Türkiye’nin 17 yıllık yıkım tarihi BİRGÜN / TURKISH FORUM – ABDULLAH TÜRER YENER
Bundan 17 yıl önce 3 Kasım 2002’de AKP iktidara geldi. Bu süreçte devlet ele geçirildi, yeni bir rejim kurdu. Buna karşın, kendi istediği gibi bir toplumu inşa edemedi. Edemeyecek. AKP’de vücut bulan ne varsa, ona itiraz eden milyonlar da var. İktidar, durdurulamaz bir iniş içinde. 17 yıl içinde kurduğu her şey aşağıya doğru gidiyor.
POLİTİKA SERVİSİ
AKP, 3 Kasım 2002 seçiminde yüzde 34 oy alarak 550 sandalyeli Meclis’te 365 milletvekiliyle tek başına iktidar oldu. Bu tarih aynı zamanda bugün de devam eden baskı ve talan döneminin de başlangıcı oldu. Aynı seçimde sadece Deniz Baykal’ın CHP’si yüzde 10’luk barajı geçebilmişti. Ne tesadüftür ki DYP 9.5, MHP 8.4, Genç Parti 7.2 oy alarak parlamento dışında kaldı. Seçim öncesi gerçekleşen ve sonraları çok tartışılacak ittifak görüşmeleri de oldu. Örneğin ANAP-DYP arasında neredeyse bağlanan ittifak, nedeni anlaşılmaz şekilde bir anda bozuldu ve iki parti aynı anda baraj altında kaldı. Üçüncü bir partinin Meclis’e girme durumunda tek başına iktidar şansını yitirecek AKP bu garip ‘tesadüf’ler eşliğinde neredeyse Anayasayı değiştirebilecek Meclis çoğunluğuna ulaştı. Sonrası malum. Seçim öncesi kurulan Cemaat ittifakı iktidar olanaklarıyla birlikte aldı başını gitti.
BAYKAL’I VE LİBERALLERİ UNUTMAMAK LAZIM
Tabii bu arada sistemin daha iyi işlemesi için bazı çapakların temizlenmesi lazımdı. Bunlardan biri de siyasi yasağı nedeniyle milletvekili olamayan Erdoğan’ın başbakan olmasaydı. Bu konuda da devreye dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal girdi ve sorun çözüldü. Yine garip bir tesadüf olarak 7 Haziran seçimlerinde çoğunluğunu kaybedip sıkıntı yaşayan Erdoğan’ın imdadına köşke koşarak giden Baykal’dan başkası değildi. Daha çok günahı olsa da Baykal faslını burada kapatalım.
Hiç kuşkusuz Erdoğan, en büyük desteği 12 yıl boyunca iktidar ortaklığı yaptığı Gülen Cemaati’nden aldı. Ülkenin tepeden tırnağa, medyasından orduya, eğitimden sağlığa, iş dünyasından sendikasına kadar yeniden düzenlenmesinde Cemaat ‘esas adam’ oldu.
Cemaat dışında en önemli desteği “sol” liberallerden aldı. En pespaye ve utanmazca yaptıkları eylemlerden biri de hiç kuşkusuz 12 Eylül 2010 Referandumu’nda yaptıkları ‘yetmez ama evet’ çıkışlarıydı. Bu ekibin bir bölümü saf değiştirerek Erdoğan’a biat etti. Bazıları soluğu ABD’de, ağa babalarının yanında aldı. Erdoğan’a biat etmeyenler cezaevinde. En utanmazları ise ikbalini Davutoğlu’nda, Gül’de aramaya devam ediyor. Kürt hareketinin de 17 yıldır devam eden AKP iktidarıyla ittifak denilmese bile zaman zaman yakın ilişki içerisinde olduğunu söylemek gerekiyor. Öcalan’ın İmralı notlarında bu ilişkiyi “Erdoğan’a söyleyin iki kez onu kurtardık” diye özetleyecekti.
KIRILMA ANLARI
AKP iktidarı hiç kuşku yok ki kuruluşundan itibaren ABD’den ve batıdan tam destek gördü. ABD’nin Ortadoğu politikalarını hayata geçirmede mızrak ucu görevini büyük bir iştahla üstlendi. Bu ilişki iç siyasetin kırılma anlarında da AKP’nin çok işine yaradı. Mart 2008 tarihinde yaşanan kapatma davasında da ardından başlayan ekonomik krizde de, 2010 Referandumu’nda, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nde de Batı sürekli Erdoğan’ın arkasında durdu. Üstelik bu desteği Avrupa’da sosyal demokratlar ve yeşiller verirken ABD’de de demokratlar iktidardaydı.
Dışarıdan gelen siyasi ve ekonomik destek içeride AKP’nin elini çok rahatlattı. Yukarıda saydığımız kırılma anlarından çok rahat başarıyla çıkarken, İslamcı-faşist rejimin inşası sayılabilecek adımları da ‘reform’ diye yutturabildi. Görünürde hiç engel kalmamıştı. Emniyet çoktan denetime geçmişti. Ordu engeli Ergenokon davalarıyla aşılmıştı. Ardından yargıda işi bitirdiler. İş dünyası çoktan yelkenleri suya indirmişti. Muhalefet desen dünyadaki tüm iktidarların en çok isteyeceği türden varlığını koruyordu. Unuttukları bir ek şey vardı. Halk
Dinsel kuşatma
İktidara geldiği 2002 yılında geniş kesimlerin desteğini almak ve dönemin egemenlerini tedirgin etmemek için İslamcı karakterini gizleyen AKP, aradan geçen 17 yılda gerek devleti gerekse de toplumu gerici bir anlayışla dizayn etti. Partinin yönetimi ele almasıyla ilmek ilmek örülen dinsel kuşatma, yıldan yıla toplum açısından daha hissedilir bir nitelik kazandı.
AKP’li yılların en belirgin özelliğinden biri toplumsal tabanda tarikat-cemaat ağlarının artan etkisi oldu. Devletin neoliberal dönüşümle sosyal karakterini kaybetmesinin ardından yoksul halk kesimleri üzerindeki örgütlülüklerini artıran bu yapılanmalar, iktidarın toplum tasarımına uygun bir atmosferin yaratılmasının kritik araçlarıydı. 12 Eylül Darbesi’nden sonra, sol siyasetin etkisinin kırıldığı mahallelerde yoğunlaşan tarikat ağları, emekçi sınıfların hayat koşullarına isyan etmeyen, şükürcü ve tevekkülcü bir karaktere bürünmelerinde kilit rol oynadı. AKP döneminde meydana gelen iş kazaları ve cinayetleri, dinsel geliştirilen iklime uygun olarak “Allah’ın takdiri” olarak yorumlandı.Tarikat/cemaat yapılanmaları toplumsal alandaki etkinliklerini bürokraside kendilerine sunulan kadrolaşma imkânlarıyla pekiştirdi. Dinci örgütlerin en bilineni olan Fethullahçılar; yargı ve emniyette kritik konumlar elde ettiler. Orduda da bir askeri darbe girişiminde bulunabilecek kadar önemli mevzilere sahip oldular. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından ‘FETÖ’ olarak anılmaya başlayan bu hareket, devlette yuvalanan tek gerici unsur değildi. Fethullahçıların yanı sıra Menzilciler, Süleymancılar ve İsmailağa Cemaati gibi nice dinci yapı, belli bakanlıklarda kadrolar kazandı. Büyütülen tarikatların devlet içinde kazandıkları güçle yarın hangi işe soyunacakları bilinmiyor.
Eğitim başat aktör
İktidar din eksenli örgütlenmeleri eğitim alanında da başat aktör haline getirdi. Ensar, İlim Yayma ve TÜGVA gibi kurumlar yürüttükleri faaliyetlerle eğitimde ciddi bir ağrılık kazandılar. Bu yapılar, hem Eğitim Bakanlığı’yla ortak protokoller imzalayarak sınıfların içlerine kadar girdiler hem de düzenledikleri sosyal etkinlikler ve açtıkları yüzlerce öğrenci yurduyla ülkede eğitimi kontrol edecek güce eriştiler. Türkiye’nin dört bir yanında dini eğitim fiilen okul öncesi eğitime, hatta kreşlere kadar indirildi. MEB Diyanet işbirliği ile okul öncesinde kreşlerde fiilen dini eğitim başladı. 463 ilçede, 4-6 yaş arası 2 bin 53 kreş görünümlü Kuran Kursu açıldı. Dindar-kindar nesil yaratma hedefi doğrultusunda fizik ve kimya kitaplarına dahi dinsel veriler yüklendi. Okullara mescit zorunluluğu uygulamaya konuldu. Laboratuvarlar, kütüphaneler mescitlere dönüştürüldü. Sayısı inanılmaz derecede artan imam hatiplerde, kız çocuklarının başını örtmesi için ikna odaları oluşturuldu. 12 Eylül ve 28 Şubat’a sürekli atıfta bulunan MEB ikna odalarına kulak tıkadı. Din temelli uygulamalar kamusal alanı da etkisi altına aldı.
Seküler yaşam biçimini kısıtlamak isteyen hükümet, Anadolu’nun genelinde şehirlerin merkezlerindeki içkili mekanları ‘kırmızı sokak’ uygulamasıyla şehrin çeperlerine sürdü. İçkili mekanların sayısı yıllar içinde düşüş gösterdi. İstanbul Taksim’de düzenleme bahanesiyle mekânların önündeki masa-sandalyeler kaldırıldı. Belediyelere ait işletmelerde de içki satışına son verildi. 2013 yılında saat 22.00’den sonra marketlerin içki satması yasaklandı. Önceleri belediyelerin belirlediği eğlence vergisini belirleme yetkisi Maliye Bakanlığı’na devredildi. Eğlence vergisine oldukça fahiş zamlar yapıldı. İçkiye getirilen yüksek ÖTV ile Türkiye bu alanda dünya lideri oldu.
Türkiye’deki cami sayısı ise kontrolsüz bir şekilde arttı. Camilerin artış sayısı, nüfus artış hızını da geride bırakarak 90 bine çıktı. Diyanet’e bağlı cami sayısı, MEB’in 2016 yılına ilişkin yayımladığı Örgün Eğitim İstatistikleri’nde 61 bin 201 olarak açıklanan toplam okul sayısını da geçti. Bugün Türkiye’deki cami sayısı, dünyanı en büyük ikinci Müslüman nüfusuna sahip ülkesi Hindistan’daki camilerin nüfusa oranından da fazla.
2017 yılında cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adıyla kurumsallaşan ‘tek adam’ rejimi, dinsel dönüşümün zirve noktası oldu. Laikliği rafa kaldıran, yurttaşlık fikri yerine tebaa kültürünü yaygınlaştırmayı amaçlayan, iktidarını kutuplaştırma üzerine kuran ve muhalif kesimleri “dinsiz” olarak gören AKP zihniyeti, çağdaş demokrasinin ilkelerini hiçe sayarak tüm devleti ‘tanrısal’ yetkilerle donatılmış tek adamın şahsına indirgedi.
BAŞARAMADI ÇÜNKÜ…
Çünkü biz vardık. Bu coğrafyanın yüzyıllara dayanan ilerici, aydınlanmacı devrimci geleneği vardı. İtiraz eden, AKP’nin dayattığı yaşama itiraz, yönetim anlayışına itiraz eden milyonlarca, kadın, genç emekçi doğa ve yaşam savunucusu vardı.
Devlet bürokrasisi, yargısı, polisi, medyası, cemaati, sol liberaline kadar herkesi arkasına alarak yürüyen iktidar bu büyük birikimin direncini kırmayı başaramadı. Sokağa çıkma, gülme, çalışma denilen sadece annelik rolü verilen milyonlarca kadın mor renkleriyle AKP karşısındaki en güçlü barikat oldu. Üniversite sorularıyla birlikte gelecekleri de çalınan liselilerin ayaklanmasını unutmak mümkün mü? Sonra ‘ODTÜ Ayakta’ diyen gençlere tüm ülkenin amfilerinden yanıt geldi. Gençlerin Erdoğan’a itirazı çok güçlü oldu. AKP iktidarının neoliberal politikalarına karşı bir an bile geri atmayan emekçiler ülkeyi sahipsiz bırakmadı. Metal Fırtına’da, TEKEL direnişinde AKP iktidarının nasıl sallandığını gördük. Cerrattepe’den Kaz dağlarına, Antalya’dan, Aydın’a Ergene’ye kadar doğa ve yaşam savaşı verenlerin ne cüreti ne cesareti tükendi.
‘HAZİRAN’ BIÇAK YARASI
Kuşkusuz AKP’yi gerileten nedenler ve olaylar sıralanacak ise Haziran isyanına ayrı bir parantez açmak lazım. AKP iktidarını gerileten, parti içerisinde çatırdamaya yol açan, kurduğu ittifakları parçalayan, yeni toplumsal örgütlerin önünü açan isyan dalgası Türkiye’nin önümüzdeki 15-20 yılını etkileyecek sonuçlar üretti. Erdoğan ve AKP iktidarı bu durumun çok net farkında. O yüzden ne zaman olumsuz bir iş başına gelse “geziciler” diye başlıyor. Yüzde iz bırakan derin bir bıçak yarası gibi aynaya her baktığında Haziran isyanını hatırlıyor.
YOLUN SONU
Güçlendi, her şeyi yuttu, şişti. Engellenemez, durdurulamaz, yenilmez sanıldı. Evet, AKP 18 yıldır iktidarda. Devleti ele geçirdi. Yeni bir rejim kurdu, kurmaya çalışıyor. Bu doğru. Ama en az bu kadar doğru daha var ki o da kendi istediği gibi bir toplum inşa edemedi. Edemeyecek. AKP ve onda vucut bulan ne varsa ona itiraz eden milyonlar var. Sadece Erdoğan ve partisi AKP değil, 18 yıl içinde kurduğu her şey aşağıya doğru gidiyor. Bunun anlamak için son bir hafta da medyada yaşananlara bakmak bile yeterli. Gelecekleri yok. Seçim yenilgisinin ardından, 1 Nisan günü gazetemize attığımız manşet gibi. AKP için yolun sonu.
Bir yanıt yazın