Katkısını değerli bulduğum Sn.Kaplan “… arkasindan birçok yazilarini kagitlarini toplamislar “ kısmı biraz eksik kalmış gibi.
Kimler toplamış? Toplanan belge niteliğinden kağıtların akıbeti ile ilgili bilgi var mı?
Bu konuda yazmasını dilerim.
Ayrıca katkısına da çok teşekkür ederim.
Öte yandan yazdığım anma yıldönümü iletisinin kör kuyuya düşmediğini duyumsattı. Mutlu oldum.
Ve konuya ilişkin birkaç tümce yazma imkanı da verdi.
Milli Edebiyat akımının öncülerinden Ömer Seyfettin’in en azından bir hikayesini yarım asrı devirmişlerden okumayan var mı bilmem? Yeni nesillerden okumayan pek çok olmalı.
Osmanlı münevverlerinin halkın konuştuğu dili “Lisanı çıplak” veya “argo” gördüğü, aşağıladığı süreçte O ve Ziya Gökalp “yeni lisan, yeni hayat” hareketini başlatan öncülerdi. Yeni dil(lisan) dedikleri aslında köylü, kasabalı, kentli halkın konuştuğu Türkçedir. Halk arasında yaşayan dilin devletin, edebiyatın, sanatın, eğitimin de dili olması için çalışan milletleşmenin öncü aydınlarındandı. Yani dilde halkçılık.
***
1884 doğumlu Ömer’in Harp Okulu (Mektebi Harbiye) ndaki sicil numarasından 22 Ağustos 1903’te mezun olduğu biliniyor. Piyade üsteğmeni rütbesiyle, merkezi Selanik’te olan Üçüncü Ordu’nun İzmir redif tümenine atanır.(1 )
Ömer Seyfettin İzmir’e geldiğinde dilde halkçılık çalışmalarının, üç yıllık bir geçmişi vardır. Türkçe konusunda düşünen yazan pek tanınmayan İzmir Gümrüğü’nde çalışan “Türkçü Necip Bey” ile tanışması ve düşüncelerini öğrenmesi Ömer üsteğmenin ufkunun genişlediği süreçtir.
Mehmet Necip Bey, dilin toplum hayatındaki rolünü ve etkilerini kavramış, dili düzeltmenin aslında toplumu ve hayatı düzeltmek olduğunu bilen bir düşünürdür. Yayın yoluyla “halka doğru gitmeyi, halkın dilini temel olarak alıp bir halkçılık hareketiyle yenileşmeyi ” amaç ediniyor . Ömer Seyfettin de Türkçü Necip Bey gibi halka ulaşmayı ülkü ediniyor. Yalnızca edebiyat-sanat için yazmadığını, böyle bir bakış açısının edebiyatı da küçülteceği görüşündedir.
Yakın arkadaşı Ali Cânip’e (Yöntem) 1908’de yazdığı mektupta yazarların yol gösterici olmaları gerektiğini “Nazarımda edipler insanlara, adiliklere karşı nefreti talim edecek mürşitlerdir…” sözü ile dile getirmektedir.
***
O halktan biridir. Hem halkı hem de kendini anlatmıştır. İnsanlığa zarar veren eski değerleri eleştirerek yeni değerler aramaya, yaratmaya yönelik bir kişiliği vardır.
O, “ilerilik ya da yenilik” adına yabancı bir kültür ve eğitimin yayılmasına da karşıdır. Osmanlı ülkesinde bulunan çok sayıdaki yabancı (misyoner ) okulların kapatılmasından, milli okulların açılmasından yanadır.
Bir yabancı okuldan yetişmiş, alafranga eğitim görmüş, aile çevresinde de böyle yaşayan bir eşle kısa süren başarısız evliliği bu düşüncelerinin kesinleşmesini sağlar.
Ömer Seyfettin, hem kadınlar hem de erkekler arasındaki alafrangalık düşkünlerini acımasızca eleştiriyor. Kadınlarla ilgili düşüncelerini “Muhitimizde milli Türk kadını yok! Alaturkalarla alafrangalar var. Alaturkalar, hayatta geri kalmış, hâlâ ümmet devrinin zihniyetiyle yaşayan zavallılar… Bunlar, model Türk kadını olamazlar. Medeniyete giren, Avrupalılaşanlarsa, önemli değil! Kimi Fransız, kimi İngiliz, kimi Alman terbiyesi almış kuklalar…” diye yazıya döker.
Ömer Seyfettin, yeni hayatın dolayısıyla yeni insanın savunucusudur. Bu yeni insanın kökü bu topraklarda olmalıdır. Bizim tarihi evrimimizden gelen bir kültürün ürünü olmalıdır. İnsanlığın ulaştığı evrensel kültürün ürünleriyle kafaca beslenmeli, bu kültürü eleştirerek benimsemeli ama yerli kalmayı da bilmelidir.
Ömer Seyfettin savaşın son yıllarında yazdığı öykülerde, özellikle yabancılaşmış aydınları hicveder. Onların içine düştükleri komik durumları anlatır. “Efruz Bey” kitabı bu türe örnektir. Batıya yönelen hayat, eğitim düzeninin şekillendirdiği bir insan örneğidir, Efruz Bey. toplumda var olan gerçeklerinin karikatürize edilerek anlatıldığı bu tip. Efruz Bey, mevki ve üne düşkün, hiçbir meziyeti olmayan, dengesiz yarı aydın, aşırı şarlatan bir tiptir. Bir gün içinde hürriyet öncüsü oluverir. “Yaşasın Hürriyet” diye naralar atar. Peşine kalabalıkları toplar. Batı’yı taklit seviyesinin ilerisinde anlayamayan, halktan, milli niteliklerden tümüyle kopmuş biridir. Şifahi bir yazar, şiirsiz ünlü bir şair, esersiz bir dâhi, bilimsiz ünlü bir bilgindir. Ömer Seyfettin, Efruz Bey’e “ sen hepimiz değilsen bile hepimizden bir parçasın” der.( Günümüzde de Efruz Beylerin sayısının ne çok arttığını “sosyal/medya “ görüyoruz.)
Efruz Bey’in zıttı olumlu bir tip olarak Cabi Efendi’ye ilişkin öyküler de yazar. Mermer Tezgâh hikâyesinde Batılı eğitimin temeli olan bilimsel bilgiyi savunuyor. Onun karşı çıktığı körü körüne bir Batı taklitçiliğidir, öykünmesidir. Şekilci bir sözde modernliktir. Bu tip sözde aydınlar Tanzimat’la birlikte ortaya çıkmıştır. Cabi Efendi, akıllı, olgun halktan çıkmış ve ondan kopmamış yerli ve milli bir “arif insan ”dır. Akıl ve mantık gözüyle okumayı üstün bulur. Ona göre, “gerçek bilgi kitaplardan kitaplara, sonra da hafızalara aktarılan şeyler değil, akıl gözü ile hayattan çıkarılan bilgilerdir.”
***
Öer Seyfettin eski mahalle mektebinde yaramazlık eden, İzmir’in pansiyonlarında bekâr hayatı yaşayan, Balkan sınırlarında eşkıya hikâyeleri dinleyen, subay arkadaşları ile memleket sorunlarını tartışan, Manastır’da İstanbul’daki “31 Mart” olaylarının (*) kargaşası içinde Hareket Ordusu hazırlıklarına katılan, Selanik’te Trablusgarp’ın işgalini protesto eden, Balkan Savaşı’na katılan, Birinci Dünya Savaşı ve Mütareke İstanbul’unun acılı, sıkıntılı günlerini yaşadığı süreçte güçlü gözlemleri olan aydınlanmacı öykücüdür.
Mondros/Sevir antlaşmasının ardından Türk yurdunda işgallerin oluşturduğu umutsuzluğun karanlığında Ankara’dan yayılan umut kıvılcımlarının yaşandığı süreçte 6 Mart 1920 günü ölür. Yüksek ateşin yarattığı koma halinde, “Anadolu’dan haber geldi” diye sayıklıyor. Ölümünden 47 gün sonra 23 Nisan 1920 günü açılacak olan Büyük Millet Meclisi’nin müjdeli haberini öğrenemeden uçmağa erer. Şeker (diyabet) insülin henüz bilinmediğinden tabipler gibi o da şeker hastası olduğunu bilmiyor.
Otuz altı yıllık kısa ömrünün ancak sürekli olarak yazabildiği yedi yılına (1913-920) bu denli çok öykü, roman yazabilmiş olmasına şaşırmamak mümkün mü!
Ömer Seyfettin Halk tarafından çok sevilen Yörük Hoca’nın kızı Kezban’ın üzerinden haksızlıklar karşısında dik durmak, boyun eğmemek gerektiği zalimler ne kadar güçlü olsa da hakkının aranması gerektiğini Yalnız Efe’de anlatır.
Türk Milleti’nin( **) tarihindeki olumlu/olumsuz, acı/tatlı olayların yıldönümleri ve önemli işler başarmış devlet adamlarının, siyasilerin, asker veya sivil kahramanların, yazın/sanatın her alanında değerli yapıtlar vermiş kişilerin (doğum/ ölüm yıldönümlerinde) anılması, tartışılması, etkinlikler düzenlenmesinin toplumsal dayanışmanın korunup güçlendirilmesinde yararı çoktur. Yıldönümlerini bireysel ve toplumsal belleğin tazelenip geleceğe sıçramak için bir fırsat olarak görmeliyiz.
( Bu derleme Feyziye Özberk’in Ömer Seyfettin Halkçı Türkçenin Öncü Yazarı yazısından yapılmıştır.)
( 1) Askeri ve edebi terim olarak redif nedir?
( *) 31 Mart Vakası (Kalkışması, İsyanı, Ayaklanması, Olayı yahut Hadisesi), II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’da yönetime karşı yapılmış büyük bir ayaklanma ve darbe teşebbüsüdür. Rumî Takvim’e göre 31 Mart 1325’te (13 Nisan 1909) başladığı için bu adla anılmıştır.
( **) Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir
Bir yanıt yazın