ORTODOKS SAVAŞLARI
HÜSEYİN MÜMTAZ
Türkiye, Rusya-Ukrayna savaşında bir önceki yazımızda belirttiğimiz gibi en başından itibaren her iki tarafa da eşit uzaklıkta durmakla en doğrusunu yaptı, yapmakta devam ediyor.
Ukrayna’nın nasıl bir şey olduğunu en güzel şekilde Beratlı anlattı;
“Ukrayna, İtalya ya da İspanya gibi bile bir ‘ulus devlet’ değil… Fransa gibi, hiç değil… Ya da Almanya… Orada bir halk yaşıyor ama bu İspanya gibi de olsa bir ‘ulus’ değil… Nüfusun %20si zaten doğrudan Rus… Geriye kalanın %50 sinin de ya anası veya babası Rus… Yarı Rus yani… Nüfusun ‘Ukrain’ dedikleri kısmı azınlık! %40… Onun da yapısı ayrıca incelenmeye değer… Yüz yıl önce Osmanlı Rus dediğinde, bunları kast ederdi… Bugün Rus dediklerimizin Osmanlı ağzındaki adı: Moskof…” [i]
Öyleyse bu savaş milletler yahut devletlerarası bir savaş değil.
Ne de “din” yahut “mezhep” savaşı.
Doğrudan “Ortodokslar arası” bir savaş.
Meğer fitili Putin baştan beri öyle/şöyle ateşlemiş.
“2012’de yazdığı makalede, Rusya’nın tarihsel olarak bir ‘medeniyet devleti’ olarak geliştiğini belirten Putin, ülkenin özgün değerlerinin temelini etnik Rus halkına, Ortodoks geleneklerine ve Rus diline dayandırmıştır. Bu anlayışın dış politikaya yansıması Rusya’nın, eski Sovyetler coğrafyasında, temelinde Slavlık, Ortodoksluk ve Rus dili olan Rus dünyasını Batı’ya karşı koruma görevini üstlenmesidir. Putin Kırım’a ilişkin açıklamalarında da buradaki etnik Rusların yaşam şekillerinin tehlikede olmasını, ilhak nedeni olarak göstermiştir. Rusya için Kırım’ın (ve Kiev’in) önemini, Slav halkları, onları birleştiren Ortodoks değerlerin ortak tarihi ve Kiev Rus devletine dayandırmıştır. Açıklamalarında en önemli unsur, Putin’in Rusya ve Ukrayna’nın tek bir halk olduğunu dillendirmesidir”.[ii]
İşte tam burada konuya, “ilgi alanı” olduğu için hiç kaçırır mı, Fener papazı atlıyor;
“Putin ülkesine haksızlık yaptı. Masum silahsız insanların bu kadar feci bir şekilde ölmesini istemiyoruz. İnsanlar barış ve huzur içinde memleketlerinde yaşasın” [iii] dedikten sonra asıl konuya giriyor;
“Ukrayna Başkonsolosluğu’na gittik, dayanışmamızı ifade ettik. Bize karşı çok müteşekkirler. Bugünlerde bu ortamın içinde Ukrayna Başbakanı lütfedip benim doğum günümü kutladı. Bunu çok takdir ettim. Durum çok kötü, üzgünüz. Olmamalıydı. Putin kendisine ve ülkesine haksızlık yaptı. Tüm dünyanın tepkisini çıktı. Biz patrikhane olarak, 30 seneden itibaren Ortodoks âleminin birliği için büyük uğraşmalar yaptık. Panortodoks birliğine her zaman çok önem verdim. Bugünkü şartlar içinde Ortodoks kilisesinin söylemesi gereken her şeyi söyledik. Tutumumuz açık. Müminlerimizin bugünkü ihtiyaçlarını ve tutumlarını göz önünde alarak kararlarımızı aldık. Birliğimiz için patrikhanemiz çok uğraştı. 2016’ya kadar her şey çok iyi gidiyordu. Ortodoks hiyerarşisinde İstanbul her zaman ilk sırada olmuştur. Moskova 5. sırada. Bizim önümüzü kesmeye çalıştılar. Moskova’nın isteğiyle 15-20 asır sonra değişiklik olmaz. Biz korkmuyoruz. Boşuna uğraşmasınlar”.
Yahudi asıllı Zelenski de Türkiye’ye her geldiğinde Fener’i ziyaret etmemiş miydi?
(Zelenski’nin savaşın 12’inci gününde, Kırım ile Donetsk ve Lugansk halk cumhuriyetlerinin tanınması olasılığına “olumlu” yaklaşır hale gelmesi, Güney Osetya ve Abhazya’nın “bağımsızlıklarını” hatırlatmıyor mu? Umarım daha ileri gidip Mezopotamya’da “dört parçalı Kürdistan” örneğine model olmaz).
Ve işte o Fener, Rus Ortodoks kilisesine karşı Ukrayna’ya, hem de Eyüp kaymakamının iznini bile almadan “bağımsızlık” vermemiş miydi?
Türkiye son derece doğru bir tarafsızlık politikası güdüyor ama papaz derhal taraf oluyor hem de güya barışçılık yapıyor.
Hem Ukrayna kilisesini, yetkilerini ve kanunları hiçe sayarak Rus kilisesinden ayırıyor, savaşı ve ayrımcılığı körüklüyor; hem de savaş karşıtı geçiniyor.
Bakın Türk Ortodoks Kilisesi aynı konuya nasıl yaklaşıyor;
“Fener Rum Kilisesi, Lozan müzakerelerinde yalnızca bir azınlık kilisesi olarak kalması şartıyla Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde tutulmuştur. Osmanlı döneminde kazandığı bütün imtiyaz ve statü yeni kurulan devlet ile bitmiştir.
Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 2007/5603K sayılı ilamında Lozan müzakereleri esas alınarak, tarafların beyanını ‘sözlü senet’ olarak kabul etmeleri uyarınca, Fener Rum Kilisesi’nin görevinin Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan Rum kökenli vatandaşların dini ihtiyaçlarını (ayin, vaftiz, nikah, cenaze, vb.) karşılamaktan ibaret olduğunu belirtmiştir. Bundan ötürü, Fener’in ekümeniklik iddia etmesinin yasalara aykırı olduğunu kararda yinelemiştir. Bu demektir ki, Fener Rum Kilisesi tamamen Türk yasalarına bağlı olmak zorundadır; ABD’nin belirleyeceği görevlerin yasal olarak bir geçerliliği ve karşılığı bulunmamaktadır. Ekümeniklik iddia edememesi de ruhani yönden üstün sayılmasının bir yasal dayanağının olmadığını ve başka kiliselerin, yurt içinde ve yurt dışında, işleyişlerine karışmasının mümkün olmadığını belirtir.
2018 yılında Bartholomeos’un Ukrayna Kilisesi’ne bağımsızlık verme kararı bu yüzden yasal değildir. Rus Patrikhanesi’ne bağlı olan Ukrayna Kilisesi’nin, Fener yardımıyla otosefali kazanması ve Türkiye’yi direkt olarak Rusya ile karşı karşıya getirmesi tabii ki de tek başına düşünülmüş bir olay değildir. ABD güdümündeki Fener Rum Kilisesi, yasadışı yolları kullanarak, ona emredilenleri yapmaktadır. Bu nedenle dikkatli olunması ve konu hakkında bilgilenilmesi elzemdir”.[iv]
Şimdi “aman savaş çıkmasın” diyen papazın asıl yüzünü de Toygun Atilla ortaya çıkarıyor;
“Gelelim şimdi günümüze, tarihsel sürecinden beri siyasetin yörüngesindeki Fener-Rum Ortodoks Kilisesi aslında bugünlerde dünyanın konuştuğu Rusya-Ukrayna savaşının da ilk ayak sesi oldu. 2018’de Fener Rum Patriği Bartholomeos, Ukrayna Ortodoks Kilisesi’ne otosefallik (bağımsızlık) kazandıran kararnameyi imzalayarak, Ukrayna’nın o günkü Devlet Başkanı Petro Poroşenko’nun katıldığı törenle yeni birleşik kilisenin lideri Mitropolit Epifaniy’e verdi.
Rusya ortaya çıkan bu durumu ülkesi için bir ‘Milli Güvenlik Sorunu’ olarak ilan ederken, Ukrayna ise kiliselerin ayrıldığı günü ‘Tarihe geçen kutsal gün’ olarak tanımlıyordu.
Savaş çanları çalmaya başlamıştı.
Ukrayna Kilisesi, Batı ve ABD yanlısı Fener-Rum Patrikhanesine bağlanmıştı. Ukrayna, NATO, AB üyeliği gibi taleplerinden önce işe kiliseyi ayırmakla başlamıştı.
Artık tablo netti. Tüm bunlar tarihsel bir okuma ve bugünü görmek için önemli”.[v]
Peki, öyleyse Atilla’nın dediği gibi, gelin bugünü görelim.
Ve bir yaşımıza daha yeni girelim…
Güney Kıbrıs’ta yayınlanan bir gazete haberinde, Güney Kıbrıs’ta yaşayan “Pontuslu Rumların”, Anastasiadis’e bir mektup göndererek, Ukrayna’nın “Mariupol” kentinde yaşayan Yunanlıların çatışma bölgesinden kurtarılarak Güney Kıbrıs’a yerleştirilmesi için girişim başlatılması talebinde bulunduklarını yer aldı.
Demek Güney Kıbrıs’ta da “Pontuslu Rumlar”; Ukrayna’nın Mariupol kentinde de Yunanlılar yaşıyormuş…
Azak Denizi’nin içinde yer alan Mariupol, meşhur Odesa ile birlikte Ukrayna’nın Karadeniz’deki iki limanından biridir.
Baktık ki ne görelim;
Kurtuluş Savaşı’ndan önce bölgeyi haraca kesen eşkıya Rumların Topal Osman tarafından etkisiz hâle getirilmesiyle artık bölgede barınamamaları sonucu Rusya’ya kaçıp göç ettiklerini zaten biliyorduk da sayılarının 100-150 bin civarında olduklarını, çoğunlukla da Mariupol’a yerleştiklerini böylece öğrenmiş olduk.
Güney Kıbrıs’ta Pontuslular, Yunanistan’da Pontuslular, Rusya’da Pontuslular.
Demek ki bunların nüfusu 3 milyar filan (!).
Ve şu son iki örnek, meseleye yukarıdan bakarak doğru değerlendirme yapmanıza imkân verecektir.
1.Yunanistanın anayasası 3’üncü Maddesi ; “Yunanistan’ın dini ortodoksluktur ve dinin başı Konstantinopolis’tedir” şeklindedir.
2. Politikacı John Kolettis, Megali İdea’yı Ocak 1844’te Yunan Millet Meclisi’nde şöyle dile getirmişti: [vi]
“Yunan Krallığı Yunanistan değildir; Yunanistan’ın sadece bir parçasıdır, en zayıf parçası… Yunan, sadece krallık sınırları dahilinde yaşayan değildir; aynı zamanda İyonya, Selanik, Serres, Edirne, İstanbul, Trabzon, Girit, Sisam veya Yunan tarihine ya da Yunan ırkına ait herhangi başka bir bölgede yaşayan kişidir…Helenizm’in iki büyük merkezi vardır. Atina, Krallığın başkentidir. İstanbul, büyük başkenttir; tüm Yunanlıların şehri, hayali ve ümidi…”
Yunanistan’ın (gerçekte algılanan değil, idealdeki Yunanistan) sadece krallığı değil, Yunan ulusunun yaşadığı tüm alanı kapsadığı fikri, 1864 Anayasası’nda Kral I. George’a verilen unvanla sembolize edilmişti: Yunan Kralı değil, “Helenlerin Kralı.”
Cümlenize tatlı rüyalar…
Ama uyumadan önce başroldeki papazın, karo mu maça mı olduğuna iyi karar verin.
9 Mart 2022
[iv] Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Yardımcısı Selçuk Erenerol
[vi] “YUNANİSTAN’IN ANADOLU HAYALİ”. Michael Llwellyn Smith. Tarihçi Kitabevi. 2017. S.23)
Yazıları posta kutunda oku