Haluk DURAL
Milli Merkez Genel Sekreteri
27.02.2022
Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı askeri harekât ülkemizdeki siyasi partileri ve muhalif aydınları, sahip oldukları ideolojilerine göre ayrıştıran bir turnusol kağıdı görevi yaptı.
Muhalif partilerin tamamı Rusya’yı kınayan, AB-D/NATO yanlısı açıklamalarda bulundular.
Muhalif aydınların bir kısmı etli sütlüye fazla karışmadan “savaşa hayır” ile özetlenebilecek hümanist bir tavır alırken, bir kısmı Atatürk’ün “Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir” sözünü hatırlatarak Rusya’nın harekâtına karşı çıktılar. Diğer bir kısım ise bodoslamadan Rusya karşıtı (AB-D/NATO yanlısı) tavır takınarak, Rusya’nın da Ukrayna’nın NATO’ya alınması halinde kendi sınırlarına kadar dayanacak olan tehdide karşı ülkesini korumasını haklı görenleri kınamayı seçtiler.
Muhalefet partileri açısından
Ana muhalefet partisi lideri “S-400’leri kime karşı kullanacaksınız?” diye sorarken S-400’lerin, Türkiye’ye karşı uçak veya füzelerle hava hücumu yapmaya kalkışacaklara karşı kullanılacak bir saldırı değil savunma silahı olduğundan bihaber olduğu ortaya çıktı.
Ana muhalefetin ikinci büyük partisinden bir heyet ABD’de Dış İlişkiler Konseyi-CFR ile Henry Barkey’in olmayacağı bir toplantı talep etmesi üzerine Ortadoğu ve Türkiye politikaları uzmanı olarak çalışan Steven Cook 23.02 tarihli tweet ile “İyi Parti’den bazı isimler, Dış İlişkiler Konseyi ile görüşmek istedi ama Hocam Henri Barkey’in davet edilmemesini koşul sundu. Ben de onlara ‘hadi oradan’ diye cevap verdim.” dedi. İYİ Parti’den başka bir heyetin ise 2 Mart’ta ABD’ye gideceği açıklandı. Bu arada genel başkan 24 Şubat günü “S-400’lerden acilen kurtulmalı, Akkuyu nükleer santralini derhal millileştirmeli” şeklinde garip bir açıklamada bulundu.
Irak’a müdahale edecek Amerikan kuvvetlerinin bir kısmının Türkiye’ye yerleşmeni sağlayacak “1 Mart” tezkeresinin TBMM’de kabulü için yeterli oy sağlanamadığı için reddi dışında, gelmiş geçmiş bütün muhalefet partilerinden; BM Güvenlik Konseyi Kararı olmadığı halde, Saddam rejiminin ABD’ye karşı herhangi bir askeri veya terörist faaliyette bulunmadığı, Irak ABD’ye sınırdaş olmadığı halde ABD ve İngiltere öncülüğünde Irak’ta kitle imha silahı olduğu yalanını bahane ederek saldıran; 1,5 milyon insanı öldüren, 2,5 milyon insanı sakat, yetim ve öksüz bırakan, Irak’ı parçalayan ABD emperyalizmini bugüne kadar kınayan bir açıklama duydunuz mu? Duymadınız, duyamazsınız da…
BM Güvenlik Konseyi’nin 17 Mart 2011 tarih ve N1126839 sayılı kararı ile Libya’da “Uçuşa Yasak Bölge” ilanı kararına rağmen NATO’nun görev alanı dışında olduğu halde Libya’yı bombardıman eden NATO ülkelerinin bu ülkede insanların öldürülmesine, ülkenin paramparça edilmesine karşı çıkan bir iktidar/muhalefet partisi açıklaması duydunuz mu? Duymadınız, duyamazsınız da…
ABD ve müttefikleri, Işid (kendilerinin kurduğu) ile mücadele bahanesiyle Suriye’yi iç savaşa sürükleyip, bombardıman ederek yüzbinlerce insanı öldürüp, milyonlarcasını mülteci yapan, ülkeyi parçalayıp, doğusunda PYD adlı 120 bin kişilik ordu kuran, petrollerini yağmalayan ABD ve müttefiklerine karşı çıkan bir iktidar/muhalefet partisi açıklaması duydunuz mu? Duymadınız, duyamazsınız da…
NATO’nun doğuya genişlemesi
15 Şubat tarihli Alman Der Spiegel gazetesinde yayınlanan belgelere göre, 12 Eylül 1990’da Batı Almanya ve Doğu Almanya ile Fransa, SSCB, ABD ve Birleşik Krallık arasında imzalanan İki Artı Dört Antlaşması (Treaty on the Final Settlement with Respect to Germany,) ile iki Almanya’nın birleşimi kabul edilmiş, bu anlaşma metnine NATO’nun Doğu Almanya sınırlarını aşmayacağı yazılmamış olmakla beraber, müzakereler sırasında bu konu üzerinde karşılıklı anlaşmaya varılmıştır.[[1]]
1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki Gorbaçov ve batı kuklası Yeltsin dönemlerinde büyük bir kaos içine düşen Rusya’nın, Putin’in Başkanlığına kadar geçen zayıfladığı dönemde NATO, Baltık ülkelerinden başlayarak, doğu Avrupa’daki bütün eski Varşova Paktı ülkelerini üye yaparak Belarus ve Ukrayna sınırına dayanmıştır.
ABD/NATO açısından Ukrayna iki temel nedenden dolayı stratejik öneme sahiptir:
Birincisi, Rusya Karadeniz’in doğusunda 150 kilometrelik bir sahile sıkışmıştır. Yani geniş sahile sahip Ukrayna Karadeniz’de Rusya’yı dar bir alana sıkıştırmıştır.
İkincisi ve daha önemlisi ise Ukrayna NATO’ya üye olursa, ABD Rusya sınırına Rusya’nın balistik füze üslerini 15-30 dakika gibi kısa süre içinde vurabilecek füze sistemleri yerleştirme imkanına kavuşacaktır. Çünkü geçici olarak yedi bataryalık THAAD (Terminal High Altitude Area Defense) füze sistemi yerleştirdiği Romanya’daki Devesulu ile Polonya-Redzikowo’daki Ustka-Wicko üssüne yerleştiği SM-3 füzesavar bataryalarının Mk41 model kovanlarına her zaman W84 model 150 kilotonluk taktik nükleer başlıklı Tomahawk seyir füzeleri yerleştirme imkanı vardır. [[2]]
1962 yılında Sovyetler Birliği Küba’ya nükleer başlıklı füzeler yerleştirerek ABD’yi baskılamaya başlayınca, kendi sınırlarını ve topraklarını tehdit altında gören ABD, Küba’yı denizden ablukaya alarak, dünyayı bir savaşın eşiğine getirmişti. Halbuki 1959 yılında Menderes hükümetiyle anlaşan ve Türkiye’ye (Manisa-Gölmarmara) 1961 yılında 15 adet nükleer başlıklı Jüpiter füzesi yerleştirdiği halde Sovyetler Birliği Türkiye’yi ablukaya almamıştı.
Demek ki güçlü devletler, kendi toprakları tehdit altında kalınca hiç tereddüt etmeden savaşı göze alarak askeri tedbirlere başvurmaktan çekinmemektedirler. Hele konunun öznesi ABD ise hiçbir uluslararası kuralı tanımadan kendisine sınırdaş olmadığı ve tehdit etmediği halde binlerce kilometre uzaktan gelip; Irak, Afganistan, Suriye, Libya gibi ülkelere saldırıp milyonlarca insanı demokrasi, özgürlük getirme bahanesiyle öldürebilmektedir.
2008 Münih Güvenlik Konferansından başlayarak, Rusya Federasyonu Başkanı V. Putin Ukrayna konusunda ABD/NATO’yu uyardığı halde ve özellikle 2014 seçimleri kazanan Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’e karşı yapılan, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Ukraynalı Nazilere öncülük eden ve Nazilerle işbirliği yaparak Polonyalı ve Yahudilerin ölümünden sorumlu olan Stepan Bandera’nın öğretisini benimseyen Neo-Nazilerin[[3]] silahlı darbeyle, iktidar AB-D/NATO yanlısı faşistlerin eline geçince, Rusya Federasyonu Başkanı V. Putin batıyı NATO’nun Ukrayna’ya genişlemesine müsaade etmeyeceklerini, sorunu barışçıl şekilde çözmek için yazılı öneride bulunmuştur. Rusya’nın barışçıl çözüm önerilerini reddeden AB-D/NATO, Rusya’ya askeri çözünden başka bir çare bırakmamıştır.
Ukrayna’ya yapılan askeri müdahale Rusya’nın jeopolitik iştahından değil, ABD’nin sınır tanımayan, arsız ve aşağılık jeopolitik iştahının dizginlenememesinden kaynaklanmaktadır.
Nitekim ABD/NATO tahrikleri hız kesmeden devam etmekte olup, Rusya’yı kuzeyden de kuşatmak için neredeyse yüz yıldır tarafsızlık politikası izleyen İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyesi olması için çağrı yapılmıştır. Bu çağrıya Rusya’nın cevabı çok sert olmuş, böyle bir kararın bu iki ülkeye bedelinin çok ağır ödetileceği açıklanmıştır.
Rusya’nın askeri harekatının devamında NATO üyeleri olan eski Varşova Paktı ülkelerini işgal planı olması reel askeri duruma hiç uymamaktadır. Putin yakın zamanda yaptığı bir konuşmada, NATO’nun konvansiyel gücünün Rusya’dan yüksek olduğunu ama kendilerinin nükleer gücünün bunu dengelediğini zaten ifade etmişti. Bunun anlamı, Rusya’nın konvansiyonel silahların kullanılacağı bir savaşla batıya doğru genişlemesinin mümkün olmadığıdır. Diğer bir deyişle nükleer saldırı ile de batıya doğru 1997 sınırlarına (Polonya-birleşik Almanya sınırı) genişlemek Üçüncü Dünya savaşı olacağı için mümkün değildir.
Kişisel değerlendirmeme gelince;
Rusya en geç iki hafta içinde Ukrayna’daki askeri hedeflerine ulaşacak ve siyasi hedef olarak da Ukrayna’da ülkenin NATO üyeliğine karşı olan bir hükümet kurulacak, bu hükümetle Rusya arasında “işbirliği ve güvenlik anlaşması” imzalanarak, Rusya askeri birlikleri batıda Polonya, Slovakya, Macaristan, Romanya ve Moldava sınırlarında gereken güvenliği sağlayarak (Ermenistan-Türkiye sınırı benzeri) çatışma ortamı sakinleşecektir.
Ancak bu durum, dünyanın yeni bir “Soğuk Savaş” dönemine girmesine yolaçacak ve uluslararası finans sistemleri, ticaret yolları, ticari ortaklıklar gibi pekçok alanda yeni bir dünya düzenin kurulması için Atlantik ve Avrasya güçleri arasında çok sancılı bir süreç başlayacaktır. Bu süreçten en çok etkilenecek ülkelerin başında olan Türkiye, ekonomik krizin iyice derinleşeceği bir ortamda toplumsal sıkıntıları aşabilmek için iç siyasetteki kısır, toplumu bölücü, kamplaştırıcı söylemler hızla terk edilerek “İÇ CEPHEY” normalleştirmeli, başta Suriye olmak üzere Mısır ve İsrail ile ilişkiler hızla onarmalıdır. NATO’ya üye olmakla beraber dış politikada ulusal çıkarlar esas alınmalı; Rusya, Çin, İran ile dostane ilişkiler karşılıklı menfaatler dikkate alınarak tarafsızlıkla sürdürülmelidir.
[[1]] : Ayrıntılar için bakınız
[[2]] : Ayrıntılı bilgi için bkz. Haluk Dural, Rusya-Ukrayna sorunu aslında Rusya-ABD Füze Krizidir, https://www.academia.edu/70381004/Rusya_Ukrayna_sorunu_asl%C4%B1nda_Rusya_ABD_F%C3%BCze_Krizidir
[[3]] : Eski ABD Hazine Bakan Yardımcısı Paul Craig Roberts, ABD ve AB’nin Ukrayna’da hükümet karşıtlarına para vererek Rusya yanlısı hükümete karşı kışkırttığını iddia etti. Paul Craig, www.paulcraigroberts.org adlı internet sitesinde yayımladığı makalede hükümet karşıtlarına paraların Almanya’nın en büyük partilerinden biri olan Hıristiyan Demokratik Birliği’ne bağlı Konrad Adenauer Vakfı’nca ödendiğini öne sürdü. Craig’in elde ettiği bilgilere göre; “maaş ödeme acentesi” gibi hareket eden Konrad Adenauer Vakfı hükümet karşıtlarına ortalama 200 ile 300 Grivna, yani 15 ile 25 Euro gibi parasal yardımda bulunuyor. Paul Craig yazısında, ABD’li Neoconların ise Ukrayna’yı destabilize (istikrarsız bir hale getirmek) etme ve ABD’nin hedefine ulaşabilmesi için Ukrayna’daki bir”şebekeye” 5 Milyar Dolar “yatırım” yaptığını vurguluyor.
(Paul Craig’in yazısının tamamı: www.paulcraigroberts.org/2014/02/17/us-eu-paying-ukrainian-rioters-protesters-paul-craig-roberts/)
Bir yanıt yazın