‘SİVİL İTAATSİZLİK’ MİDİR ?
Keenlem yekûn deyimi hukuk alanına uygulanacak olursa; hukuksal olarak hiç doğmamış ve o nedenle de hiçbir makam ve kişiyi bağlamayacak şey anlamına geliyor.
Prof Sait Güran, Cumhuriyet gazetesinde, 2009’larda yazdığı bir yazıda, Anayasa dahil tüm yasaları yapma, değiştirme ve kaldırma yetkisi sadace ‘Yasama Organı’ yani Türkiye Büyük Millet Meclis’ine verilmiş olmasına karşın; Anayasa’nın başlangıç ilkeleri de denilen ilk üç maddesi, dördüncü maddede belirtildiği üzere bu kuralın dışında tutulmuştur diye yazıyordu.
Türk hukuk öğreti ve içtihadına göre, aksine bir tutum ne oluyormuş, ‘keenlem yekûn’.
Yani yekûnen boş ya da ‘yok hükmünde’ olurmuş.
Peki Türk Tipi Başkanlık Sistemi’ni denilen hali hazırdaki Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi nasıl kurulmuştu?
16 Nisan 2017 tarihinde yapılan ‘halkoylaması’ ile yapılan ‘Anayasa Değişiklikleri’yle.
İşte bu sözde ‘halkoylaması’ ile yapılan ‘rejim değişikliği’nin bir başına ‘ucube’ olması şöyle dursun, Anayasa’nın ‘değiştirilemez’ ilkeleri de, o arada, ‘değişmiş’ midir, değişmemiş midir?
Bu konuda somut örnekler vererek zamanınızı almak istemem.
Ancak, o gün bu gündür, bu Cumhurbaşkanılığı hükûmet sisteminin ‘gayri meşru’ olduğunu yazıp duruyorum.
Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk ise, bu ‘halkoylaması’ ve dolayısıyla somut sonuçlarının, hukuksal olarak ‘Yok Hükmünde’ olduğuna ilişkin bir kitap yazmış; yani hukuksal olarak ‘keenlem yekûn’dür diyormuş.
2017’den buyana, kim ki bakan olmuştur, vali olmuştur, kaymakam olmuştur; genel müdür, müdür, yönetim kurulu başkanı ya da üyesi olmuştur; özde ne olmuştur?
Hukuksal olarak ‘yok hükmünde’…
‘Savunma Bakanı’, ‘Genelkurmay başkanı’, Kuvvet Komutanları ve Komutanlar ne olmuşlardır?
‘Yok hükmünde’…
Attıkları imza, verdikleri karar, uyguladıkları eylemler ‘keenlem yekûn’dur.
Dr Recep, o gün bugündür yazdığım üzere, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı değil ama, AKP, MHP ve destekçi diğer iki partinin ‘Cumhurbaşkanı’ olmuştur.
Elli kez ‘AKPli Cumhurbaşkanı’ değil ama ‘AKP’nin Cumhurbaşkanı’ denilmesi gerektiğini yazdım, ama kimsenin umurunda olmadı.
En az yüzelli kez, isterse doksan milyon insan katılmasın, bu da benim görüşümdür diye yinelemişimdir.
Ancak sıradan bir görüş değil, evrensel ve o arada Türk Hukuk sistemi ve içtihatlarına göre de ‘hukuksal’ olarak temellendirilmiş bir ‘görüş’tür.
Sami Selçuk başta olmak üzere, bir elin parmakları kadar, aklı başında insanın dışında bu görüşü savunana da rastlamış değilim.
Şimdi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun elektrik faturalarıyla ilgili olarak bir ‘sivil itaatsizlik’ eylemi başlattığını görüyoruz.
Oysa bu eylem, bir ‘sivil itaatsizlik’ eylemi değildir.
Çünkü ‘itaat merkezi’ meşru değil, gayri meşrudur.
Türkiye’nin bugünkü koşullarında, ‘Halkı itaatsizliğe itmek’ türünden bir sorgulama ve yargılama sözkonusu olamaz.
Cumhurbaşkanı’na, Bakan’ına ya da ‘makam’ına ‘Hakaret’ türünden bir suç da yoktur.
Çünkü ‘makam boştur’.
Tersine bu tür ve benzeri ‘eylem’ler, bir ‘Milletin egemenliğini kendi eline alması’ eylemleri olabilirler.
Yeter ki, ‘önder’liğini, gerçekten ‘hukuk’tan anlayan, ‘tarih’ten ders çıkarabilmiş ve ‘vicdan ve ahlâk sahibi’ insanlar alabilsinler.