İslam uleması İslamiyet öncesi Arap Tarihi’ni genelde “Cahiliye Çağı” olarak adlandırmaktadır. Bana kalırsa; İslam öncesi Arap tarihinin “Cahiliye Çağı” olarak adlandırılması, “Cahil” kelimesinin TDK tarafından yapılan tanımına uymamaktadır. Çünkü TDK “Cahil” kelimesini “Öğrenim görmemiş, okumamış, bilgisiz. Belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan. Halk dilinde; deneysiz, genç, toy (delikanlı veya kız)” şeklinde tanımlamaktadır. “Cehil” kelimesi de “Bilgisizlik, bilmezlik” olarak tanımlanmış TDK sözlüğünde(1).
Oysa temel İslami kaynaklarda da zikredildiği üzere; İslam öncesi dönemde Araplar arasında edebiyat, özellikle şiir ve hitabet sanatı fevkalade gelişmiş, kelime hazinesi ve yazı tekniği ilahi kelamı, yani vahyi hakkıyla yazıya geçirecek seviyeye ulaşmıştı. Mekke’de düzenlenen panayırlarda hatipler ve şairler arasında yarışmalar düzenleniyor ve dereceye giren şiirler “Muallaka-i Seb’a/Yedi Askı” adı altında, yani yazılı metinler halinde Kâbe’nin duvarına asılıyordu. Araplarda hesap kitap işi olan ticari hayat son derece gelişmişti. Civar ülkelere büyük ticari seferler düzenleniyordu. Dolayısıyla; böyle bir topluma, TDK’nın “Cahil” ve “Cehil” kavramlarına verdiği anlamlar çerçevesinde cahil denilemez. Evet, müşrik, kâfir veya inkârcı denilebilir belki ama asla cahil denilemez. Bile bile inkârcılık etmek, cehalet sayılır mı; belki. Ancak bunu, daha çok menfaatçilikle açıklamak sanırım yerinde olacaktır. Toplumdaki itibarını, ayrıca faiz ve tefecilikten elde ettiği haksız gelirleri kaybetme korkusu olmasaydı Ebu Cehil hiç inkarda direnir miydi sanıyorsunuz?
Bu sebeple, Kur’an’ın belagat ve fesahat düzeyini anlatmak için, “Araplarda şiir, edebiyat ve hitabet sanatı o derece gelişmişti ki; Kur’an işte bu şiir ve hitabet sanatını gölgede bırakacak şekilde üstün bir edebi şaheser olarak geldi. Arap edipleri ve şairleri, okuma yazması bile olmayan bir kişiden böyle üstün edebi özellikler taşıyan ayetleri duyunca şaşırıp kaldılar. Ünlü şair Lebid b. Beria’nın kızı, Kur’an ayetleri karşısında babasının şiirlerinin hiçbir edebi değeri kalmadığını ifade ederek, babasının Kâbe duvarında asılı Muallaka şiirlerini yerinden indirdi” diyenlerin, İslam öncesi Arap devirlerini “Cahiliye Çağı” olarak nitelendirmeleri akla pek uygun değildir(2).
Birçok kişinin, Kur’an ayetlerinin belağati karşısında Müslüman olduğunun anlatıldığı bir yazıda, Said-i Nursî’nin “Şualar” isimli eserinden alıntı ile şöyle denilmektedir: “Kâbe duvarına asılan en meşhur yedi şiirden biri meşhur şair Lebid’e aitti. Kur’ân âyetlerini duyan Lebid’in kızı, babasının altın yaldızla yazılıp Kâbe duvarına asılan şiirini oradan indirmiş, ‘Âyetlerin karşısında bunun kıymeti kalmadı’ diyerek Kur’ân’ın üstünlüğünü ve en güzel bir insan sözünün onun yanında sönük kaldığını ilan etmiştir.”(3).
Kur’an’da yer alan “Onlardan birine, Rahman olan Allah’a isnat ettikleri bir kız evlâd müjdelense, içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi/Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suçla öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman./Ortak koştukları şeyler müşriklerden çoğuna, çocuklarını öldürmeyi süslü gösterirdi.”(4) şeklindeki ayetlerden hareketle, Arapların kız çocuklarını diri diri toprağa gömecek derecede cehalet içinde oldukları, hatta ikinci Halife Ömer’in de Müslüman olmadan önce bunu yaptığı söylenmektedir.
Ancak Ömer’in ailesinin eğitimli bir aile olduğu, bazı kaynaklarda Hz. Peygamber’le evlenen kızı Hafsa’nın okur-yazar olduğu, akrabalarından bir kadının, Medine’de peygamber tarafından kadınlara okuma yazma öğretmek için muallime tayin edildiği konusunda bilgiler bulunmaktadır.
Meşhur rivayete göre; Peygamberi öldürmeye giderken kız kardeşi Fâtıma bint Hattap’ın evine uğradığı ve onları Kur’an okurken bulduğu söylenir(5). Demek ki Ömer’in kız kardeşi ve eniştesi okuma-yazma biliyorlardı. Ömer’in akrabası olduğu söylenen Şifâ bint Abdullah isimli kadının, okur-yazar olmasının yanı sıra, bu işi başkalarına, Mesela Ömer’in kızı Hafsa’ya da öğrettiğinden bahsedilmektedir. Bu öğreticilik işinin, sadece Hafsa ile sınırlı olduğu düşünülmemelidir ki; Hz. Peygamber’in Şifa bint Abdullah ile istişarelerde bulunduğu ve ona bazı görevler verdiği söylenmektedir(6).
Dolayısıyla; kadınları bile eğitimli olan böyle bir ailenin ferdi olan Ömer’in, kız çocuğunu diri diri toprağa gömdüğü düşünülemez. Bu, olsa olsa Ömer’in sert mizaçlı bir adam olmasından dolayı, kendisine atılmış bir iftira olabilir. Yani ulemadan bir kısmı, sert mizaçlı bir adam olan Ömer’in bile Kur’an ayetlerini duyunca imana geldiğini anlatmak için, konuyu abarttıkça abartmış, Ömer’i, küçük kızını diri diri toprağa gömecek derecede gaddar bir adam yapmış olmalılar ki; onlara göre Ömer, Hz. Muhammed’i öldürmeye giderken yol üzerindeki kardeşi Fatıma ve eniştesi Said’in evine uğramış, onları Kur’an okurken bulunca şiddetli bir şekilde dövmüş, sonunda “Size acıdığım için değil, yorulduğum için bırakıyorum” demiştir.
Denilecektir ki; “Madem İslamiyet öncesi dönemde Araplar arasında yazılı edebiyat da gelişmişti, şu halde nerede vücuda getirilen o eserler? Bu konuda herhangi bir belge var mı? Öyle ya, madem öyle diyorsunuz koyun belgesini ortaya!”
Bize göre; Cahiliye dönemi denilen devirde bile Arapça’nın yazı diline elverişli hale geldiğinin ve yazılı edebiyatın da oldukça geliştiğinin en büyük belgesi Kur’an-ı Kerim’dir. Yani ilahi vahyin yazıya geçirilmiş hali. Sonra Hz. Peygamberin mektupları var. Eğer, Arap alfabesi, yazılı edebiyat eserleri üretmeye de yetecek seviyede gelişmiş olmasaydı, Kur’an-ı Kerim’i, yazıya geçirmek ve kısa bir süre sonra da mushaf, yani başlı başına bir kitap haline getirmek mümkün olmazdı. İngiltere’deki Birmingham Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya ve yapılan karbon 14 testine göre, üniversitenin kütüphanesinde bulunan bir elyazması Kur’an’ın en az 1370 yıllık olduğu belirlenmiş bulunmaktadır(7).
Bunu destekleyen bir başka bulgu ise Suudi Arabistan Turizm Yüksek Komisyonu‘nda görevli Arap araştırmacılardan Ali ibn İbrahim Gabban’ın, ülkenin kuzeybatısında (Hicaz bölgesi olmalıdır) bulduğu, üzerinde “Allah’ın adıyla; ben, Zuheyr, bunu Ömer’in öldüğü zamanda, dördüncü yılın 20’sinde yazdım.” ibaresi yazan ve 1300 yıllık olduğu söylenen bir yazmalı taştır(8). Topkapı Sarayı’nda “Kutsal Emanetler” arasında bulunan ve “3. İslam Halifesi Osman’ın Öldürüldüğü Sırada Okuduğu Kur’an” denilerek sergilenen mushafı da buna eklemek gerekiyor.
Ayrıca bazı kaynaklarda, az da olsa İslam öncesi döneme ait bazı yazılı metinlerin bulunduğu, bunlardan en eskisinin M.S. 512 yılına ait olduğuna ilişkin bilgiler bulunmaktadır(9). Türklerin en eski yazılı belgeleri olan Orhun Anıtları’nın, M.S. 732 yılında dikildiği dikkate alınırsa, 512 yılını, oldukça erken bir devir olarak kabul etmemiz gerekecektir.
Ortada kayda değer bir belge olmadığına göre; İslam öncesi Arap edebiyatının da, tıpkı Türk Edebiyatı’nda olduğu gibi genelde sözlü geleneğe dayandığı kabul edilmelidir. Bizim Kam, Şaman ya da Baksı dediğimiz halk ozanlarımız gibi, Arapların arasında da muhtemelen bu tip adamlar vardı. Gelin görün ki; eğer Arap yazısı, M.S. 610 yılında inmeye başlayan Kur’an’ı Kerim’i hakkıyla yazıya geçirmeye yettiyse, diğer eserleri de yazmaya herhalde yeterdi. Mesela İmrul Kays, cahiliye dönemi şairidir. 501-540 yılları arasında yaşamıştır. Tesadüfe bakın ki; 540 yılında Ankara’da ölmüş ve Ankara Kalesi’nin karşısındaki Hıdırlıktepe’ye defnedilmiştir. Geriye bıraktığı “Muallaka” adlı eseri 1944 yılında “Yedi Askı” olarak günümüz Türkçesine de çevrilmiştir(10).
Ayrıca Arapça’nın geçmişi hakkında yeterli araştırma, mesela yeterli miktarda arkeolojik kazı yapılmadığını, buna ilave olarak Arabistan’da hakim inanç sistemi olan ve geçmişe saldırmayı şiar edinen Vahhabilik inancının da bu tür araştırmalara ve buluntulara hoşgörü ile bakmadığını ilave etmemiz gerekiyor. Belki de ele geçirilen bu tür buluntular toptan imha edildi, kim bilir! Adamlar eskiye ait iz bırakmamakta kararlılar. Eğer önemli bir gelir kapısı ve Müslümanları soyup soğana çevirmenin aracı olmasalar, Kâbe’yi ve Hz. Peygamberin kabrini de yıkacaklar! Ancak menfaatleri, şimdilik buna engel olmaktadır!
Peki Neden “Cahiliye Çağı” Deniliyor?
Öte yandan İslam öncesi dönemde de Araplar arasında Allah inancı, dahası Allah’ın birçok ismi (ya da sıfatı) biliniyordu ki; Araplar çocuklarına içinde Allah ismi veya Allah’ın sıfatları bulunan isimler veriyorlardı. Mesela; Abdullah, Abdurrahman, Abdulmelik, Abdulaziz gibi, içinde Allah’ın isim ve sıfatları geçen veya Hakem, Malik ve Selam gibi sadece Allah’ın sıfatları olan kelimeler, cahiliye döneminde de Araplarca isim olarak kullanılıyordu. Hatta bizatihi Peygamber’in hiç göremediği babasının adı Abdullah idi. En yakın arkadaşları arasında Abdullah b. Mesut, Abdullah b. Cahş ve Abdurrahman b. Avf gibi isimler vardı. Abdullah b. Selam ismini taşıyan ve Yahudi iken Müslüman olan alim bir zat vardı. Yani bu isimlerin hepsi, taşıdıkları isimleri İslam’dan önceki dönemde (Müşrik, Hanif veya Yahudi iken) almışlardı.
Kanaatimize göre; İslamiyet öncesi döneme “Cahiliye Çağı” denilmesinin en büyük sebebi, İslam inkılabına, meşrûiyet kazandırmak için geliştirilmiş bir söylem olmalıdır. Öyle ya; eskiyi kötüleyeceksin ki; yeniye meşrûiyet sahası açılsın! Elbette o dönemde, İslam tarafından çirkin ve ahlak dışı görülen birçok uygulamanın yaşanıyor olması da, bu döneme Müslümanlarca cahiliye dönemi demeyi gerektirmiştir.
Öyle ya; bir yandan “Hz. Peygamber, gelen vahyi, vahiy kâtipleri vasıtasıyla yazıya geçirtiyordu” diyerek Arapçanın, Kur’an’ı Kerim’i yazıya geçirmeye yetecek seviyede gelişmiş ve işlek bir dil olduğunu söyleyeceksiniz, bir yandan da bu dili bu seviyeye getiren insanlara “Cahil” diyeceksiniz. Bu bir çelişki olmaz mı?
Arap dilinin allamesi kabul edilen Türk asıllı dil bilgini Râgıb El İsfahani “Müfredât-Kur’an Kavramları Sözlüğü”nde, “Cahil” kelimesinin kökü olan “Cehl” kelimesinin üç ayrı anlamı olduğunu söyledikten sonra devamla şöyle demektedir: “Birincisi: Nefsin, aklın bilgiden yoksun olması. Temel anlamı budur. İkincisi: Bir şeyin (gerçekte) olduğundan farklı olduğuna inanma. Üçüncüsü: Hakkında taşınan inanç sahih, doğru da olsa veyahut fâsid, bozuk da olsa, bir şeyi yapılması gerekenden farklı bir şekilde yapmak. Örneğin namazı kasten terk eden kimse(nin yaptığı) gibi.”(11).
Yukarıda dedik ki; İslam öncesi dönemde yaşayan Araplar da Allah’a inanıyor, hem Allah kavramını, hem de Allah’ın sıfatlarını biliyor, içinde Allah bulunan kelimeleri ve Allah’ın sıfatlarını çocuklarına isim olarak veriyorlardı. Dahası; onlar da Allah’a ibadet ediyor, mesela Kâbe’yi tavaf ediyorlardı. Ancak biraz farklı yapıyorlardı bu işi. Denildiğine göre; Kâbeyi müzikli ve çalgılı biçimde eğlence ortamında tavaf ediyorlardı. Mesela Allah’a ibadet ederken putları aracı kılıyorlardı. Dualarını putlar üzerinden yapıyorlardı ki; Kur’an, onların bu durumu şöyle açıklamaktadır: “…Allah’tan başka şeyleri kendilerine koruyucu kabul edenler ki; ‘sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye onlara tapıyoruz’ diyorlar….”(12)
Özetle; Râgıb El İsfahani’nin biraz önce verdiğimiz “cehl” tanımı kapsamında ibadet ediyorlardı. Elbette İslam’ın yasakladığı içki, kumar, fal okları, faizcilik ve örtünme sorunları da yaşanıyordu bu dönemde. İşte bu sebeplerle İslam öncesi döneme “Cahiliye Çağı” veya “Cahiliye Dönemi” deniyor olmalıdır.
Dolayısıyla; özellikle İslam Tarihinin, tarafsız gözle ve yansız olarak yeniden ele alınması ve dini bilgi adı altında bize dayatılan birçok bilginin, çöpe atılması gerekiyor artık. Bu bilgi çağında ve medeniyetin ulaştığı bu seviyede, İbn İshak, İbn Hişam, İbn Sad, Taberi, Mesûdî, Belâzurî diyerek, abuk subuk bilgilerden ve İsrailiyat dolu rivayetlerden kurtulup, bilimin ışığıyla aydınlanmamız şart. Yoksa İslam dünyası olarak bir adım bile ileri gidemeyiz ve emperyalizmin pençesi altında debelenmeye devam ederiz…
Ömer Sağlam
Araştırmacı Yazar
_______________
1-TDK Türkçe Sözlük, c,1, Ankara,1998, s, 376, 392.
2- Lebid b. Beria hk. ayrıntılı bilgi için bkz.
3-https://risale.online/makale/kurandaki-belagatin-fevkalade-tesiri
4- Kur’an-ı Kerim, Zuhruf-43/17; Tekvir-81/8-9; En’âm-6/137.
5-https://islamansiklopedisi.org.tr/fatima-bint-hattab
6-
7-
8- https://www.yaklasansaat.com/haberdosya/2008_haberleri/kasim/kasim50.asp
9-
10-Mehmet Sılay, “İmrul Kays” başlıklı yazısı,
11-Râgıb El İsfahani, Müfredât-Kur’an Kavramları Sözlüğü, Çev. Yusuf Türker, 1. Baskı, Pınar Yayınları, İst. 2007, s, 351.
12- Kur’an-ı Kerim, Zümer-39/3