Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Terör Örgütü Liderlerinin Cesetleri
Katar’da muhalefet temsilcileri, diplomatlar ve akademisyenlerin katılımıyla Suriye’nin geleceği konusunda konferans toplanmadan bir gün önce IŞİD lider Ebu İbrahim el-Haşimi el-Kureyşi’nin İdlib yakınlarında öldürüldüğü haberi geldi. Önceki terör liderleri Bin Ladin ve el-Bağdadi’nin aksine Kureyşi’nin öldürülme programı, başkan ve ekibinin naklen izlediği program halinde gerçekleşmedi. Anlaşılan Obama ve Trump’ın dünyaya servis edilen “terör başının sonu müsamereleri”nden Biden pek hazzetmemişti.
Kureyşi’nin ölümü, duyurulduktan sonra Biden öncekiler gibi, ABD’nin askeri gücü sayesinde sadece Suriye’yi değil dünyayı tehdit eden İŞİD’in küresel liderinin ortadan kaldırıldığını muzaffer kumandan edasıyla açıkladı. En dikkat çeken nokta ise özel eğitilmiş birliklerin her adımı hesaplanmış operasyonuna karşın Kureyşi’nin intihar yeleğini patlatarak kendisini havaya uçurduğunun vurgulanmasıydı. Yani ortada ceset kalmamış, Kureyşi yok olmuştu.
Önceki IŞİD lideri Bağdadi de aynı bölgede Ekim 2019’da benzer şekilde yok edilmişti. Operasyon Trump’ın yakın ekibi tarafından naklen izlenmiş, temaşa seremonisi dünayaya servis edilmişti. Aynen Bin Ladin’in öldürülmesindeki gibi. Bağdadi’nin asıl kimliğini, MOSSAD’daki görevli iken fotoğraflarını, gerçek şeceresini komplo iddiaları olarak kabul edebilirsiniz. Ancak IŞİD coğrafyasını ele geçiren ABD güçlerinin bu terör örgütünün yönetici kadrosunu otobüslerle Rusya ve Şam yönetiminin izniyle, güvenli bir şekilde İsrail’e nakletmeleri bu güne kadar sorgulanmadı. Tıpkı Libya’da Müslüman gençleri iğfal ederek IŞİD’e eleman kazandıran, görünüşte Ebu Hafs takma isimli cami imamı, gerçekte Benjamin Efraim adlı MOSSAD ajanının yakalanmasından sonra konunun unutulması, unutturulması gibi. İsrail veya ABD yetkililerini geçelim konuyla ilgilenen bazı Türk akademisyenlerin de unutkanlık sendromuna yakalandığını, halen IŞİD diye bölgedeki saf/aldatılmış Müslümanların bir terör örgütü bulunduğundan hareketle analizler yaptıklarını hatırlatalım.
Bağdadi’nin öldürülmesinden sonra yine muzaffer Kumandan edasıyla dünyaya seslenen Trump, bu baş teröristin köpekler gibi bağırarak öldüğünü duyurmuştu. Fakat aynı duyuruda Bağdadi’nin intihar yeleğini patlatarak yok olduğunu, hatta ceset parçacıkları üzerinde DNA testleri sonucu bunun Bağdadi’ye ait olduğunun kesinleştiği bildirilmişti. Üzerindeki bombaları patlatarak hayatına son veren bir kişinin nasıl köpekler gibi bağırarak öldüğü sorgulanmamıştı. Netice itibariyle Bağdadi diye birisi IŞİD defterinden silinmiş, cesedi dahi kalmamıştı.
Mayıs 2011’de ise başkan Obama, el-Kaide lideri Bin Ladin’in sonunu duyurmuştu. Özel eğitimli Amerikan birlikleri çatışmada Bin Ladin’i öldürmüş, cesedini de gemiye taşımışlardı. Bu terörist başı cesedini hiçbir ülke kabul etmeyeceği için okyanusa atmak zorunda kaldıkları duyurulmuştu. Türkiye’de de nice teröristler çatışma sonucu ölü olarak ele geçirilir, cesetleri ailelerine teslim edilir. Birçoklarının cenazesi terör propagandasına zemin olmasına rağmen, ortada cani de olsa insan cesedi ve yakınları olduğu dikkate alınarak hezeyanlar müsamaha ile karşılanır. Belirtelim ki İslam tarihinin ilk savaşı Bedir’de, Müslümanlara daha önce yapmadıkları işkenceyi bırakmayan müşrik reislerinin cesetleri ortada bırakılmamış, insanlık vasfı dikkate alınarak gömülmüştür. Bin Ladin’in mezarını kazacak, gerekli merasimle gömecek bir sürü aile efradı olmasına karşın cesedinin denize atıldığı ilan edilmiş, onu da balıklar yemiş, yok olmuştu.
Bazı Pakistanlı yetkililere gerçekten Bin Ladin’in öldürülüp öldürülmediğini sordum, çoğundan öldürüldüklerini düşündükleri cevabını aldım. Bununla beraber hepsi de “ceset nerede, denize düştü” tekerlemesinden dolayı şüpheye düştüler. Muhtemelen gerçekler, arşivlerin açılacağı bir dönem sonra anlaşılacaktır. Bununla beraber Beyaz Saray’ın ve ABD’nin temel kurumlarının önemli elemanı da olsa gerektiğinde Bin Ladin’in de feda edilebileceğini belirtelim. Mesela ABD, bölgesel politikalarda büyük engel durumundaki Ziyaülhak’I uçak kazası görüntüsüyle ortadan kaldırmak için kendi büyükelçisini de feda etmişti.
Devlette, özellikle istihbarat bağlantılı kirli işlerde önemli görevlerde bulunanların, öldü veya kayıp gösterildikten sonra başka bir kimlikle hayatının idame ettirilmesi yaygın bir uygulamadır. Gerekirse estetik ameliyatlar yapılır, yapay zeka-istihbarat kapsamındaki teknolojiler kullanılır. Bu konuda yasal düzenlemeler de vardır. Bir dönem kritik operasyonları başarıyla yürütenler, kalan ömrünü sükûnet ve refah içinde geçirirler. Ülkemizde de bu tür işlere bulaşıp önemli görevlerini başardıktan sonra, bazen cenaze töreni düzenlenen veya kamuoyu kayıp olduğuna ikna edilen, fakat devletin bilgisi dahilinde yeni bir kimlikle hayatını idame ettirenlerin hikayesini çok duyduk.
Tam da bütün dünya Ukrayna’ya kilitlenmişken, tam da Suriye’den çatışma, patlama haberleri gelmemeye başlamışken, Katar’da Suriyeli temsilciler “artık ülkemizin geleceğini hep birlikte kuralım” diye toplanmışken Kureyşi’nin öldürülmesi haberinin anlamı son derece derindir. Doha’daki toplantı sürecinden ne karar çıkarsa çıksın ABD “inisiyatif bendedir, ortada IŞİD tehlikesi bulunmaktadır, dünyayı tehdit eden bu örgüt varken Suriye’de son sözü ben söylerim” mesajını vermiştir. Bu mesajın gereğini yerien getirecek gücü ve hazırlığı da bulunmaktadır. Kureyşi’nin öldürülmesi bu mesaja inandırıcılık sosu olarak görülebilir. Muhtemelen bir kaç güne kadar mukaddes İslami isimlerle donatılmış yeni bir IŞİD lideri belirlenecektir. Yeni liderin özellikleri, giydirilmiş ve süslendirilmiş özgeçmişi, batılı haber kaynaklarının bedavadan dünyaya seslendirecekleri ilk mesajları, Suriye’deki ABD-İsrail programlarının ip uçlarını verecektir.
Türkiye’nin Ukrayna-Rusya geriliminde arabulucuk girişimleri faydadan hali değildir. Ancak yanıbaşımızda teröristan devleti kök salarken, milyonlarca mültecinin geleceği belirsizken Suriye’nin geleceği ile ilgili girişimlerde aktif rol oynanmamasındaki yanlışlığı görmek gerek. IŞİD üzerinden ABD-İsrail’in teröristan projesi karşısında, özellikle yerli halkın tepkilerinden beslenen ciddi engeller bulunmaktadır. Suriye’deki muhalifler ile Şam yönetimini uzlaştıracak birinci aktör Türkiye’dir. Bununla beraber bin kilometreye yakın sınır komşumuzla küskünlük batağından çıkabilmiş değiliz. Bunun faturası Suriye halkı için olduğu kadar güvenlik, ekonomik ve siyasi yönleriyle Türkiye açısından da çok ağır olmuştur. Halkına bomba yağdıran Esed’e bu silahları, Zelensky ile uzlaştırmaya çalıştığımız Putin’in verdiğini dikkate aldığımızda küskünlük batağının anlamsızlığı da görülür.
alaeddinyalcinkaya@gmail.com
Bir yanıt yazın