VE YİNE ‘SİYASET’
AKP’nin ilk döneminde (2003-2007) ‘iyi siyaset’ yapıldığı neredeyse herkes tarafından kabul edilmektedir.
Oysa, o dönemde ‘tarafsız’ bir Cumhurbaşkanı olduğu ve o nedenle Cumhuriyet’in temel ilkelerine o denli saldırı yapılamadığı gözlerden ırak tutulmaktadır.
Hatta ‘Çıraklık Dönemi’ olan 2010’lara değin ‘yıkım’da pek ileri gidilemedi bile denilebilir.
Örnek olsun, 2007-2009 döneminde, ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı Nazım Ekren, ki doktoradan sınıf arkadaşım olarak iyi tanıdığımı sanıyorum, Paris’e gelmişti.
‘Nasılsın iyi misin?’den sonra ilk sorum, “Nazım’cığım GAP için ne yapıyorsun?” sorusu oldu.
Çünkü, yüreği Türkiye için, insanlık için çarpan her ‘normal’ insan gibi, biz de okulda GAP Projesi’nin Türkiye’nin ‘gelişme’si için çok önemli olduğunu tartışıyorduk.
Öyle ki, GAP Projesi yaşama geçirilmiş olsa idi, bugün Türkiye tarım ürünleri ihracatında Hollanda’yı geçmiş olabilirdi.
Bölgede ‘çarpık kentleşme’, ‘sosyolojik bozullma’ ve giderek ‘ayrılıkçı terör’e de meydan verilmemiş olacaktı.
Nazım ise, ‘Vallahi ben yeterli ödeneği ayırıyorum, ama bölgeye giden para çar-çur ediliyor’ demişti.
Yani ‘Devlet’te çürüme’, tam da o dönemde başlamıştı denilebilir.
Bugün ise, İstanbul Havalimanı, Körfez Geçidi, Üçüncü Köprü, Çanakkale Köprüsü ve benzeri ‘Böyyük Proje’ler hep ‘övünç kaynağı’ olarak sunulmaktadır.
Ve aslan ‘Muhalefet’imiz, “biz köprüye de böyyük yatırımlara karşı değiliz” diyebilmektedir.
Oysa ben daha o günlerde bu tür ‘yatırım’lara karşı olduğumu söyleyegeldim.
Çünkü Türkiye’nin ‘öncelik’leri bu tür ‘yıkıcı yatırım’lar değildi.
Hatta, istiyorlarsa, AKP’liler giderlerken bu köprü ve havalimanlarını beraber götürsünler.
Nereye istiyorlarsa oraya…
Ne var ki, bu tür ‘gereksiz yatırımlar’ için harcanan her kuruşu geri vermeleri koşuluyla (!).
Örneğin, AKP döneminde ‘zengin olan’ her kim olursa olsun, çalıp-çırptıkları her kuruşa Devlet elkoymalıdır.
Aziz Nesin’in zamanında söylediği gibi, yabancılar da, ‘borcu kime verdiler ise ondan istesinler’.
Kuşkusuz ‘sorun’u karikatürize ettiğim söylenebilir.
Nitekim öyledir.
Ancak, bir yolunu bulup, bütün bu ‘yolsuzluk’ların hesabı sorulmalıdır.
Türkiye’yi ‘nereden nereye’ getirdikleriyle övünen her kim olursa olsun, o yapılanların tümünün, evet evet tümünün, bu ülkenin zararına olduğu anlatılabilmelidir.
Ama bu ‘Muhalefet’ mi yapacak denilecek olursa, inanın benim kuşkum var.
Adamlar ‘biz yapılanlara karşı değiliz’ diye bas bas bağırıyorlar.
‘Yapılış biçimi’ne karşı imişler..
Öyleyse neden ‘çatlasalar da patlasalar da yapacağız’ denildiğinde, çatlayıp patlamadılar?
Bilinen sözdür, çünkü ‘gömeleğin ilk düğmesi yanlış iliklenmiştir’.
‘Muhalefet’ bu yanlış iliklenmeye, daha o günden karşı çıkmalı idi.
Gerekirse ‘çatlamalı’ ve hatta ‘patlamalı’ idi.
Şimdi ise, daha büyük ‘patlama’ların olması kaçınılmaz gibi görünmektedir.
Elli kez yazdım, ‘zararın neresinden dönülse kârdır’ diye.
Şimdi ‘zarar’dan vazgeçtik, ‘iflas’ın eşiğindeyiz.
‘Muhalefet’imiz ise dört gözle ‘seçim’i beklemekte.
Bu ‘seçim’ denilen, sözde ‘demokratik’ eylemin ne getireceği ise gerçekten ‘çok kuşkulu’dur.
Kaldı ki, ‘Demokrasi’ demek salt ‘seçim’ demek değildir.
‘Yurttaş bilinci’ ve ‘direnme gücü’ demektir.
Bunlardan Türkiye’de ‘ne kadar var?’ ve ‘ne kadar olmuştur?’ diye sorarak bitireyim o zaman.