H. Kaan YÜKSEL
Toplumların tarihsel gelişme süreci içerisinde yaratılan ve bugüne aktarılan her şey kültürü oluşturmaktadır. Kültür, bir milletin varlığının kanıtıdır. Kültürü olmayan bir millet olmadığı gibi, kültürel değerlerini kaybeden bir millet de yok olmaya mahkûmdur. Türklerin tarih sahnesine çıkışlarından itibaren sahip oldukları maddi ve manevi unsurlar, zaman içinde birbirinden farklı coğrafyalarda yaşasalar da, Türk boylarının birbirleriyle ilişkide olmalarını sağlamıştır. Her millet kendi kültürünü yaşamakta ve yaşatmaktadır. Bu nedenle kültürel mirası koruma, tıpkı bir insanın nefes alması gibi, her millet için yaşamsal bir etkinliktir. Bu etkinlik, kültürel değerlerin hem korunmasını hem de aktarılmasını sağlamaktır. Başka bir ifadeyle; kültürü yaşatarak korumak esastır.
Kültür ve millet ayrılmaz bir bütün gibi görünse de kültürlerarası geçişlilik söz konusudur. Yani farklı milletler, benzer kültürel değerlere sahip olabilir. Özellikle benzer coğrafi kimliğe sahip olan milletlerin, kültürleri elbette benzer olacaktır. Örneğin; Orta Asya’dan göç eden toplulukların oba halinde yaşaması bir karasal iklim geleneğidir. Benzer olarak şehir kültürü Avrupa bölgesinde daha yaygındır. Özellikle geniş ovalı şehirlerde, yerleşik hayata yatkınlık ve refah düzeyi yüksektir.
Kültür, kaba bir tabirle; bir toplumun özüdür, toplumsal yapının temelidir. Prof. Dr. Bozkurt Güvenç’in de anlattığına göre, kültür “Canlı-üstü” bir yaşam alanıdır. Canlılar bilindiği gibi atomlar ve moleküllerden oluşmaktadır. Söz konusu parçalar cansız varlıkları da oluşturmaktadır. Dolayısıyla; cansız olan bu parçalar bir araya gelerek canlı bir varlık oluşturur. Kültür de canlıların bir araya gelerek oluşturduğu bir varlıktır. “Canlı Kültürü – Cansız Kültürü” Şeklinde bir ayrımdan bahsetmek mümkün müdür? Cevaplanması gereken bir soru. Ancak kesin olan bir şey var; haberleşmenin artması ve teknoloji alanındaki gelişmeler, kültürün sınırlarını genişletmiştir. Kültürel değerlerin her biri küresel bir kitleye hitap edebilmektedir. Kültürün coğrafi sınırları çoktan aşılmıştır. Kültürün ulusal sınırlarını kaybettiğini de söylemek mümkündür. Bu konuda küresel markalar örnek gösterilebilir; Coca-Kola, McDonalds, Starbucks ve benzerleri.
Küresel kültürel değerlerin etkisinde kalan insanlar, toplumlar halinde, kendi kültürlerine yakın buldukları somut ve somut olmayan kültürel mirasları, kendilerine aitmiş gibi benimsemektedir. Özünden uzak bir değerin etkisiyle kendine baktığında, birçok kusur görmek oldukça doğaldır. Kendinde gördüğü kusurların kaynağını kültürel değerlerinde bulan insanlar, doğal olarak özlerinden uzaklaşmaktadır. Böylece kültürel çeşitlilik giderek azalmaktadır. Gelelim Türk Kültürüne.
Yazılarımda sıkça kullanacağım “Türk Kültürü” söz öbeğini açıklamadan önce, Türk Dünyası hakkında bilgi vereceğim. Orta Asya coğrafyasında ve Sibirya bölgesinde yaşayan Türk boylarından bazıları, tarihî süreç içerisinde doğudan batıya göç etmiş ve göç ettikleri yerlerde çeşitli devlet ve imparatorluklar kurmuşlardır. 20. yüzyıla gelindiğinde ise, Milliyetçilik akımının da etkisiyle hem Orta Asya’da kalan Türkler hem de Kafkasya, Orta Doğu, Anadolu ve Balkanlara göç eden Türkler bağımsız ulus devletler kurmuşlardır. Bunun yanı sıra özerk bölgelerde ve azınlık statüsünde yer alan çeşitli Türk toplulukları mevcuttur.
Dünyanın her kıtasında yaşayan Türk gruplarının tamamını ifade eden “Türk Dünyası” terimi farklı yönlerden ele alınmaktadır (Arıyörük, 1994, s. 170-186). Coğrafi anlamda Orta Asya başta olmak üzere, Kafkasya, Orta Doğu, Anadolu ve Balkanları da kapsayan oldukça geniş bir alanda yaşayan Türk boyları akla gelmektedir. Siyasi anlamda Orta Asya’da doğudan batıya Uygur, Kazak, Kırgız, Özbek, Karakalpak, Türkmen gibi Türk boyları ile, kuzeyde Altay, Hakas, Yakut, Çuvaş, Başkurt ve Tatar; Kafkasya’da Azeri, Anadolu’da Türkiye Türkleri ile Orta Doğu’da Irak ve Suriye Türkmenleri, Balkanlarda ise Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Kosova, Bosna-Hersek’te azınlık olarak yaşayan Türkler ile Moldova, Romanya ve de Kırım’da yaşayan Gagavuz ve Tatar Türkleri akla gelmektedir.
Türk kültürü, örf-töre ve benzeri yazılı olmayan kaynaklar aracılığıyla aktarılmıştır. Gündelik yaşamımızın her köşesinde görebileceğimiz toplumsal kurallardan bahsediyorum. Kimi yazarların Türk kültürü ile sadece, Türkiye’de yaşayan veya yaşamış vatandaşların kültürünü kastetmesi söz konusu insan-üstü yaşam alanının daraltılmasına sebep olmaktadır. Oysa Türkiye’deki kültür, Arap kültürüyle gereğinden fazla harmanlanmıştır. Özündeki Türk toplumsal değerlerini de bu doğrultuda güncellemiştir. Güncel değerlerimiz daha sonra tartışma konumuz olacak.
Şimdilik bu kadar… Yazılarımın eksenini, en azından başlangıç eksenini, kısaca açıkladım. Sırada; somut ve somut olmayan kültürel mirasların ayrımı ve somut olmayan kültürel mirasların beş temel alanı var. Yazımı kültürümüzü yaşatmanın ilk adımını bildiren en güzel cümle ile bitiriyorum,
Kültürünü Düşün Türk .!.