‘EKONOMİ BİLİMİ HASTA’ (5)
V- Walrasçı paradigma;
-vizyon: Bağımsız girişimci ve bağımsız tüketiceler arasında fiyatlar aracılığıyla kurulan ilişki
–kuram: Genel denge
–temel kavram: Kâr, yararlılık, tercihler
–mekanizma ve süreç: Fiyatlar karşısında gösterilen akılcı (rationalité) tepki
Genel olarak Türkiye’de, liberal ekonomi, pazar ekonomisi ya da ekonomik ussalıktan sözeden ‘kendinen menkul’ ekonomistler, bu görüşlerini Adam Smith ya da diğer klasik iktisatçılara dayandırdıklarını sanırlar.
Bu görüşler, ya ‘kulaktan dolma’ bilgilere dayanmaktadır ya da üniversitelerde okutulan ‘iktisat’ kitaplarından öğrenilmiştir.
‘Devletin ideolojik aygıtları’ tarafından beyinlere yerleştirilen ‘ideoloji’ ile yetinilmektedir de denilebilir.
Oysa, en azından Hannah Arendt’in ‘korkuluksuz düşünme’ dediği bir tutum benimsetilmesi gerekmekte değil midir? (Bkz ‘Korkuluksuz düşünme’ başlıklı yazı)
Nitekim arz ve talebin, ekonomiyi, fiyatlar aracılığıyla, genel bir ‘denge’ye getireceği tezinin babasının Fransız ekonomist Léon Walras’(1834-1910) olduğu bilinmektedir.
Birazdan ele alacağımız Joseph Schumpeterci paradigmanın kurucusuna göre, Walras bu ‘kuram’ı ile ‘gelmiş geçmiş en büyük ekonomist’ olmayı hakketmektedir.
XIXncu yüzyılın ikinci yarısında, yani Walras’ın yaşadığı dönemde ise sanayi kapitalizmi artık ‘tekelleşme’ aşamasına girmiş bulunuyordu.
Örneğin Almanya ve Japonya, Devlet’in aktif katılımıyla dev sanayilerini kurmaya başlamışlardı.
Yani, ekonominin ‘genel denge’sini ‘fiyat’lar değil ama, Walras’ın şiddetle karşı olduğu ‘Devlet’in bizzat kendisi kuruyordu.
Böylece, ‘kuram’ başka ‘yaşam’ başka safsatasının yaygınlaşmasının önü açılmış olacaktı.
Yaşamın gerçekliklerinin (faits) kurama karşı olması, bu gerçekliklerin kendi tanıma ilkelerinin olduğu ve onların entellektüel bilgiye doğrudan karşı olabileceklerini de varsaymayı beraberinde getiriyor olacaktı.
Oysa zaten epistemolojik kriz, bizim tanımaya ilişkin olarak yaşadığımız kriz olup, doğrudan ‘bilgi’ (savoir) edinme sürecinde, yani bilim kurmanın tarihsel sürecinde ortaya çıkmaktadır.
Kısaca bizim bilgi edinme sürecimiz ayrı, yaşamsal gerçekliklere (faits) ilişkin bilgi edinmemiz ayrı şeylerdir.
Richard Phillips Feynman’nın “bilim bize birşey öğretmez, ne öğreniyorsak deneyimden öğreniyoruzdur” sözü bu bağlamda yerine oturmaktadır. (bkz ‘S’ağıralioğulları’ yazımız).
Örnek olsun, Walras dahil, o dönemin en önde gelen ekonomistlerinin, ekonomik gerçeklikleri tartışılmaz bir açıklıkla dile getirdiğini savladıkları kuramları, örneğin 1929 bunalımının gelebileceğini öngörememiştir.
Çünkü ne ‘fiyat’lar kuramın öngördüğü bir ‘gerçeklik’te oluşmakta ve ne de ‘denge’nin kaçınılmazlığı gerçekleşmekteydi.
Benzer öngörememezlik, 1929’dan doksan yıl sonra, sözde ‘bilim’de onca gelişme kaydedildikten sonra, 2008 krizinide de yaşanacaktı.
Bir yerlerde bir şeylerin doğru yürümediği apaçıktı.
En azından ‘nerede yanılıyoruz?’ sorusunun sorulmasından doğal ne olabilirdi, değil mi ama?
İşte bütün çabamız bu ‘nerede yanılıyoruz?’ sorusuna yanıt bulmaktan başkası değildir.
Gelecek yazıda Joseph Schumpeterci ‘paradigma’ya bakarak, oradaki zaafiyet ya da yanlışlıklara dikkat çekeceğiz.
(Sürecek)