Avrupa’nın bağımlı olduğu enerji konusunda Karadeniz Bölgesi bulunduğu stratejik konum itibariyle büyük bir öneme haizdir. Avrupa açısından kilit bir bölge olarak görülen Karadeniz Bölgesi, Orta Asya ve Kafkasya’daki enerji kaynaklarının geçiş koridoru olarak görülmekte ve de bu sebeple önemi her geçen gün biraz daha artmaktadır. Bunun yanı sıra bölge ülkeleri arasında sürekli var olan anlaşmazlıklar, çatışmalar Avrupa Birliği’ni Karadeniz Bölgesi konusunda politikalar üretmek ve bu politikaları hayata geçirme zorunluluğuna itmektedir. Söz konusu çatışmalara çözüm bulma çabalarına katılma konusunda pek istekli davranmayan Avrupa Birliği, askeri güvenlikle ilgilenmekten çok, yasadışı göç, insan ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi sorunlarla mücadeleyi Karadeniz Bölgesi’ndeki öncelikli görevi olarak belirlemiştir.
Kuruluşundan itibaren “genişleme politikası” çerçevesinde yeni üyeleri bünyesine katan Avrupa Birliği, genişleme ile birlikte derinleşme sürecini de yaşamıştır. Bu bağlamda birliğe yeni katılan ülkeler AB için yeni sınırlar, yeni komşular ve de yeni politikalar anlamına gelmekteydi. Bu açıdan bakıldığında 2007 yılında birlik üyesi olan Romanya ve Bulgaristan ile birlikte Avrupa Birliği için Karadeniz ve çevresindeki ülkeler daha önemli bir konuma gelmiştir. 2004-2009 yılları arasında Avrupa Birliği’nin Dış İlişkiler ve Komşuluk Politikası’ndan sorumlu Komisyon Üyesi Benita Ferrero-Waldner konuyla ilgili olarak; “Bulgaristan ve Romanya’nın katılımıyla AB Karadeniz Bölgesi’nin bir parçası haline gelmiştir. Siyasi olarak dikkatimizi bölgesel düzeyde yoğunlaştırmak ve Rusya, Türkiye ve doğudaki Avrupa Komşuluk Politikası ortaklarımızla işbirliği için yeni bir alan açarak devam etmekte olan işbirliği süreçlerini canlandırmanın artık zamanı gelmiştir.” açıklamasını yapmıştır. Bunun yanı sıra Avrupa Birliği Karadeniz Bölgesi’ne atfettiği önem sebebiyle bu bölgedeki ülkelerle bazen ikili ilişkiler kurmakta, bazen de çok taraflı ilişkiler içerisine girmektedir. Aynı zaman da Avrupa Birliği farklı alanlarda politikalarını hayata geçirmeye çalışırken, bunu gerçekleştirmek için de farklı strateji ve yöntem kullanmaktadır. Svante Cornell’e göre, Avrupa Birliği’nin, günümüzde Karadeniz Bölgesi’ne yönelik üç tür stratejisi vardır:
- AB üyeliği bu kapsamda Türkiye ile Birliğe katılım müzakereleri yapılmaktadır (Çok etkili bir politika olmakla birlikte genişleme politikasının da sınırları vardır. Romanya ve Bulgaristan’ın üyeliği sonrasında AB kısa vadede bölge ülkelerini Birliğe almak istememektedir),
- Avrupa Komşuluk Politikası,
- Rusya ile stratejik ortaklık kapsamında ikili olarak anlaşılan ‘Dört Ortak Alan’ (çevresel ve ekonomik sorunlar; özgürlük, güvenlik ve adalet; araştırma, eğitim ve dış güvenlik) şeklinde sıralamak mümkündür.
(Kynk:http://www.usak.org.tr/images_upload/files/YorgunAbEsraHatipoglu%281%29.pdf)
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte bölge ülkeleriyle yakın ilişkiler kuran Avrupa Birliği, bölge ülkelerinin demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü benimsemesini, serbest piyasa ekonomisine geçişini kolaylaştıracak politikaların yanı sıra, siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanması amacıyla TACIS programı çerçevesinde teknik yardımlarda bulunmuştur. Bu bağlamda yardım edilen ülkeler arasında Rusya Federasyonu, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Belarus, Ukrayna, Moldova, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan yer almaktadır.2000’li yılların ilk yarısında ise Avrupa Birliği’nin yeni politikası “Avrupa Komşuluk Politikası(ENP)”, yakın zamanda AB’ye üye olma ihtimali olmayan ülkelere yönelik hazırlanmış bir politika olmakla birlikte, bu ülkelerin demokratik, refah seviyesi yüksek ve istikrarlı ülkeler olması için oluşturulmuş bir politikadır. AB’nin Komşuluk Politikası, AB’nin aday statüsünde olmayan yakın komşuları olan: İsrail, Ürdün, Moldavya, Fas, Tunus, Filistin, Ukrayna, Ermenistan, Azerbaycan, Mısır, Gürcistan, Lübnan, Cezayir, Suriye, Libya ve Belarus olmak üzere 16 ülkeyi kapsamaktadır. Bu ülkeler ile ortaklık anlaşmaları imzalanmakta, daha sonra anlaşmalar çerçevesinde eylem planları hazırlanmaktadır. ENP’de içerisinde, Karadeniz Bölgesi’nde Ukrayna, Moldova, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan yer almaktadır. Karadeniz Bölgesi’nde yer almasında rağmen; Rusya Federasyonu bu politika dışında tutulmakta ve ikili ilişkiler kurulmaktadır. Türkiye ise AB’ye üyelik müzakereleri devam ettiği için bu politikaların dışında tutulmuştur.
Avrupa Komşuluk Politikası ile daha geniş Avrupa düşüncesi ön plana çıkarken, bir sonraki aşamada ise genişlemiş bir AB’nin stratejik varlığını geliştirilmesi nihai hedeftir. Bu yüzden, ENP değişen komşulara yönelik etkili ve uyumlu bir dışişleri ve güvenlik politikasının da uygulamasına imkân verecektir. Böylelikle bölge ülkelerine üyelik vasfı verilmeden, bu ülkelerin Avrupa Birliği ile bütünleşmesi sağlanmaya çalışılmaktadır.
Devam eden süreçte Karadeniz Bölgesi’nde daha etkin olmak ve bölgedeki gelişmeleri yakından izlemek isteyen Avrupa Birliği 11 Nisan 2007 tarihinde “Karadeniz Sinerjisi-Yeni Bir Bölgesel İşbirliği Girişimi” adlı politika belgesini yayınlamıştır. Karadeniz Sinerjisi girişimi, iyi yönetişim, kişilerin dolaşımı, güvenlik, enerji, ulaştırma, çevre, denizcilik politikası, balıkçılık, ticaret, araştırma, eğitim, istihdam, sosyal işler, bilim ve teknoloji gibi alanlarda devam eden sektörel Topluluk programlarının ve teşebbüslerinin üzerine inşa edilecektir. Bu bağlamda Karadeniz Sinerjisi’nin amacı bölge ülkelerinin kendi arasında ilişkilerin ve işbirliğinin geliştirilmesinin yanı sıra, bölge ülkeleri ile Avrupa Birliği arasındaki ilişki ve işbirliğini de inkişaf ettirmektir. Avrupa Birliği’nin diğer politikalarının devamı niteliğinde olan Karadeniz Sinerjisi, bölgesel işbirliği üzerine yoğunlaşırken, denizcilik politikalarına da ayrı bir önem vermektedir. Bunun yanı sıra Sinerji’nin temel amaçları arasında da yer alan enerji sektörü AB için ayrı bir öneme sahiptir. AB’nin enerji arz güvenliği için Karadeniz hem üretim hem de nakil hatları açısından stratejik öneme sahip olmakla birlikte, AB’nin enerji politikalarının temelini oluşturan enerji üretim ve arz çeşitliliğinin güvence altına alınması, AB açısından bölge güvenliğine olan ilginin artmasına sebep olmaktadır. Ayrıca bölgede yeni enerji altyapılarının oluşturulması ve mevcut olanların iyileştirilmesi yoluyla enerji istikrarının güçlendirilmesi hedeflenmektedir.
Tüm bunların yanı sıra Avrupa Birliği Karadeniz Bölgesi’nde demokratik ve ekonomik reformlar teşvik eden bir takım politikalar hayata geçirmeye başlamıştır. Buna örnek olarak ise INOGATE (Avrupa’ya Devletlerarası Petrol ve Gaz Nakli) programı, TRACECA (Avrupa-Kafkasya-Asya Ulaştırma Koridoru), ulaştırma üzerine Karadeniz PETRA (Pan- Avrupa Ulaşım Alanı) programları ve DANBLAS (Tuna-Karadeniz Çevre Görev Gücü) girişimlerini gösterebiliriz.
Karadeniz Bölgesi’ne olan ilgisi sebebiyle Avrupa Birliği, bölgenin refah, barış ve istikrarı sağlamak amacı ile 1992 yılında Türkiye’nin öncülüğü ile kurulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİÖ) ile de yakın temas kurmaktadır. Bu bağlamda 14 Şubat 2008’de Kiev’de ilk kez bir araya gelerek AB ile KEİÖ arasında karşılıklı işbirliğinin geliştirilmesi olanaklarını tartışan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’ne (KEİÖ) üye Arnavutluk, Ermenistan, Azerbaycan, Bulgaristan, Gürcistan, Yunanistan, Moldova, Romanya, Rusya Federasyonu, Sırbistan, Türkiye ve Ukrayna dışişleri bakanları, KEİÖ-AB etkileşiminin bütün Avrupa’nın ekonomik, bilimsel ve çevresel işbirliğinin ayrılmaz bir parçası olduğunu; KEİÖ alanı içinde faaliyet gösteren uluslararası örgütler ve kurumlar arasında entegrasyon ve işbirliği çabalarını artırarak bölgede yeni bir sinerji yaratılabileceğinin altını çizmişlerdir.
Bunun ardı sıra ise Avrupa Birliği ENP’nin bölgesel uygulaması olarak Doğu Ortaklığı girişiminde bulunmuştur. Doğu Ortaklığı’nın temelleri Polonya Dış İşleri Bakanı Radoslaw Sikorski’nin önerisi ve İsveç’in desteği ile 2008 yılında atılmıştır. 2009 yılında dönem başkanlığı görevini devralan Çek Cumhuriyeti bu ortaklığa çok önem vermiş ve bunun bir sonucu olarak da Ortaklığın ilk zirvesi Prag’da Mayıs 2009’da yapılmıştır. Ortaklığın amacı taraflar arasında siyasal, sosyal ve ekonomik alanlarda karşılıklı etkileşim ve refahın artırılmasıdır. Bunun yanı sıra özellikle enerji alanında yapılacak olan işbirlikleri esas konuyu oluşturmaktadır. Doğu Ortaklığı’na Belarus, Ukrayna, Gürcistan, Moldova, Azerbaycan ve Ermenistan dâhildir. Avrupa Birliği’nin üye sayısının artması ile birlikte sınırlarında da yaşanılan değişiklik sebebi ile söz konusu ülkelerle daha yakın bir konuma gelmesi güvenlik, istikrar ve refah gibi konuların Avrupa Birliği için daha elzem bir konuma gelmesine sebep olmuştur. Doğu Ortaklığı, AB’nin doğudaki ortakları ile daha güçlü bir Avrupa bağlılığını ve karşılıklı çıkarları temsil etmekte olup, demokrasi ve hukukun üstünlüğü; insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı; pazar ekonomisi ve sürdürülebilir kalkınma gibi ortak değerler temelinde AB ile ortaklık anlaşmalarının imzalanması, sözleşmelere dayanan bir ilişki olarak addedilmiştir. Ayrıca Avrupa Birliği, Doğu Ortaklığı ile birlikte sivil toplum kuruluşlarına da ayrı bir ehemmiyet vermiştir. Bu bağlamda bölge ülkelerinde sivil toplumun gelişmesi, sivil toplumun yetkililerle daha kolay irtibata geçebilmesi, AB ile sivil toplum arasında işbirliğinin geliştirilmesi amacıyla Doğu Ortaklığı Sivil Toplum Forumu kurulmuştur. Forum ilk toplantısını 16-17 Kasım 2009’da Prag’da, ikinci toplantısını 18-19 Kasım 2010’da Berlin’de gerçekleştirirken, üçüncü toplantı 28-30 Kasım 2011 tarihinde Poznan’da, dördüncü toplantı ise 29-30 Kasım 2012’de Stockholm’de yapılmıştır. Forum çalışmalarını beş çalışma grubu altında yürütmektedir.
- Demokrasi, insan hakları, iyi yönetişim ve istikrar,
- Ekonomik bütünleşme ve AB politikalarına uyumlaştırma,
- Çevre, iklim değişikliği ve enerji güvenliği,
- Kamuoyları arasında iletişim
- Sosyal diyalog.
Karadeniz Bölgesi’ne olan ilgisi her geçen gün daha da artan Avrupa Birliği, bölgedeki yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, üniversiteler vs. arasında işbirliği sağlamak ve bölgenin kalkınmasını sağlamak amacıyla da Avrupa Komşuluk ve İşbirliği Aracı çerçevesinde Sınır-Ötesi İşbirliği Programı’nı hayata geçirmiştir. Bu program ile birlikte Karadeniz bölgesinde güçlü ve sürdürülebilir kalkınmaya katkı sağlamak temel hedefler arasındadır. Mart 2010’da başlatılan Karadeniz bölgesindeki çevre sorunlarıyla (kirlilikle mücadele, biyolojik çeşitliliğin korunması gibi) ortak mücadeleyi öngören Karadeniz Sinerji Girişiminin Çevre Ortaklığı, Nisan 2011’de gündeme gelen AB’nin “Tuna Bölgesi Stratejisi” de AB’nin Karadeniz bölgesine yönelik politikalarını tamamlar niteliktedir. Tuna Bölgesi Stratejisi’nin dört bileşeni bulunmaktadır.
- Tuna Nehri havzasındaki yerleşim alanlarının birbiriyle bağlanması,
- Bölgede çevre korumasına öncelik verilmesi,
- Bölgenin ekonomik açıdan kalkınması için girişimler geliştirilmesi,
- Tuna Nehri bölgesinde güvenliğin artırılması için, örgütlü suçlarla mücadele için işbirliği tesis edilmesi ve kurumsal kapasitenin güçlendirilmesidir.
AVRUPA BİRLİĞİ-RUSYA FEDERASYONU İLİŞKİLERİ
Rusya ile AB arasındaki ilişkilerin temeline baktığımızda, Soğuk Savaş süresince taraflar arasında uluslararası sistemin durumu esasında bir yakınlaşma olmadığını söylemek mümkündür. 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren Rusya’da reformlar sürecini başlatan Gorbaçov ile birlikte ilk yakınlaşmanın olduğunu söyleyebiliriz. Mihail Gorbaçov’un iç politikada hayata geçirmek istediği glasnost ve perestroyka politikaları, dış politikasını da etkilemiştir. Bu bağlamda Gorbaçov, her ne kadar Batı ile zıt kutuplarda olunsa bile, iç politikada başarıya ulaşmada Avrupa ile işbirliği yapmak zorunda olduklarını düşünmüş ve Avrupa ile yakınlaşmaya başlamıştır. Gorbaçov’dan sonra Rusya Devlet Başkanı olan Boris Nikolayeviç Yeltsin de “batıcı” bir politika izlemiştir. Nihayetinde Sovyetler Birliği’nin dağılması ve iki kutuplu yapının sona ermesiyle birlikte taraflar arasında ilişkiler gelişmeye başlamıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan uluslararası konjonktürde, Sovyetlerin varisi konumunda olan Rusya Federasyonu ile Avrupa’nın ekonomik devi Avrupa Topluluğu arasındaki ilişkilerin seyri, 1992 yılında Avrupa Topluluğu üye devletlerinin imzalamış olduğu Maastricht Antlaşması ile belirlenmiştir. Bu antlaşma ile 3 sütunlu bir yapı haline gelen Avrupa Topluluğu, artık Avrupa Birliği olarak yoluna devam etme kararı almış, bunun yanı sıra sütunlardan biri olan “ortak dışişleri ve güvenlik politikası” çerçevesinde ortak bir politika oluşturma isteği AB-Rusya ilişkileri açısından önemli bir aşama olmuştur. Bununla birlikte AB ile Rusya Federasyonu arasında ortaya çıkan yakınlaşma, özellikle ekonomik ve ticari alanlarda kendini daha çok belli etmiştir.
Avrupa Birliği’ni Rusya’ya yaklaştıran nedenleri şöyle sıralamak mümkündür:
- Rusya’nın önemi; sahip olduğu doğal kaynaklar,
- Rusya’nın tehdit unsuru olarak görülmesi; Rus ekonomisi, çevre problemleri ve toplumunun koşulları,
- İki kutuplu sistemin çöküşü ve Sovyetlerin ardından ortaya çıkan ülkelerin AT’ye üye olmak istemeleri,
- Rusya gibi üyelik konusu gündeminde olmayan ülkelerin, Avrupa’ya entegre olmasını sağlamada izlenilecek politikaların belirlenmesi gerekliliği,
- AB ile Rusya arasında oluşturulacak güçlü bir siyasi ve ekonomik ilişkilerin yeni bölünmelerin önünü alacağı düşüncesi,
- Rusya ile olan coğrafi ve tarihi bağlar.
Rusya açısından da çöküş dönemini arkada bırakarak, uluslararası arenada ‘büyük güç’ olma konumunu elde etmek için AB ile ilişkiler büyük önem taşımaktadır. Büyük güç olma yolunda olan Rusya, AB’yi, gerekli olan hızlı ekonomik modernleşme ve kalkınmayı gerçekleştirme yolunda önemli bir ortak ve Avrupa’da güvenliğin sağlanmasında potansiyel müttefik olarak görmektedir.
Genel olarak özetleyecek olursak, AB Rusya’nın ‘Batılı değerleri’ benimseyen liberal bir güç olmasını isterken, Rusya ise çöküş dönemini atlatarak uluslararası arenada ‘büyük güç olma’ konumunu elde etmeye çalışmaktadır.
ORTAKLIK VE İŞBİRLİĞİ ANLAŞMASI
Taraflar arasında başlayan yakınlaşmanın bir sonucu olarak 1994 yılında Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması (Partnership and Cooperation Agreement-PCA) imzalanmıştır. Fakat anlaşmanın onaylanması Rusya’nın Çeçenistan politikası sebebiyle ertelenmiş ve antlaşma ancak 1997 yılında yürürlüğe girmiştir. Fakat bu süre içerisinde taraflar arasında sadece mal ticaretine imkân veren Geçici Anlaşma imzalanarak, ilişkilerin kopmaması sağlanmıştır. Bu da Avrupa Birliği’nin siyasi olmaktan çok, ekonomik yakınlaşmaya daha fazla önem verdiğini göstermektedir.
Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması ile birlikte Rusya’yı kucaklama-çevreleme politikası yürüten AB, Rusya’nın birliğe üye olmasının önünü kesmekte, aksine ilişkileri stratejik ortaklık çerçevesinde yürütmektedir. Aynı zamanda ortaklık ilişkilerinin devam ettirilebilmesi için de, anlaşma yükümlülüklerinin yerine getirilmesi gerekmektedir. Taraflar arasında siyasi ve ekonomik işbirliğini geliştirmek maksadı ile imzalanan bu anlaşma, ticaret ve ekonomi, adalet ve içişleri, bilim ve teknoloji, enerji, çevre, ulaştırma ve uzay araştırmaları konularında işbirliğini öngörmesinin yanı sıra, uluslararası konularda ve insan hakları ve demokrasi ilkelerinin korunmasında işbirliğini içeren siyasi bir ortaklığı da kapsamaktadır. Ayrıca bu anlaşma ile taraflar arasındaki ilişki kurumsallaşmıştır ve bu bağlamda her altı ayda bir AB-Rusya Zirvesi yapılmasına, alt komite ve çalışma grubu kurulmasına karar verilmiştir. Anlaşmanın uzun dönemdeki amacı ise, taraflar arasında bir serbest ticaret bölgesi kurmaktır. Bunun yanı sıra Rusya’nın Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olması hedeflenmektedir.
Bu anlaşmayı Rusya uluslararası siyasi sisteme dâhil olma arzusunu gerçekleştirmede bir araç olarak görmekteyken, görüşmelerde GATT ülkeleri ile eşit koşullarda muamele görmeyi talep etse de AB bu isteğe olumsuz yaklaşmıştır. Ayrıca serbest ticaret bölgesi oluşturulması konusunda AB’nin Rusya’nın buna yeterli olup olmadığı konusunu gündeme getirmesi taraflar arasındaki ilişkilerde bir hayal kırıklığı oluşturmuştur.
ORTAK STRATEJİ BELGESİ
Avrupa Birliği’nin Maastricht Antlaşması ile gündemine aldığı ortak dışişleri ve güvenlik politikası çerçevesinde hayata geçirilmek istenen dış politikada “tek seslilik” konusundaki başarısızlık kendisini Yugoslavya Savaşı süresinde çok net bir şekilde göstermiştir. Bu süreçte üye ülkeler arasındaki uyumsuz politikalar sebebiyle Yugoslavya Savaşı’nda sınıfta kalan AB, 1996 yılında ODGP’yi güçlendirmek için Hükümetlerarası Konferans düzenlemiştir. Amaç, ODGP çerçevesinde uygulamada yaşanan aksaklıkların giderilmesidir. Bu bağlamda Amsterdam Antlaşması ile “ortak strateji” kavramı Avrupa Birliği tarafından kabul edilmiştir. Hazırlanan bu strateji ilk olarak Rusya üzerinde uygulamaya konulmuştur. Bu bağlamda Rusya Hakkında Ortak Strateji Belgesi kabul edilmiştir ve buna göre taraflar arasındaki stratejik ortaklığı güçlendirmek maksadı ile bu belgenin kabul edildiği ifade edilmiştir. Stratejinin ilk olarak Rusya’ya yönelik hazırlanmasının sebepleri ise şunlardır;
- Taraflar arasındaki güç mücadelesi ve Avrupa’nın geleceği,
- AB’nin Rusya ile yakın ilişkiler kurma yolunda ve Rusya’nın Avrupa ekonomik sistemine entegre olmasını istemesi konusunda samimi olduğunu göstermek istemesi
- Avrupa’nın güvenliği için Rusya ile işbirliği yapılması gerekliliğidir.
- Ayrıca bu belgenin hazırlanmasında Çeçenistan Savaşı’nda AB’nin başarısız olması,
- 1998 yılında Rusya’da yaşanan ekonomik kriz ve siyasi olaylar da etkili olmuştur.
Bunun yanı sıra Almanya tarihi ve coğrafi sebepler dolayısı ile bu belgenin hazırlanmasına önayak olmuştur. Bu belgenin imzalanmasındaki amaçlar ise şunlardır; birincisi, hukukun üstünlüğü, açık ve çoğulcu demokrasi ilkelerinin yaşandığı ve işleyen bir pazar ekonomisine sahip Rusya yaratmak, ikincisi ise Avrupa istikrarını sağlamak, küresel güvenliği desteklemek ve Rusya’yla işbirliği yaparak ortak tehditlere cevap verebilmektir.
Ortak Strateji belgesinin kabulünden sonra II. Çeçen Savaşı’nın patlak vermesi AB’yi yeni bir sınavla karşı karşıya getirmiştir. Bu süreçte AB, Rusya’nın toprak bütünlüğünü tanıdığını, fakat kullanılacak gücün orantılı olması gerektiğini vurgulamıştır. Rusya’nın Çeçenlere karşı orantısız güç uygulaması, AB’yi bir takım yaptırımlar yapmak zorunda bırakmış fakat yine de Rusya’nın Avrupa’dan soyutlanmaması gerektiği, AB için Rusya’nın önemli bir ortak olduğu ve Avrupa Birliği’nin geleceği için Rusya’nın gelişiminin de çok önemli olduğu dile getirilmiştir. Fakat bu dönemde Rusya’nın Çeçenistan’a karşı izlemiş olduğu politikalara karşı, AB bir kurum olarak karşı çıksa da, AB üyesi devletler, özellikle büyük devletler, Rusya ile olan ikili ilişkilerine devam etme ve geliştirme yolunu seçmişlerdir.
PUTİN DÖNEMİ VE SONRASI
26 Mart 2000 tarihinde Vladimir Putin’in Rusya Devlet Başkanı seçilmesi ile birlikte yeni bir dönem başlamıştır. Nitekim Putin’in AB’yi Rus dış politikasında olması gereken bir alan olarak görmesi ve uluslararası sistemde Rusya’nın güvenilir bir ortak olacağını belirtmesi bu görüşü destekler niteliktedir. Fakat burada belirtmek gerekir ki “Rusya için AB, parçası olunacak hegemonik bir merkez değil, daha çok işbirliği geliştirilebilecek ‘eşit’ bir aktör olarak değerlendirilmektedir.” Putin’in iktidara gelmesi ile birlikte Avrasyacı akım güç kazanmış ve Rusya sahip olduğu kaynakları kullanarak uluslararası arenada yeniden söz sahibi olan bir ülke konumuna gelmiştir. Bu bağlamda Avrasya Ekonomik Birliği’nin kurulması da bu görüşü destekler niteliktedir. Birlik, AB ve ABD’nin ekonomik gücünü dengelemeyi hedeflemektedir. Avrasya Ekonomik Birliği ile 2025’e kadar petrol ve petrol ürünleri üretiminde mevzuat sınırlamaları olmaksızın ortak pazara geçilmesi planlanmaktadır.
Haziran 2000 tarihine geldiğimizde ise, Avrupa Konseyi Feira Zirvesi’nde bir eylem planı kabul etmiştir. Buna göre, AB’nin Rusya’ya Çeçenistan politikası sebebiyle uyguladığı yaptırımlar kaldırılmıştır. Bunda hem üye devletlerin etkisi olmuş, hem de Putin’in açıklamaları etkili olmuştur. Diğer taraftan AB’nin yeni bir girişimi olarak karşımıza çıkan “Kuzey Boyutu Girişimi”, özellikle Baltık denizi çevresinde bölgesel işbirliği olanaklarını geliştirmeyi arzulayan, hem ikili alanlarda, hem de genişleme sürecine paralel bir süreçte geliştirilmiş bir karşılıklı girişimler ve politikalar bütünüdür. Bu bağlamda “Kuzey Boyutu’nun esas amacı, hem AB, Rusya ve Baltık Denizi bölgesinde yer alan ülkeler arasında gerçekçi bir karşılıklı bağımlılık mekanizması oluşturarak bölgesel istikrarı ve işbirliğini teşvik etmek, hem de AB ile Rusya arasındaki global çerçevedeki ilişkilerin gelişmesini desteklemektir.”
Bu dönemde AB’nin Rusya’ya yönelik girişimlerinin yanı sıra, Rusya’nın da AB’ye yönelik girişimleri olmuştur. Rusya’nın yayımlamış olduğu Orta Vadeli Strateji belgesi Rusya’nın 2000-2010 yılları arasında AB’ye yönelik izleyeceği stratejileri içermekteyken, ayrıca bunun amaç ve araçlarını belirtmektedir. Buna göre Rusya’nın amacı; Rusya’nın dünyadaki rolünü ve imajını sağlamlaştırmak, AB ile Rusya arasındaki stratejik ortaklığı geliştirmek ve güçlendirmektir. Bunun için yapılması gereken iki husus vardır:
- Avrupa’da kolektif bir güvenlik sistemi yaratılması,
- İşleyen bir pazar ekonomisine sahip ve demokratik, hukukun üstünlüğü ilkesinin uygulandığı bir yapının kurulması konusunda, AB’nin ekonomik potansiyelinden ve tecrübesinden yararlanılması.
Bunu izleyen süreçlerde AB ile Rusya arasında 30 Ekim 2000 tarihinde Paris’te gerçekleştirilen Zirve’de, enerji konusunda adımlar atılmıştır. Böylelikle enerji alanında ilişkilerin geliştirilmesi hedeflenmiştir. Bunun ardı sıra Ekim 2001 tarihinde düzenlenen Zirve’de de tarafların enerji piyasasının istikrarı, ihracatın ve ithalâtın güvenilir olması, Rus enerji sektörünün güvenilirliği, enerji tasarrufunun artırılması gibi konular ele alınmış ve ortak Avrupa ekonomi alanı kurulmasının çalışmalarını yürütecek üst düzey bir grup kurulması kararlaştırılmıştır. 2002 yılında gerçekleştirilen Zirve ile AB, Rusya’yı pazar ekonomisi olarak tanımış, Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması’nın ticaretle ilgili anlaşmazlıklarının da giderilmesi konusunda taraflar arasında bir anlaşma sağlanmıştır. 2003 yılının Mayıs ayında düzenlenen St. Petersburg Zirvesi’nin sonunda ise ilişkilerde ortak ekonomi alanı (Common Economic Space), ortak özgürlük, güvenlik ve adalet alanı (Common Space of Freedom, Security and Justice), ortak araştırma, eğitim ve kültür alanı (Common Space of Research and Education) ve ortak dış güvenlik alanı (Common Space of External Security) olmak üzere toplam dört ortak alanın kurulması kararlaştırılmıştır. Rusya’nın DTÖ üyesi olmasını destekleyen AB, 2005 yılında gerçekleştirilen Moskova Zirvesi’nde Rusya’nın DTÖ üyesi olduktan sonra yükleneceği mal ve hizmet ticaretiyle ilgili taahhütleri ele alınmış ve dört ortak alanla alakalı hayata geçirilmek üzere, hedefler ve bunlara ulaşılması için gerekli eylemleri ortaya koyan yol haritaları hazırlanmıştır. Fakat bu konuda hem AB’nin, hem Rusya’nın birbirinden farklı yaklaşımlar benimsemesi, farklı yorumlamalara sahip olmaları çok da olumlu neticeler vermemiştir. Bu bağlamda AB ‘dört ortak alan’ ile birlikte Rusya’da demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel özgürlüklere saygı konularında gelişmeler olmasını öngörürken, Rusya ise ‘ülke güvenliğini güçlendirme’ amacıyla bu girişime onay vermiştir.
Rusya’nın 1993 yılı itibariyle DTÖ’ye üye olmak için girişimlerde bulunmasının sonuçları ancak 2012 yılında neticesini vermiş ve Rusya örgüte üye olabilmiştir. Rusya ile ilişkilerinin başladığı tarihten itibaren AB, Rus ekonomisinin modernleşmesi ve serbestleşmesi için girişimlerde bulunmuş ve Rusya’nın DTÖ’ye üye olması bu çabalar için olumlu bir gelişme olarak karşılanmıştır.
Rusya ile AB arasındaki ilişkiler daha çok ekonomik temellere dayandırıldığı için, siyasi alanda çok fazla bir ilerleme kaydedilememiştir ve bu sebeple AB, 2000’li yılların başında Rusya’nın en önemli dış ticaret ortağı ve en önemli dış yatırım kaynaklarından biri olma konumuna sahip olmuştur. Şuan Rusya, AB’nin en önemli 3. ortağı konumunda iken, AB, Rusya’nın en önemli ticaret ortağıdır. Bu bağlamda “AB’nin Rusya’ya ihracatı, ürün grupları bazında incelendiğinde, en üst sırada makine, ulaşım araçları, kimyasal ürünler, ilaç ve tarımsal ürünlerin bulunduğu görülüyor. AB’nin Rusya’dan ithal ettiği en önemli ürünleri ise başta petrol ve doğalgaz olmak üzere hammaddeler oluşturuyor.”
AB’nin giderek genişleyen sınırları da Rusya ile sorunlar yaşamasına sebep olmuştur. Bu bağlamda 2004 ve 2007 yıllarında birlik sınırlarının Rusya’nın kendi etki alanı olarak tanımladığı Doğu Avrupa’ya genişlemesini Rusya kendine bir tehdit olarak algılamıştır. Bunun yanı sıra Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra devam eden dondurulmuş ihtilaflar yani; Dağlık Karabağ, Abhazya, Güney Osetya ve Transdinyester ihtilafları konularında AB’nin Avrupa Komşuluk Politikası çerçevesinde Doğu Ortaklığı (Eastern Partnership- EaP) ile çözüm arayışları, Rus etkisinin olduğu bu konularda, taraflar arasında anlaşmazlığa sebep olmaktadır. AB’nin bu olaylara müdahil olmasını istemeyen Rusya, çok taraflı girişimlere destek vermektedir. Fakat yine de, Rusya’nın arka bahçesi konumunda olan bu bölgelerdeki sorunların çözümüne Rusya çok da sıcak bakmamaktadır. Fakat burada belirtmek gerekmektedir ki AB’de bu olaylara askeri yönden müdahil olmaktan kaçınmaktadır. AB daha çok yumuşak güç vasıtaları ile olaylara müdahil olma yolunu seçmektedir.
1997 yılında yürürlüğe giren PCA’nın tarafların ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamaması yeni bir anlaşma yapılmasını zaruri kılmıştır. Bu bağlamda 2008 yılında gerçekleştirilen Khanty-Mansiysk Zirvesi’nde müzakerelere başlanması kararı alınmıştır. Fakat taraflara arasındaki görüş ayrılıkları, farklı çıkarlar sebebiyle müzakerelerin sonuca bağlanmasını çıkmaza sokmuştur. Enerji ve ticaret alanındaki anlaşmazlıklar tarafların yeni bir PCA imzalamasında en büyük engeli oluşturmaktaydı. Bunun yanı sıra AB’nin temel değerleri arasında yer alan demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları vb. konularda Rusya’nın daha çok otokratik eğilimleri taraflar arasındaki görüşmeleri çıkmaza sokmaktadır. Fakat burada belirtmek gerekir ki AB, üyeliği söz konusu olmayan bir ülke için, Rusya için, temel değerler yerine AB’nin çıkarlarını ön planda tutmakta ve çıkarları (özellikle enerji alanındaki bağımlılığı sebebiyle) doğrultusunda bu konularda çok fazla ses çıkarmamaktadır. Bu bağlamda 2008 yılında yaşanan Gürcistan-Rusya Savaşı, daha sonrasında Ukrayna’da yaşanılan olaylar karşısında AB’nin söylemlerden öteye geçememesi ve Rusya’ya karşı ciddi anlamda bir yaptırım uygula(ya)maması bu görüşü destekler niteliktedir.
ENERJİ FAKTÖRÜ
Bilindiği üzere, Rusya, dünyanın en büyük doğalgaz rezervlerine sahipken, en büyük kömür rezervleri sırasında ikinci ve petrol rezervlerinde de sekizinci sırada yer almaktadır. Böyle kaynaklara sahip olan Rusya, doğal olarak en büyük ihracatçılardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu açıdan Rusya, AB’nin ithal ettiği doğalgaz ve petrolün en önemli tedarikçisi konumundadır. Bu bağlamda AB üyesi ülkelerin Rusya’ya olan bağımlılık yüzdelikleri ülkeden ülkeye değişiklik gösterirken, AB bir bütün olarak Rus enerjisine bağımlı bir durumdadır. Avrupa ülkeleri, Rusya’ya olan enerji bağımlılığının artmasından dolayı endişelenmektedirler. Fakat “AB’nin enerji konusunda marjinalleşmesi riski karşısında Rusya’nın AB pazarı dışında alternatif yaratamaması sorunu ilişkilerde taraflar arasındaki dengeyi ve “sıfır toplamlı kazanç” yerine “kazan kazan” yaklaşımını gerekli kılmaktadır.” Diğer taraftan enerji kaynakları bakımından zengin bir ülke olan Rusya’da ekonomi de doğal kaynaklara bağımlı durumdadır. Bu sebeple Rusya için enerji politikaları büyük bir öneme haizdir. Dünya enerji piyasalarına yön verebilecek kadar zengin karbon rezervlerini kontrol etmesi Rusya’ya hem güvenebileceği bir ekonomik kaynak hem de bu kaynakları politik bir silah olarak kullanabilecek bir jeopolitik üstünlük sağlamaktadır. Rusya’nın enerji piyasalarındaki avantajlı konumu korumak için geliştirdiği stratejiler 4 başlıkta toplanabilir:
- Orta Asya’daki enerji arzı üzerindeki tekel konumunu korumak ve buradaki enerji kaynaklarının kendi kontrolünde olmayan alternatif boru hatlarıyla dünya pazarlarına açılmasını engellemek,
- Yeni boru hatları inşa ederek Avrupa’daki ithalatçı ülkelere enerji naklini transit ülkelere gerek kalmaksızın gerçekleştirmek,
- Avrupa’daki dağıtım sistemlerinin Gazprom tarafından satın alınarak, Rus projelerine alternatif projelerin hayata geçmesini engellemek ve Gazprom’un Rusya’daki monopol konumunun korunması, yabancı enerji şirketlerinin Rusya veya Orta Asya’daki enerji sahalarını kontrol etmesinin, üretimde ve taşımada söz sahibi olmalarının engellenmesi,
- Yabancı doğalgaz üreticilerinin (Katar, İran) Avrupa pazarına girmemesi için politikalar üretilmesi ve yabancı doğalgaz üreticilerinin hisselerinin satın alınarak, söz konusu üreticilerin doğalgaz satış politikalarının etkilenmesi.
1994 yılında Batı Avrupa devletleri ile eski Doğu Bloku ülkeleri arasında imzalanan ve enerji sektörünü konu edinen Avrupa Enerji Şartı (European Charter Threaty, ECT), AB ile Rusya arasında anlaşmazlıklara sebep olmuştur. Çünkü bu anlaşma enerji sektöründe yabancı yatırımların korunmasını ve teşvik edilmesini öngörürken, enerji kaynaklarının DTÖ kurallarına uygun şekilde serbest ticareti ve transitini istemekte, aynı zamanda Gazprom’un Rusya boru hatları üzerindeki monopol yapısının sona erdirilmesini istemektedir. Bu bağlamda Rus yetkililer AEŞ’in sadece enerji tüketicilerinin çıkarlarını gözettiğini, enerji üreticilerinin çıkarlarının ise gerektiği gibi korumadığını ileri sürerek bu anlaşmaya karşı çıkmaktadır. Nitekim değişen konjonktür ile birlikte şartların da değişmesi gerektiğini vurgulamaktadırlar.
AB-Rusya ilişkilerinin temel belgesi niteliğinde olan ve 1997 yılında yürürlüğe giren Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması’nın taraflar arasındaki sorunları çözmede yetersiz kalması ve geçen sürede tarafların birbirine olan karşılıklı bağımlılıklarının artması, daha etkin bir mekanizmaya ihtiyaç duyulduğunu göstermiştir. Bu bağlamda 2000 yılı Ekim ayında gerçekleştirilen Zirve’de iki taraf arasında enerji ortaklığı için çözüm ve düzenlemeler yapılması amacı ile yeni bir diyalog süreci başlatılmıştır. Enerji Diyalogu olarak adlandırılan bu sürecin amacı; enerji piyasalarının serbestleşmesi ve entegre hale gelmesine yönelik politikalar vasıtası ile Rusya ve AB’yi enerji alanında buluşturmak ve Avrupa’nın enerji güvenliğini sağlamaktır. Ayrıca bu enerji ortaklığı Rus enerji sektöründe, enerji üretimi ile ulaşım altyapısını güçlendirmeyi, enerji piyasalarının açılmasını teşvik etmeyi, piyasada çevre dostu teknoloji, enerji kaynaklarını artırmayı ve enerji verimliliğini ve tasarrufunu sağlamayı amaçlamaktadır. Fakat teoride sağlanan anlaşma, uygulamada yerini bulamamıştır. Çünkü AB’nin, enerji sektöründe liberalizasyon politikaları izleyeceği beklentisine karşın Rusya, Gazprom’un enerji sektöründeki tekelini kuvvetlendirmiştir. Devam eden süreçte enerji konusunda yaşanılan anlaşmazlıklar sebebiyle ve AB’nin Rusya’ya bağımlılığını azaltmak amacıyla AB farklı girişimlerde bulunmuştur. Bu bağlamda Avrupa Ortak Enerji Piyasası ve Nabucco gibi alternatif boru hattı projelerine yoğunlaşan AB’ye karşı Rusya, Mavi Akım II, Kuzey Avrupa Gaz Boru Hattı (NEPG) Güney Akım, Türkmen doğal gazını Rusya’ya nakledecek alternatif nakil hatları gibi projelere yoğunlaşmıştır. Böylelikle Avrupa’yı enerji konusunda kendisine bağımlı hale getirmek isteyen Rusya, üçüncü ülkeleri aradan kaldırarak istediği fiyatı belirleme politikası yürütmektedir. Bu açıdan AB ile anlaşma imzalamak yerine, AB üye ülkeleri ile ikili antlaşmalar imzalayarak, fiyat avantajını da kendi elinde tutarak Avrupa’nın en önemli enerji tedarikçisi konumundan asla vazgeçmemektedir. Fakat burada belirtmek gerekir ki, sadece Rusya’nın isteği doğrultusunda değil, AB içerisindeki nüfuzlu devletler de kendi çıkarları doğrultusunda bir politika izledikleri için Rusya ile ikili antlaşmalar yapmayı daha çok tercih etmektedir. Burada daha çok zarar gören enerji konusunda tamamen Rusya’ya bağımlı olan ve çok fazla nüfuz sahibi olmayan küçük devletler olmaktadır.
Avrupa’nın enerji açısından Rusya’ya bağımlı olması zaman zaman siyasi konularda da kendisini göstermektedir. Nitekim 2006 yılında Ukrayna ile Rusya arasında yaşanan doğalgaz krizi sonrası, Rusya’nın doğalgazı kısma yöntemini seçmesi Avrupa devletlerini de endişelendirmiştir. Benzer bir olayın Avrupa’da yaşanmaması için 2006 yılı Mart ayında Avrupa Komisyonu tarafından “Güvenilir, Rekabetçi ve Kesintisiz Enerji İçin Avrupa Stratejisi” başlıklı “Yeşil Kitap” yayınlanmıştır. Buna göre Avrupa açısından ‘enerji güvenliği’, enerji kaynaklarının güvenilir arzına güvenilir yollardan, sürdürülebilir bir şekilde ve makul fiyatlarla ulaşılmasını ifade etmektedir.
Diğer taraftan Avrupa’nın Rusya’ya enerji konusunda bağımlı olduğu kadar, Rusya’nın da Avrupa’ya bağımlı olduğunu söylemek gerekir. Çünkü Rusya’nın en önemli ihracat kalemi olan doğalgazın en önemli alıcıları AB üyeleridir. Bununla birlikte Rusya’nın dış ticaretinde AB’nin payının % 50’den fazla olması Rusya’nın neden bağımlı olduğu açıklamaktadır. Çünkü Avrupa’ya ihraç edilen enerji kaynakları da Rus ekonomisinin temel sabit kazanç kaynağıdır. Bunun yanı sıra “AB, Rusya’nın ithalatında % 45, ihracatında ise % 55’lik bir paya sahiptir. Ayrıca AB, Rus petrolünün % 88’ini, toplam doğal gazının % 70’ini ve toplam kömür ihracatının % 50’sini tüketmektedir. Kısacası, enerjide AB’nin Rusya’ya bağımlılığı kadar, Rusya’nın da AB’nin tüketimine ihtiyaç duyduğu görülmektedir. Bu bağlamda Rusya-AB ilişkilerinin özünü karşılıklı bağımlılık esasında, “enerji oyunları ve ekonomik işbirliği” oluşturmaktadır. Fakat Rusya Avrupa’ya bağımlılığını uzun vadede azaltmayı hedeflerken, 2009 yılında yayınlanan “2030 yılına Yönelik Rusya’nın Enerji Stratejisi” başlıklı stratejik belgede Rusya’nın en büyük enerji pazarının Avrupa ve BDT olduğuna değinilerek bu durumun ileriki dönemlerde de devam edeceği belirtmektedir.
Son dönemdeki gelişmelere bakacak olursak AB, Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltabilmek için Amerika Birleşik Devletleri ile enerji alanında işbirliği yapmak amacıyla müzakerelere başlamıştır. Bu bağlamda Birlik adına Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton ile Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry ve ABD Enerji Bakanı Ernest Moniz, heyetler eşliğinde Brüksel’de bir araya gelmiştir. Toplantının taslak karar metninde; Avrupa ve Ukrayna’nın enerji güvenliğini Rusya’ya karşı sağlamlaştırma ve Rusya’ya yönelik yeni yaptırımlar üzerinde çalışmalar yapıldığı, Avrupa’nın tedarik kaynaklarını çeşitlendirmek için ABD’den sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) alma olasılığı memnuniyetle karşılandığı belirtilmektedir.
DEĞERLENDİRME
Avrupa Birliği, Avrupa Komşuluk Politikası, Karadeniz Sinerjisi ve Doğu Ortaklığı ile Karadeniz bölgesinde barış, huzur, refah, istikrar, demokrasi gibi konuların geliştirilmesini hedefleyerek, bu ülkelerin serbest piyasa ekonomisine geçişine, demokratik devlet yapısına kavuşmalarına aracı olmaya çalışmaktadır. Nitekim çatışmaların olmadığı, ekonomik bağımsızlığın sağlanmış olduğu, istikrarın hâkim olduğu bir Karadeniz Bölgesi, hem Avrupa için hem de uluslararası sistemde barışın sağlanması için bir vesile olabilecektir. Fakat birliğin Karadeniz politikası bölge ülkeleri arasında belirli bir ekonomik yakınlaşma ve istikrar sağlamış olsa da, demokratikleşme anlamında çok fazla bir katkı yaptığı söylenemez.
Avrupa Birliği’nin Karadeniz Bölgesi’ne yönelik politikalarının yanı sıra, Karadeniz’e kıyısı olmasına rağmen Rusya ile ayrı bir politika izlemektedir. Bu bağlamda Rusya ile yapılan anlaşmalar, müzakereler, diyaloglar ilişkilerin temelini oluştururken, taraflar arasında çok da büyük bir işbirliğinden söz etmemiz mümkün gözükmemektedir. Çünkü Rusya-AB ilişkilerinin temelinde Rusya’nın AB üyesi olmayacağı fikrinin olması, ilişkilerin gelişmesine imkân vermemektedir. Çünkü Rusya hegemon bir güç olarak, kendi yetkilerini supranasyonel bir yapıya devretmek istememektedir. AB’yi bir dış politika konusu olarak değerlendiren Rusya, uygulamada da bu düşüncesini gerçekleştirmekte ve AB ile bir bütün yerine, AB üye ülkeleri ile ikili ilişkiler geliştirme yolunu seçmektedir. Tabi ki burada belirtmek gerekir ki, bu sadece Rusya’nın isteği doğrultusunda gerçekleşmemektedir. Özellikle enerji alanında Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkeler de kendi çıkarları doğrultusunda Rusya ile ikili ilişkileri geliştirmeyi seçmektedir. Bunun bir sonucu olarak ise Avrupa Birliği içerisinde ortak bir enerji politikası oluşturulamamaktadır. 2006 yılında Ukrayna Krizi’nden sonra ortak bir politika için çalışmalar yapılmış olsa da var olan durum bu çalışmaların diğerlerinde olduğu gibi sadece teoride kaldığını, uygulamaya geçemediğini göstermektedir.
Diğer taraftan AB’nin ABD ile yakınlaşması, özellikle enerji ve Ukrayna konusunda işbirliği içerisine girmesi Rusya’ya karşı bir tepki olabilir. Fakat hem Rusya’nın, hem de AB’nin birbirlerine olan bağımlılıkları diğer alternatifleri zayıflatmaktadır. Nitekim AB’de ABD ile yakınlaşmasına rağmen, ABD’nin Rusya’ya karşı daha fazla yaptırım isteğine temkinli yaklaşmıştır. Bu da gösteriyor ki, taraflar arasında anlaşmazlıklar olsa da, ekonomik ilişkiler her zaman baki kalacaktır. Ayrılsak da Beraberiz anlayışında olduğu gibi…
KAYNAKÇA
European Commission, Black Sea Synergy- A New Regional Cooperation Initiative, (COM (2007) 160 final), Brussels: European Commission, 2007.
Declaration Of Ministers Of Foreign Affairs Of Member States Of The Organization Of Black Sea Economic Cooperation On Bsec-EU Enhanced Relationship,2008.
AKGÜN, Birol, “Rusya-AB İlişkileri”.
BÜYÜKAKINCI, Erhan, “Avrupa Birliği – Rusya Federasyonu İlişkilerinde Güvenlik Sorunsalı”.
DAVLETOV , Timur B., “Rusya Federasyonu Enerji Güvenliği”, 3. Uluslararası Strateji ve Güvenlik Çalışmaları Sempozyum Bildirileri, (Editör: Sait YILMAZ), . Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırma Merkezi, İstanbul,2010.
EFE, Haydar, “Avrupa Birliği’nin Karadeniz Bölgesi Politikası”, Karadeniz (Black Sea-Çernoye More) Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 16, 2013.
ERDOĞAN, M. Murat, “Türk Cumhuriyetleri’nin Bağımsızlıklarının 20. Yılında Avrupa Birliği’nin Orta Asya Politikaları”, Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi İnceleme-Araştırma Dizisi; Ankara, 2011.
HASANOĞLU, İbrahim, “Rusya-Avrupa Birliği İlişkilerinde Enerji Faktörü”, Akademik Perspektif, 2014.
HATİPOĞLU, Esra, “Yorgun AB’nin Komşularla İmtihanı: Karadeniz Bölgesi ve Avrupa Birliği”, Orta Asya ve Kafkasya Araştırmaları Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 16, 2013.
KAHRAMAN, Sevilay, The European Neighbourhood Policy: The European Union’s New Engagement Towards Wider Europe, Perceptions, Cilt 10, Kış 2005.
KANTÖRÜN, Ufuk, “Bölgesel Enerji Politikaları ve Türkiye”, Bilge Strateji, 2010.
KARLUK, Sadık Rıdvan, “Küreselleşen Dünyada Avrupa Birliği’nin Orta Asya Ülkeleri İle Olan İlişkileri ve Bölgeye Yönelik Stratejisi”, II. Uluslararası Sosyal Bilimciler Kongresi, 2008.
KORKMAZ, Dicle, “Rusya Federasyonu-Avrupa Birliği İlişkilerinin Üç Temel Belge Çerçevesinde İncelenmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Tez Danışmanı: Prof.Dr.Atila ERALP, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007.
MUSAOĞLU, Neziha – ÖZGÖKER, Uğur, “Rusya – AB İlişkilerinde Stratejik Ortaklıktan Stratejik Depresyona” Güvenlik Stratejileri Dergisi, Harp Akademileri Basımevi, 2008.
ÖZDAL, Habibe, “AB-Rusya İlişkilerinde Kuyruk Köpeği Sallıyor”, USAK Analist Dergisi, Ağustos 2011.
ÖZERDEM, Füsun, “Avrupa Birliği Doğu Ortaklığı Programı ve Program Ülkelerinin Algıları-Üyelik Olmadan Asla”, Elektronik Siyaset Bilimi Araştırmaları Dergisi, Cilt:3, Sayı:1, 2012.
SCHUSS, Heiko, “Yeni bir ‘AB-Doğu Politikası’ Penceresinden Karadeniz Bölgesi”, Jeopolitik Duyarlılık ve Enerji İşbirliği Açısından Karadeniz Bölgesi, 2. Türk-Alman Güvenlik Diyaloğu, Ankara, 2008.
ŞAHİN, Yeliz, “Stratejik Ortaklık İle Stratejik Rekabet Arasında Rusya-AB İlişkileri”, İKV Değerlendirme Notu, 2013.
TURAN, Aslıhan P., “AB ve Karadeniz Sinerjisi”, BİLGESAM, İstanbul, 2010.
YORKAN, Arzu, “Avrupa Birliği’nin Enerji Politikası ve Türkiye’ye Etkileri”, Bilge Strateji, Cilt 1, Sayı 1, Güz 2009.
ZHUSSİPBEK, Galym, “Avrupa Birliği İle Rusya Federasyonu Arasındaki ‘Stratejik Ortaklığın’ Analizi”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Cilt 7, Sayı: 25, 2011.
İNTERNET KAYNAKLARI
ec.europa.eu/world/enp/documents_en.htm
_rsc/shared/file/Brukselde1Hafta-No16-2011.pdf %C4%B0L%C4%B0%C5%9EK%C4%B0LER%C4%B0NDE_STRATEJ%C4%B0K_ORTAKLIKTAN_STRATEJ%C4%B0K_DEPRESYONA
Yazıları posta kutunda oku