Sadece Azerbaycan için değil, bütün bölge içinde konumu itibari ile Azerbaycan’ın ayrılmaz parçası olan stratejik önemi çok büyük olan Karabağ, tarihte olduğu gibi bugün de Kafkasya’da tüm stratejik özellikleriyle bu konumunu sürdürmektedir.
Sovyetler Birliği’nin dağılması sırasında, 1992 yılında Azerbaycan’ın milli sınırlarını geçen Ermeni ordusu, daha önce Garadağlı, Meşheli ve Baganis-Ayrım’da Türkler ilk defa soykırım ve etnik temizliğe tabi tutuldular.
Ermeniler ilk önce 12 Subat 1992’de Malibeyli ve Kuşcular köylerinde 50 Türkü soykırıma uğrattıktan sonra 25-26 Şubat gecesinde büyük ölçüde iyi eğitim görmüş, Ermeni subaylar ve askerlerden oluşan Karabağ’daki 366’cı elit Rus Alayı ile birleşerek, Azerbaycan’ın dörtte bir toprağını soykırım yaparak işgal etti.
Ermeni kuvvetleri, Türkleri Karabağ ve diğer işgal ettikleri Azerbaycan topraklarından BM 1948 Soykırım sözleşmesindeki, neden, eylem ve sonuç ilişkisinde de tarif edildiği gibi yok etmek maksadıyla, belirlenen bölgeler olan: soykırımcı ve eski Ermenistan Cumhurbaşkanı olan Karabağ’lı Robert Kocaryan’ın 1997 yılında Avrupa’da verdiği demeçlerde, bizzat içinde bulunmakla övündüğü soykırımda, 7 bin kisilik nüfusa sahip ve coğrafi konumu itibariyle bölge için önemi fabrika ve Karabağ’daki tek ve çok stratejik hava ulaşımlı bir yerleşim merkezi de olan Hocalı kentini ele geçirmek için, 25 Şubat gecesi, soykırım gayesiyle harekete geçmistir.
İki eski Ermenistan Cumhurbaşkanı ve ikiside Karabağlı olan Koçaryan’ın ve Sarkisyan’ın bizzat katılımıyla dahil olduğu soykırımda, Hocalı’nın işgali sonucu, sivil silahsız Türkler; çocuk, kadın, ihtiyar ve genç ayrımı yapılmadan Ermeni liderleri ve komiteleri (Karabağ komitesi) ve Ermenistan askerleri tarafından bir gece içerisinde soykırıma uğratılmıştır.
Ve bir çoğumuzun defalarca konuşmalarında da değindiği, resmi kayıtlarda geçtiği ve medya dan duyduğumuz gibi de, resmi rakamlara göre o gece, 613 kisi, bunlardan 83’ü çocuk, 106’sı kadın, çeşitli şekilde işkence yapılarak soykırıma uğratılmıştır.
Ayrıca, bunlardan 487 kisi ağır yaralanmış ve 1275 kisi ise esir alınmıştır.
156 çocuk ise ailesinin soykırımda tamamını kaybederek öksüz kalmıştır.
Kendisi de Karabağlı olan ve Karabağ üzerine önemli eserleri bulunan, Türk tarihçi ve Azerbaycan Parlementosu’nda da yer almış Karabağ eski Milletvekili Havva Memmedova’nın verdiği verilerden ve bu yazının yazarı olan benimde bilgisel katkılarımdan yararlanılarak Haziran 2005 yılında Hollanda Avrasya Türk Kadınlar Birliği Başkanı Fatma Aktaş hanımın Hollanda Parlamentosu’na Türk Soykırımları ile ilgili verdiği önerge içinde de yer alan bilgilere göre ise; 150’ye yakın Türk kadını hala Ermenilerin elindedir, bu kadınlar hala resmi belgelerde kayıp diye geçmektedir ve hala bu Türk kadınlarından bir haber alınamamaktadır.
Bunun dışında, soykırımdan arta kalan şehir nüfusu ise, soykırım sırasında hem Azerbaycan Milli Ordusu’na bağlı kuvvetler, hem de olanaklar çerçevesinde bölgeye yetişen Türk mukavemet güçlerinin direnişiyle güvenilir bölgelere geçebilmişlerdir.
Bu bakımdan hem bilimsel, hem de hukuki olarak meseleye baktığımızda, 1992 yılındaki soykırım olaylarını sadece Hocalı olayı olarak değil, genel anlamda Karabağ Türk soykırımı olarak değerlendirmek daha doğrudur.
Karabağ’a atfen Ermeniler, 1948 sözleşmesinde tarif edilen ve soykırıma uyan, Karabağ’daki soykırımda kullandıkları metodlarda, özellikle çocukların da içinde bulunduğu Türklerin gözlerini oymuşlar, kafa derisini soymuşlar, hamile kadınların karınlarının yarıldığı ve göğüsleri kesildiği gibi, vücuttaki değişik organları da kesmişler ve koparmışlardır ve bazılarını yakarak, doğrayarak, asarak bazılarını da diri diri toprağa gömerek ve ağır işkenceler yaparak bu soykırım suçunu işlemişlerdir.
Bu soykırımın böyle olduğunu dönemin görgü tanığı olan bir Fransız, bir Rus ve bir de soykırımcı Ermeninin kendi yazılı kaynaklarındaki örneklerde de görebiliriz.
Fransız gazeteci Jan iv Yunet’in şu sözleri soykırımı anlamak için önem taşımaktadır:
“Biz, Hocalı faciasının şahidiyiz. Biz Hocalı’yı koruyanların, yüzlerce sivil halkın, kadınların, çocukların, ihtiyarların cesetlerini kendi gözlerimizle gördük. Ermeniler bizim helikopterleri de ateşe tuttukları için video çekimini sona erdiremedik. Lakin yükseklikten gördüklerimiz de yapılan gaddarlığı anlamak için yetiyordu.
Bu çok ürpertici bir manzaraydı. 5-6 yaşındaki çocukları, bebekleri, gebe kadınları merhametsizce katleden Ermeni cellatları hiç kimseyle karşılaştırılamazlar.”
Katliamla ilgili olarak Moskovskiy Komsomolets gazetesinde gazetecilik yapan Neftyanoy Sindrom gazetesinde ise o dönem şunları yazıyordu:
“Esirler var. Lakin daha onlar yaşamaya yaramıyorlar. Kışın onları sabahleyin yarınayak karın, buzun üzerine çıkarıyorlar. Tepelerinden soğuk su döküyor, başlarında şişe kırıyor, sonra yeniden koğuşlarına salıyorlardı. Asıl işkencelerse zaten bundan sonra başlıyordu. Parmaklarını kapının arasında sıkıştırıyor, bağırttıkça lastik copla dövüyorlardı. Bunların bir çoğu bu işkencelere dayanamayarak deli oluyordu. Bir sonraki köyün işgalinde bir Ermeni’nin bir çocuğu alıp, ikiye böldüğünü gördüm. Sonra çocuğun bedeninin bir parçasıyla annesinin yüzüne ve başına o kadar vurdu ki, evladının kanına bulanan zavallı kadın deli olup, gülmeye başladı.”
“Büyük Ermenistan” projesinin anahtar konumundaki simalarından Karabağ komitesi yöneticisi ve soykırımcı yazar Zori Balayan 1996 yılında Ermenice yazdığı “Ruhumuzun Canlanması”adlı kitabında kendi yasadığı ve bizzat Karabağ’da tatbikini yaptığı soykırımcılığını şu şekilde yazmaktadır:
“Biz, çete üyesi Haçatur’la zapt edilmiş evlerden birisine girdiğimizde bizim askerlerin 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilediklerini gördük. Haçatur çocuğun bağırmaması için anasının kesilmiş göğsünü onun ağzına soktu. Sonra ben bu Türk çocuğa onun babalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Onun karnının, başının, göğsünün derisini soydum. Saatime baktım. Çocuk 7 dakika sonra kan kaybından yaşamını yitirdi. Sonra Haçatur çocuğun cesedini doğradı ve köpeklere dağıttı. Akşam ayni şeyi 3 Türk çocuğuna daha yaptık. Kendi halkımın intikamının yüzde 1′ini aldığım için ruhum mutlulukla dolmuştu. Ben her Ermeni vatansever gibi kendi vazifemi yerine getirdim. Hacatur çok terlemişti. Ama ben onun gözlerinde ve diğer kardeslerimin gözlerinde intikam ve güçlü hümanizm mücadelesini gördüm.. Ertesi gün biz kiliseye giderek 1915 yılında ölenlerimiz ve dün yaptığımız olaylardan ruhumuzun temizlenmesi için dua ettik.” demektedir.(s. 260-262)
Bu üç örnekte de görüldüğü gibi, 1948 sözleşmesine göre konuyu ele aldığımızda, Ermenistan yönetici kadrosu tarafından (Karabağ Komitesi üyeleri Koçaryan ve Sarkisyan bizzat için başındadır) Karabağ’da planlı, hedefe yönelik ve delilleri olan bir soykırım suçu işlendiği sözleşmenin 2. maddesindeki tüm şıklara göre sabitleştiği görülmektedir.
Burada yapılması gereken, Azerbaycan’ın veya Birleşmiş Milletler 1948 Soykırımı önleme ve cezalandırma sözleşmesi tarafı olan herhangi bir ülkenin, devlet olarak Birleşmis Milletler’e müracaatıyla, hukuksal yargılama ve cezalandırma sürecini Karabağ’daki soykırımla ilgili olarak başlatması gerekmektedir.
Ayrıca soykırımcılar, insanlık suçu ve savaş suçundan ve insan hakları ihlallerinden de yargılanmaları için de Karabağ ‘da suç işleyenlerin konu ile ilgili uluslararası ve tam yetkili hukuki mercilere de Azerbaycan Devleti ve sözleşmelere taraf olan devletler tarafından başvuru yapılarak, suçluların cezalandırılması için sonuç almaya yönelik süreci başlatmaları gerekmektedir.
Ayrıca, bu konuda dünyanın çeşitli ülkelerinden akademisyen, hukukçuların vs. katılımının sağlanacağı alternatif uluslararası bir konferansın düzenlenerek, konunun her yönüyle sivil toplum çerçevesinde de anlatılması, açıklığa kavuşturulması ve hukuki sürecin işlemesi için uluslararası kamuoyu nezdinde etki yapılması sağlanmalıdır.
Burada dikkat edilmesi gereken, 30 yıldır Azerbaycan’ın topraklarının bir kısmı hala Ermenistan tarafından işgal altındadır.
Bu işgal sürecinde Ermenistan tarafından Azerbaycan Türklerine karşı soykırım, savaş, insanlık suçları ve barışa karşı savaş suçları işlenmiştir.
Burada yapılması gereken, Azerbaycan’ın hukuki, diplomatik merhaleyi harekete geçirip, gerekirse ortam yaratarak, son Ermenistan’ın elinde kalan Azerbaycan topraklarınıda askeri yada diplomatik harekatla kurtarmaktır.
Bu yapılmaz ise, insani acılardan, Karabağ üzerinden, soykırım kurbanları üzerinden Azerbaycan’da bir “Ermeni Hastalığı” dediğimiz kimlik yaratılmaya, soykırım endüstrisi yaratılmaya, birilerinin Hocalı veya Karabağ üzerinden bulundukları konumlarını korumasına, mevki ve kariyer kazanmasına ve Karabağ’da dahil olmak üzere Azerbaycan halkını sanki bir iş yapılıyormuş gibi, bir belediyenin veya meclisin Hocalı soykırımını tanıdı diyerek yan gelip yatırmaya, bugünr kadar Karabağ üzerine yaratılan Soykırım kurbanları endüstrisi üzerinden maddi menfaat sağlamaya, duygu sömürüsü ile Karabağlı’ları maddi, siyasi ve manevi baskı altında tutmaya ve insanları “soykırımla aldatmaya” yarayacaktır.
Ama bu Ermenistan’ın o dönemki liderliğinin ve Karabağlı işbirlikçilerinin soykırım suçundan yargılanması eğer uluslararası hukuk imkanları iyi kullanılmaz ise sağlanmayacaktır..
Suçlular şse bu konuda doykırım suçundan cezalandırılmayacaktır.
Peki bu konuda gerçekte günümüze kadar ne olmuştur.
Bugüne kadar bu konuda uluslararası bir yargılama olmamıştır. Suçlular cezalandırılmamıştır. Sorun hala Tütk dünyadının kanayan bir yarası olarak sürüncemede kalmış, konu hukuki, maddi ve manevi olarak hala çözülmemiştir.
Ama bilindipş hibi, son 30 yıllık süreçte hala ortada, orada-burada dolanan bir takım insanlar, Karabağ soykırımı üzerinden “Ermeni Hastalığı” denilen Karabağ Türk soykırımının acıları üzerinden kendilerine statü edinmiştir.
Milletvekili, Bakan, Vali, üst düzey bürokrat, Müsteşar, Uzman. Kanat önderi vs olmuştur.
Bu konudaki çalışmalarda uçsuz bucajdız prestijler ve maddi
İmkanlar elde etmiştir….
Yani konu, Karabağ Türk Soykırımı sorunu, hala Azerbaycan tarafından bu konuda hukuki olarak uluslarası hukukun doğru kullanılmasını , haklı olan taraf olarak doğru bir şekilde soykırımcılaron yargılanması ve soykırımın uluslarası mahkemede tescillenmesi için, doğru ve sürdürülebilir bir insiyatif alınmasını ve çözülmesini beklemektedir.
Her zaman olduğu gibi:
Atatürk’le kalın
Cumhuriyetle kalın
Hoşçakalın!
Sefa Yürükel