Amerika’nın son alışveriş trendi: Alışveriş yapmamak!
Hatta eldeki mallardan da kurtulup, hayatı sadeleştirmek! Pandemi ile artan ekonomik krizle, tüm çalışanların, gelirlerinin daha büyük bir bölümünü harcamayıp biriktirmeye başlayınca, ABD’li üreticilerin etekleri tutuşmuş! Şu ara yapılan çoğu tüketici araştırmaları “Bu insanlar ne satın alırlarsa mutlu olurlar?” konusu ile ilgili.
Ortaya çıkmış ki bir servis almak, mal almaktan daha faydalı insan doğasına.
Yani bir ayakkabı yerine kutu oyunu, pahalı bir çanta yerine spor salonu üyeliği, araba yerine seyahatler, ruj yerine sinema bileti, insanları daha mutlu ediyor! Bir tecrübe satın almak, kişiye daha yoğun ve uzun süreli bir tatmin sağlıyor. Üstelik ‘Mal edinmenin mutluluk getirmediğini öğrenen ‘dünyanın en çok satın alan halkı’, kocaman otomobillerini, dört oda bir salon evlerini, 48 parçalık yemek takımlarını, doğrayan parçalayan karıştıran onlarca mutfak aletlerini satıp, ayrı bir oda haline gelmiş gardıroplar dolusu giysilerini fakirlere bağışlayıp hayatlarını sadeleştiriyor. Bazı aileler 40 metrekare bir evde, dört tabak, dört bardakla ve işe bisikletle gidip gelerek yaşamanın onları hiç olmadıkları kadar mesut ettiğini iddia ediyor. Bu esnada biriktirdikleri parayı yoga derslerine ve tatillere harcıyorlar.
YÜZ EŞYAYLA YAŞAMAYA DAVET!
Bir internet sitesi, tüketicileri sadece ve sadece 100 adet kişisel eşyayla yaşamaya davet ediyor! Yani kıyafet, kozmetik, ayakkabı, kitap, kalem, her şey toplam 100 parça edecek. Sitenin çağrısı büyük ilgi görüyor ve internet kullanıcılarından hatırı sayılır sayıda bir grup, kişisel eşyalarını hayır derneklerine bağışlayıp hayatlarındaki kalabalıktan kurtuluyor.
Hikâye, psikologlara göre şu: İnsanlar, yaşamlarındaki iyi ya da kötü, tüm değişikliklere çabucak alışıyor ve doğalarında var olan sabit mutluluk seviyesine bir an önce ulaşmaya çalışıyorlar.
Ebeveynlerinden, kardeşlerinden birini kaybeden bir insanın yaşadığı büyük acıdan bir süre sonra eski mutluluk ve neşesine kavuşması da bu yüzden, yalı alanın birkaç yıl sonra yalıda oturmayı kanıksayıp eskisi kadar ‘mutsuz’ olması da! Yani parasızlık mutsuzluk yaratabilir ama parayla satın alınan mallar mutluluk hiç getirmiyor! Şan dersleri, seyahatler, piknikler, konserler, tiyatro oyunları, spor aktiviteleri ise başka…Farklı tecrübeler hayatı zenginleştirip memnuniyeti yükseltiyor! Los Angeles’lı filmci Roko Belic dünyayı dolaşıp Happy (Mutlu) isimli bir belgesel üzerinde çalışıyor.
New York Times gazetesinin haberine göre San Fransisco’nun kalburüstü semtlerinden birindeki evini bırakıp, hayatını tamamen değiştirip, Malibu plajında bir karavana taşınmış! Haftada üç dört gün sörf yapabildiği için şu anda ufacık karavanda çok daha mutlu bir hayat yaşadığını anlatmış.
AVUCUNUZU AÇMAYI DENEDİNİZ Mİ?
Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır: Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı büyüklüktedir. Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner, ama kaçamaz. Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur!.. Onu sadece, kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.
Bizleri de tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken; elimizi açıp benliğimizi, bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır!..
Bu örnekle benzeştirirsek; sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şeyin bizim için birer tuzak olduğunu fark etmediğimizi düşünüyorum:
- Çoğunlukla konuşmaktan fazla bir özelliğini kullanmadığımız son model cep telefonlarına sahip olmak,
- Ortalama 15 m2´sini kullandığımız ama kullandığımız alandan 10-20 kat büyük evlere sahip olmak,
- Belki bir kez giydikten sonra çok uzun sure dolabımızın bir köşesinde unuttuğumuz günün modasına da uygun giysilere, ayakkabılara sahip olmak,
- Okumadığımız kitaplara sahip olmak,
-Asla kadranın gösterdiği sürate ulaşamayacağımız en süratli arabaya yada gereksiz pahalı bir arabaya sahip olmak, - Bize günde 3-5 kez zamanı, başkalarına sürekli zenginliğimizi gösteren kol saatlerine sahip olmak,
- Vakit bulup gidilemeyen, gidilse bile dinlendirmekten çok uzak; tabiri caizse yorgunluktan haşatımızı çıkaracak deniz kenarına yakın bir yazlık, bir dinlence evine sahip olmak,
- Vaktimize, nakdimize, aklımıza, çenemize zarar verse bile bir futbol takımı taraftarlığına sahip olmak,
- Oturmadığımız koltuk takımları, ikinci bir televizyona, yada küçüğü ile aynı işlevi gören dev ekran bir televizyona, çocuklarımıza aldığımız çeşit çeşit oyuncaklara, sayısız mutfak eşyası, masa örtüsüne, gereksiz daha nelere sahip olmak…Ya da sahip olduğumuzu sanmak…
- Sadece çevre olsun diye bulunduğumuz ortamlar ve arkadaşlıklar!..
O maymun gibi; avucumuzda tuttuğumuz sürece (faydalanamasak bile) sahip olduğumuzu sanmıyor muyuz? Ve ancak parmaklarımızı gevşetip bunlardan vazgeçtiğimiz zaman gerçekten özgür olup tüm yeteneklerimizi kullanabilir hale gelmeyecek miyiz?
Aslında biz bu dünyaya sahip olmaya değil, şahit olmaya gelmişiz. Farkında değiliz. Ah bunu bir anlayabilsek…
Doç. Dr. Erol ERÇAĞ
Bir yanıt yazın