For thousands of years, Jews have been greeting each other with the blessing, “peace unto you,” or in the Hebrew, “shalom aleichem,” with the other person responding, “unto you peace,” or “aleichem shalom.”
9-
10-TDVİA “İbn Hişam” Maddesi, & Ayrıca bkz. https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0bn-i_Hi%C5%9Fam
11- İçinde Selam/Selamlama geçen diğer Sureler inceleme konusu yapılmamıştır.
12- Bernard Lewıs, Tarihte Araplar, çev. Hakkı Dursun Yıldız, Anka Yayınları, İstanbul, 2001, s. 60-1
13- Muazzez İlmiye Çığ, İbrahim Peygamber, Sumer Yazılarına ve Arkeolojik Buluntulara Göre, 8. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2008, s.114-115.
14-
Bir yanıt yazın