Rusya Ukrayna’ya saldırdı. Ülkeyi işgal ediyor. Yaşlılar, gençler, bebeler ölüyor…
Apartmanlar, evler, hastaneler harabeye döndü…
Yangın var.
Gökten ateş yağıyor…
Bu manzara karşısında şimdi, en sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyelim:
Bu bir emperyalist savaştır.
Bu bir “Pazar kavgası” dünya kapitalistlerinin paylaşım savaşıdır. Dünya egemenliğini ele geçirme savaşıdır.
Yani filler tepişiyor, karıncalar eziliyorlar…
Elbette bunun bir ucu Türkiye’ye de dokunacaktır. Ülkemiz, AKP’den önce kendi kendine yeten yedi ülkeden birisiydi. Oysa şimdi vatanımız dışa bağımlı hale getirildi…
Tarım, hayvancılık, sebze, meyve üretimi bitirildi. Yok edildi.
Petrol, doğal gaz, akaryakıt ithal ediliyor.
Buğdayı, arpayı, ayçiçeğini, petrolü, doğal gazı Rusya ve Ukrayna’dan alıyoruz. Savaş devam eder, vanalar kapanırsa, ülkemizin ve insanlarımızın neler çekeceğini varın, siz düşünün…
Bugün bize düşen görev, bu Ukrayna – Rusya savaşından ülkemizin geleceği için bazı dersler çıkarmaktır.
Değerlendirmeler yapmaktır…
Her şeyden önce şu gerçeği vurgulayalım:
İç politikada olduğu gibi, dış politikada da dünya lideri Atatürk’ün siyasi çizgisinden kesinlikle sapmamak gerekir.
Ayrıca ülkemizi İkinci Dünya savaşına sokmayan İnönü’nün dış politikasını ve 1936 yılında bazı devletlerle imzalanan Mondros mütarekesini çok iyi anlamak ve uygulamak gerekir.
Öyleyse, Mondros mütarekesi nedir ve hangi temeller üzerine kurulmuştur, kısaca özetleyelim:
Mondros Mütarekesi, Boğazlar üzerindeki eskimiş haklarımızı yenileyen ve korumaya alan bir haktır.
Ve Mustafa Kemal Atatürk’ün kararlı, saygıdeğer dünya politikası ile büyük devletleri ayağımıza kadar getirmiş, imzalattırmış bir anlaşmadır.
Türkiye’nin yanı sıra bu mütarekeyi Bulgaristan, Fransa, İngiltere, Avustralya, Yunanistan, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya da kabul etmiştir.
Mütarekede Amerika’nın imzası yoktur ve anlaşmayı delmek için elinden geleni yapmaktadır…
Bu sözleşmeye göre Türkiye, savaşan devletler arasında tarafsız ise, muharip devletlerin gemileri Boğazlardan geçemez. Türkiye muharip ise savaş gemilerinin Boğazlardan geçişini istediği gibi düzenler.
Bu nedenle, “Kanal İstanbul”, bilmem ne gibi planlarla, bu sözleşmeyi üç kuruşluk gelir için delmek, yapılacak hataların en büyüğüdür ve buna izin verilmemelidir.
Montrö sadece barış amacıyla kullanılmalıdır. Büyük devletlerin müdahalesine açılmamalıdır.
Ayrıca NATO’dan derhal çıkılmalıdır. Çünkü NATO bir savaş örgütüdür.
Ukrayna yöneticileri, halkının sıkıntı çekmesini, kan dökülmesini istemiyorlarsa, NATO’ya girme sevdasından derhal vazgeçmelidirler.
Rusya da onun özgürlüğünü tanımalı, bağımsızlığına saygı göstermelidir.
Hepsinden önemlisi Türkiye asla savaşa taraftar olmamalıdır.
Barıştan yana bir tavır takınmalıdır.
Sorulması gereken asıl önemli soru şudur:
“Bu savaş kimin savaşıdır?”
Halkların, ezilenlerin savaşı mıdır, yoksa büyük tekellerin, tröstlerin, sömürenlerin savaşı mıdır?
Hepsinden, her şeyden önemlisi, öncelikle bilinmesi gereken; bu savaş Türkiye’nin savaşı değildir. Halkların savaşı da olamaz.
Putin bu savaşı başlatırken ülkenin kurucusu Lenin’e ve ülkelerin “Kendi hakkını tayin hakkına” karşı çıkmış, yanlış bir noktadan girişim yapmıştır.
Ülkelerin demokratik, bağımsızlık hakkını tanımamıştır.
Oysa bilinmesi gereken temel kural; savaşa da barışa da halklar karar verir. Bu Atatürk, Lenin ilkelerinde ve döneminde de böyleydi.
Ama Rusya’da hâlâ tek adam yönetimi ve rejimi işlemektedir.
Böyle bir çağda, uluslara, halklara zorba bir sistemi zorla, baskıyla kabul ettirmeye çalışmak, dayatmak kimsenin hakkı, hukuku değildir. Olamaz.
Olmasına da izin verilmemelidir.