1980 li yılların sonu. Darbe ile gerileyen Türkiye, ilerliyor.
Üniversite bilgisayarında randevu alarak delikli kartlar ile bilgisayar programlama öğrenirken, IBM’in gri kişisel bilgisayarları masalarımızın üstüne yeni renkler katıyor.
Borsa henüz çok yeni. Modern ekonominin hisse senetleri, Tahtakale’de sokak tezgahlarında el değiştiriyor. Türk Telekom, kabloları yeraltına alırken, Dünya’da yukarı sıralara aday. Bankacılık sektörü patlama yapmış durumda. Gıcır gıcır otobanlarda sıvasız tuğla evlerin arasından son hızla ilerliyoruz. Bugünkü gibi umutsuz siyaset içinde, genç mühendis adayları olarak ülkemizin geleceğine umutla bakıyor, kendi geleceğimizi kurmak için farklı alanlara yöneliyoruz.
Maçka’daki üniversitemizin karşısında “Swissotel The Bosphorus” inşa ediliyor. Dev bir inşaat projesinin, birbirini etkileyen on binlerce küçük parçanın anlık takibi ile doğru yönetilmesi için inşaattan ve bilgisayardan anlayan, proje yönetimi eğitimi almış kişilere olan ihtiyaç, seçtiğim alanı belirliyor.
Şantiyede bilgisayara girişleri yapan kişi, erkek egemen inşaat dünyası ile biraz çelişkili duruyor. Bir gün arkadaşını tanıştırırken bana aşağıdaki sözleri gösteriyor ve “bu işi bırakacağım, menejer olacağım, bu arkadaşa albüm yapacağım” diyor.
Ah gözlerin, ah gözlerin
Beni benden alan
Sislerin ardından, buğulu bakan
Ah sözlerin, o sözlerin
Beni benden çalan
Bir nehir misali, kalbime akan
Gösterdiği sözler “Asla vazgeçemem” şarkısı, tanıştırdığı kişi ise Tarkan.
Tarkan’ı bu sabah bir kere daha dinlerken, duygulandım. Klibini seyrederken zil takıp oynatmaya çalışan ritmik bir parçada neden duygulandığımı düşündüm. Diyelim ki müzik kötü, diyelim ki Türkçesi bozuk. Yılların biriken duygularının 4 dakika içinde vura vura dışavurumu sanat değilse, sanat ne? Anlamını dinleyene bırakmak yaratıcılık değil ise yaratıcılık ne?
Tebrikler Tarkan, herkese korkmadan paylaşıp, beğeni koyabilecekleri bir eser ürettiğin için.