‘EKONOMİ BİLİMİ HASTA’ (7)
VI- Keynezci paradigma;
-vizyon: Parasal ekonomide yatırımcının kararsızlığı
–kuram: efektif talep ve gayriiradi işsizlik
–temel kavram: yatırım, nakit (Liquidité), finansal uzlaşı
–mekanizma ve süreç: eksik istihdam durumunda kamu harcamalarının çoğaltıcı etkisi (multiplicateur)
1883 yılında Cambridge’de ekonomist bir babanın çocuğu olarak doğan Keynes, matematik eğitimi almışken, daha sonra ekonomi alanına yönelecektir.
Temel çalışması, 1936 yılında yayımlanan İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Kuramı (Théorie générale de l’emploi, de l’intérêt et de la monnaie) dır.
‘Genel Kuram’dır, çünkü Keynes bütüncül (global) bir bakış, yani denildiği üzere makro-ekonomik bir bakış getirmektedir.
Ancak Keynes’in ‘klasik’ ekonomistleri mi yoksa ‘neo-klasik’ ekonomistleri mi eleştirdiği tartışılmaktadır.
Bununla birlikte, Keynes’in mirası, gerek Hicks ve gerekse Samuelson tarafından ‘keynezo-neoklasik sentez’ olarak adlandırılmakta; Nobel’li Joseph Stiglitz ve Paul Krugmann da “Keynes günümüzde hiç olmadığı kadar güncelliğini korumaktadır” diyebilmektedirler.
Keynes’in ‘ekonomi kuramı’na getirdiği temel kavramlardan biri ‘gayri iradi işsizlik’tir.
Klasik ve neo-klasiklere göre ‘ reel ücret’ piyasada (emek değil ama) işçi arz ve talebine göre belirlenir idi. Keynes ise, tek tek bireyler değil ama birey gruplarını düşünmekte ve işçilerin ‘nominal ücret’e karşı direnebileceklerine karşın, ‘reel ücret’teki değişimler karşısında ellerinden bir şey gelmediğini dile getirmek üzere ‘gayri iradi işsizlik’ kavramını ileri sürmüştür.
Kuşkusuz burada, Marx’ın ‘yaşamını sürdürmek için tek çaresinin emek gücünü meta olarak satmak zorunda olmak’ tanımından çok uzakta kaldığını da belirtmek gerekebilir.
Öte yandan, Keynes, Say yasası’nda olduğu gibi ‘her arz kendi talebini yaratır’ sonucuna varacaktır.
Ancak ‘faiz’ konusunda, hane halkının tasarruf isteği ile yatırımcının yatırım isteğini dengeleyenin aynı ‘faiz haddi’ olduğu görüşüne katılmaz.
Tasarruf , ‘faiz’e değil ama ‘gelir’e bağlı olarak yapılabilmektedir.
Demek ki, ‘ücret’ artışı üretim maliyetini artırıcı bir etken olduğu kadar, talebi ve giderek tasarrufu da artırıcı bir etken olarak görülebilir.
Toplamda Keynezyen politikalar, enflasyonu denetim altına almak yerine istihdamı ve aynı anlama gelmek üzere üretimi artırmayı hedefleyen politikalardır.
O arada, örneğin ‘faiz’ler yüksek diye yatırım ve üretim artışı yapılamıyor ve giderek işsizlik artıyor ise, Devlet’in bütçe ve vergi araçlarıyla ‘müdahale’ etmesi gerekmektedir.
Böylece istihdam ve ‘gelir’leri artırıcı politikalar ile ‘enflasyon’un azalmasına yol açılmış olabilecektir.
Ne var ki, Keynezyen paradigma ‘piyasa mekanizma’sının işleyişindeki aksaklıkları görmesine ve buna karşı ‘Devlet’in ‘kısa dönem’li müdahalelerini öngörmesine karşın, ‘uzun dönem’ için herhangi bir öngörüde bulunmamaktadır.
Keynes’in uzun dönemde, zaten ‘hepimiz ölmüş olacağız’ demesi de bunun en belirgin kanıtı olmaktadır.
Keynes Devlet müdahalesini, kapitalizmin eksiklikllerine bir çare olarak, örneğin işsizliği azaltmak için yatırımların ‘sosyalizasyon’u olarak görüyorsa da; Schumpeter bunu ‘ekonomik sistem’in sürdürülebilirliliği (pérennité) açısından yeterli görmez. O’na göre, ‘sosyalizasyon’ ancak eşitlikçi bir idealin zihinlere kazınmasıyla mümkün olabilecektir.
Bu, daha önce sözünü ettiğimiz kendi ‘sosyalizm’inin bir kurucu ögesi olarak görülmelidir.
Ne var ki Schumpeterci paradigma, Keynesci paradigmanın gölgesinde bırakılmıştır.
Buna karşın, özellikle 1970’li yıllardan sonra yaşanan ekonomik çevrimler ve günümüzdeki iletişim ve bilişim alanındaki yeni buluşlar, Schumpter’i haklı çıkaracak gelişmeler olarak değerlendirilebilir.
Oysa Keynesçi politikalar, yukarıda belirtildiği üzere, neo-keynezyen, post-keynezyen vb gibi adlandırmalarla günümüze kadar getirilmiş bulunmaktadır.
(Sürecek)
Bir yanıt yazın